ŞİİR VE ŞARKI…
Duygularımızı hissetmenin, bazen hissettirmenin iki yolu: şiir ve şarkı. “Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı şiir sanatıdır.” der Friedric Hegel. İnsanın kalbinin en derinlerinden gelen şiir, ruhun ilacı müzikle birleşince ortaya unutulmaz eserler çıkar. Hal böyleyken biz de, edebiyat ve müziği birleştirip bir yolculuğa çıktık bu projede. eTwinning Şiirin Müzikle Yolculuğu projemiz bu eserlerden yola çıkarak farklı şehirleri, farklı okulları ve farklı duyguları bir araya getirdi. Hem öğretmenler hem öğrenciler için öğretici, iş birlikçi, bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanabildiği eğitici ve eğlenceli bir proje oldu.
Yol boyunca, hüzün, sevinç, sevda, acı, sustuklarımız, haykırdıklarımız; kısacası bütün duygularımız eşlik etti bize. Bu çalışmayla sizi de bu yolculuğa davet ediyorum. Muhteşem şarkılara dönüşen muhteşem şiirlerle iç dünyamızda bir yolculuğa çıkalım. İyi okumalar, iyi yolculuklar…
Editör: Pınar GÜLTEKİN
OLMASA MEKTUBUN
Olmasa mektubun, yazdıkların olmasa
Kim inanır senle ayrıldığımıza
Sanma unutulur, kalp ağrısı zamanla
Her şeyi unutarak yaşanır sanma
Neydi bir arada tutan şey ikimizi
Birleştiren neydi ellerimizi
Bırak bana anlatma imkânsız sevgimizi
Sevmek birçok şeyi göze almaktır
Olmasa mektubun, yazdıkların olmasa
Kim inanır senle ayrıldığımıza
Baksana geçmişe ne çok anıyla dolu
Nerde o taverna, nerde sinema
Harcanmış zamanlar yeniden yaşanmaz ki
Geç kaldıktan sonra arama boşa
Neydi bir arada tutan şey ikimizi
Birleştiren neydi ellerimizi
Bırak bana anlatma imkânsız sevgimizi
Sevmek birçok şeyi göze almaktır
Olmasa mektubun, yazdıkların olmasa
Kim inanır senle ayrıldığımıza
MURATHAN MUNGAN
ALDIRMA GÖNÜL
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mapus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Sabahattin ALİ
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
DEDİKODU
Kim söylemiş beni
Süheylâ’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksek Kaldırım’da, güpegündüz?
Melâhat’i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata’ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem; Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Muallâ’yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikâyesi?
MAHUR BESTE
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara
ATİLLA İLHAN
BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..
CAN YÜCEL
BU AŞK BURADA BİTER
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
ATAOL BEHRAMOĞLU
Çizik
Geleceğim, bekle dedi, gitti..
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu..
Ama kimse ölmedi.
ÖZDEMİR ASAF
HERKES GİBİSİN
Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.
NAZIM HİKMET
ÇOCUKLAR GİBİ
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi
Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi
Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi
Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi
Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi
SABAHATTİN ALİ
FAHRİYE ABLA
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!
AHMET MUHİP DRANAS
GÜLÜMSE
Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıltaşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun
Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
KEMAL BURKAY
KALAMIŞ
Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne de kıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar
Düşsün suya yer yer erisin eski zamanlar
Sarsın bizi akşamda şarap rengi dumanlar
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış”tan
Fethettiniz ay parlayarak sen gülerekten
Gündüz koya sen gel gece kalsın a yanımda
Ses çıkmıyor artık ne kürekten ne yürekten
Emret güzelim istediğin şarkıyı emret
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
Behçet Kemal Çağlar
OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile, yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanmadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
CAHİT SITKI TARANCI
SABAH TÜRKÜSÜ
Bir deniz üstündeyim, ne ucu var ne bucağı
Bir rüzgâr önündeyim, gel keyfim gel…
Bir deniz üstündeyim, ne ucu var ne bucağı
Bir sevda içindeyim, başım dumanlı…
Ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
Bir iner bir çıkarım bu yokuşu
Ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
Kazanırım çocuklarıma ekmek parası.
Ben deniz üstünde, rüzgâr önünde
Ben sevda içinde, tatlı türküde
İnişte, yokuşta, ekmek parasında
İki oğlum var, Mehmet’le Ali
Gönlümde bir dünya, pamuk gibi…
Abdülkadir Meriçboyu
ŞİNANAY
Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi, kahveci, gazozcu
Şinanay da şinanay.
Müslümanı, yahudisi, urumu
İsporcusu, ihtiyarı, veremi
Kiminin saçı uçar, kiminin eteği
Şinanay da şinanay.
Estirir de ada yeli estirir
Seni sevindirir beni küstürür
Lüküs kamarada kimler oturur
Şinanay da şinanay.
MELİH CEVDET ANDAY
YAĞMURUN ELLERİ
Küçücük bir bakışın
Çözer beni kolayca
Küçücük bir bakışın
Çözer beni kolayca
Kenetlenmiş parmaklar gibi
Sımsıkı kapanmış olsam
Yaprak yaprak açtırırsın
İlk yaz nasıl açtırırsa
Yaprak yaprak açtırırsın
İlk yaz nasıl açtırırsa
İlk gülünü gizem dolu
Hünerli bir dokunuşla
Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Bütün güllerden derin
Bir sesi var gözlerinin
Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Bütün güllerden derin
Bir sesi var gözlerinin
Baş edilmez o gergin kırılganlığınla senin
Her solukta sonsuzluk ve ölüm
Yaprak…
Edward Eastlin Cummings
YEŞİLMİŞİK
Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık
Tutmuşum tutmuşum ellerinden senin
Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin
İçindeymişik yeşilmişik sazmışık
Balıklar gibiymiş sessiz ve karanlık
Yüzermiş saçların yüzermiş nefesin
Susarmışız öyle bir sakin derenin
İçindeymişik yeşilmişik sazmışık
Can Yücel
Ay Karanlık
Maviye
Maviye çalar gözlerin
Yangın mavisine
Rüzgarda asi
Körsem
Senden gayrısına yoksam
Bozuksam
Can benim, düş benim
Ellere nesi?
Hadi gel
Ay karanlık
İtten aç
Yılandan çıplak
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim
Sevmelerim gibisi
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N’olur gel
Ay karanlık
Dört yanım puşt zulası
Dost yüzlü
Dost…
AHMED ARİF
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
BEHÇET NECATİGİL
Published: Jun 6, 2020
Latest Revision: Jun 6, 2020
Ourboox Unique Identifier: OB-863922
Copyright © 2020