by İRFAN
Copyright © 2020
BURSA ANADOLU KIZ LİSESİ
Proje Adı:81 İL 81 GÜNLÜK 1 HAYAT
Proje yürütücü öğretmen:İrfan Gezer
Proje yürütücü öğrenciler:
1)Yaren BATI
2)Şevval AYŞAVKI
3)Sudenaz ÖZKARA
4)Sevda ÖZYILMAZ
5)Rümeysa ÇETİN
6)Nisanur TURGUT
7)Nisanur KARASU
8)Edanur Doğan
9)Ecem KARKA
Karakterimiz:ADSIZ
Gezdiği Şehir:BURSA
BURSA
MÖ. 3. yüzyılda Bithynialılar ve Prusiaslılar tarafından kurulan,adı “Prusa”olan,yazılı kaynaklarda “Bitinya” olarak da geçen,her karış yerinden tarih fışkıran,Tarihi eserleriyle anıtlar şehri kabul edilen, kestanesi,şeftalisi,havlusu ile ün kazanan,ipek böceği ile ticari zenginliğe ulaşan,iskender kebabı ile de markalaşan, yaz kış şifalı kaplıca sularından yararlanılan, festivaliyle,fuarıyla,Uludağ’ı ile ,çim ve su sporları ile doyasıya eğlenilen,
yeşiliyle örtünen, beyazıyla süslenen,ve mavisiyle de gülümseyen,’’ruhaniyetli bir şehir’’ denilen,Evliya Çelebinin seyahatlerine ilk başladığı,’’ ipek yurdu, büyük şehir, diri ve kadir olan tanrının nazargâhı, devletler taht merkezi ve eski Osmanlı başkenti ‘’dediği Bursa’dayım.
Karşımda büyük heybetiyle ,beyaza bürünmüş ,Osmanlı’nın ‘’kar hazinesi ve rahmet buzu ‘’olan Uludağ .
Büyük bir merak ve heyacan içinde bu tarihi ve kültür şehrini tanımak istiyorum.Osmanlı’nın ilk başkentinde olmanın mutluluğu içindeyim.
Bursa’nın merkezine doğru ilerliyorum.Türk ve Osmanlı tarihinde demokratik yaşama geçişin ilk adımının atıldığı topraklarda şehir merkezine doğru ilerlerken,bu muhteşem şehrin tüm tarihi değerlerini ve güzelliklerini kucaklıyor gibiydim.Birden yüreğimi hüzün kapladı.Benim görmek istediğim Bursa bu değil.Baktığım yerlerde tarih ile ilgili bir yapı göremiyorum.Nereye baksam modern yollar ve binalar görüyorum.Bursa’nın eteklerinde kurulan Bursa kaybolmuş,ovasında modern bir Bursa doğmuş.
Bu buruk duygular içinde Ulucami ve hanlar bölgesine geldim.Aman Allahım ne muhteşem bir görüntü.Karşımda Ulu Cami ve Hanlar Bölgesi.Diğer tarafta surların göründüğü Tophane.Nereye baksam tarih kokusu aldığım, tarihi Bursa’nın merkezindeyim.Gezimi Bursa’nın kalbi Ulucami’yi gezerek sürdürmeye karar verdim.
Tarihi değeri yüksek bu muhteşem yapının karşısında gururlanmamak mümkün değil.2 minaresi,20 kubbesi,2200 metre kare alanı olan ,müslüman dünyasının 5. önemli camisi kabul edilir.Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıd Niğbolu zaferinin ganimetiyle yaptırmıştır.Cami’de ilk hudbeyi Somuncu Baba vermiş.İlk imamı ise Süleyman Çelebi.
Caminin üç kapısı bulunmaktadır.Doğu kapısından içeri girince ,orta kısmında normalde camilerde görmeye alışkın olmadığımız şadırvan bulunmakta.Şadırvanın üstü önceden açıkmış yağmur sularının toplanması için.Gördüğümde cam ile kapanmış idi.Her tarafı tarihi bir sanat eseri.Minberine bakınca çok etkilendim.Yapımında çivi ve yapıştırıcı kullanılmadan yapıldığını görüyorum.Bir tarafında Güneş sistemi ve gezegenleri temsil eden kabartmalar diğer tarafında gelaksileri betimlediği düşünülen farklı renklerde sedef kakmalar birer harika.Minberi sağ tarafında asılı duran siyah bir gözüme takıldı.Bu örtü Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır seferi sonucu camiye hediye edilmiş.Saf altın ipliklerle üzerine ayetler işlenmiş olan bu örtü ,rutubetten işlemelerinin bir kısmı dökülmüş olmasına rağman yüz yıllar boyunca deforme olmadan kalabilmiş.Gözümü tavana çevirince birbirine benzer,aynı boyutta 20 kubbe ile karşılaştım.20 cami yerine yapılmış
Etrafı incelemeye devam edince hat levhaları gözüme ilişti.Bunların sayısının 192 olduğunu,O dönemlerin en önemli hattatları tarafından yapılmış en değerli dekoratif eserler olduğunu öğrendim.
Camiden çıkınca, Ulucami ve Orhan Camii’nin hemen altındaki Kapalı Çarşıya geçtim.. Orhangazi zamanında Hanların araları çatı ile kapatılarak kapalı çarşılar meydana getirilmeye başlanmış ve Kapalı Çarşı’nın ilk hali(ilk bedesten) bu şekilde oluşmuş.Daha sonraki yıllarda Sahaflar, Akatarlar, İvaz Paşa, Gelincik, Sipahiler, Karacabey (Yorgancılar, Sandıkçılar) Eski bakırcılar Çarşıları eklenerek kapalı çarşıyı oluşturmuşlardır. 1958 yılında tamamen yanan kapalı çarşı yeniden inşa edilmiştir; ilk halinde olduğu gibi tek katlı olarak değil; alttan zemin kat, sokak seviyesinde ve yolların iki tarafında dükkanlar ve dükkanların üst katları olarak inşa edilmiştir. Çarşının üstü de modern bir şekilde kapatılmıştır. 1855 depreminde yıkıldıktan sonra üstü açık kalan İvaz Paşa ve Eski Bakırcılar Çarşıları da 1960 yılında restore edilerek üstleri kapatılmıştır.Edindiğim bilgilere göre Bursa fethedilmeden önce yalnızca ticaret yolu üzerindeki bir Askeri Üs’müş.Ancak Osmanlı Bursa’yı Tüm Zamanların En Güzel Şehri haline getirirken bu çarşıyı da beraberinde yaptırmış .
Bursa’ya yolunuz düşerse mutlaka uğramanız gereken yerlerin başında gelir Kapalı Çarşı. Gerçekten çok büyük bir yer. Pazarlar, tarihi hanlar vb. alanlarda muhteşem bir tarihi atmosfer içinde hiç yorulmadan saatlerinizi geçirebilirsiniz. Dükkânlarında mücevherinden havlularına, ipek kumaşlarından abiyelerine, günlük her türlü giysisine, çantacısından ayakkabıcısına, oyuncakçısından kuruyemişçisine, her türlü ihtiyacınızı karşılayacak mağazalar var .
Kapalı Çarşıya bağlı olan Vakıf Bedesten Kuyumcular Çarşısı’na yol aldım. Çarşıya girer girmez çok güzel bir çeşme bizi karşılıyor ve çeşmenin yanında bu çarşıyı tanıtan bir yazı bulunuyor. Yazıda ’’ Osmanlı Devletinde ilk defa Orhangazi tarafından Bursa’da emir hanı ve epeyce geniş bir çarşı yaptırılmıştır. Fakat 14. Asırdan itibaren şehrin bir ticaret merkezi haline gelmesi, Yıldırım Beyazıt tarafından Bedestenin kurulmasına sebep olmuştur. Ulucami’ ye bakan kıble tarafında sark köşesine kadar mevcut 12 dükkan Orhangazi vakfındadır. Yeni Bedesten ve bugün adetleri 56 olan diğer dükkanlar Yıldırım Beyazıt’ın kendi vakfıdır. Bedestenin geçirdiği tamiratlar hakkında bir bilgi yoktur. Fakat birçok tamirler gördüğü eski izler ve resimlerden anlaşılmaktadır. Kıble kapısında bir Kelime-İ Tevhid İle(Bazazistan) yazılı olduğu bilinmektedir. Bu yazılar kaybolmuştur.1958 çarşı yangınında çok hasar gören bina baştan aşağıya tamir edilmiş ve on kubbesi yeniden yapılmıştır. Orta geçit yeri ve onu çevreleyen otuz iki mahzen dört kapı ve etrafında altmış sekiz dükkanı ile müstakbel Osmanlı bedestenlerinin ilk numunesini teşkil etmektedir.’’ yazıyor. Çarşının giriş kapısının sağ ve sol tarafında koridorlar bulunuyor ve isminden de anlaşıldığı üzere kuyumculuk yapılıyor.
Fidan hanın kapısındayız.Koza hana benziyor.Keyifli zaman geçirilecek bir yer.Bir kahve içimi için hana giriyorum.Bir Türk kahvesi içerken huzur buluyorsunuz.
Gezinirken kendimi Pirinç hanın içinde buluyorum.1. Beyazid tarafından yapılmış.İstanbul’daki cami ve imaretlerine gelir sağlamak için yaptırılmış.
Prinç hanın güneyinde İpek hana geliyorum.Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmış.
Kapalı çarşının batı kapısından çıkınca, karşımda Balıbey hanı görüyorum.Timutaş paşa’nın kabrinin yanından geçerek hana varıyorum.Osmanlı’nın ilk üç katlı hanı özelliğini taşıyor.Hanın girişinde lokantanın içinden geçerek bir mağara bulunmakta.Buradan yorgancılar çarşısına ilerliyorum.
Yorgancılar çarşisı Sof (yün) Pazarı olarak da anılmış. Karaca Bey tarafından yaptırılmış ve İplik ve pamuk yapan esnafların bulunduğu çarşıymış. Kapalıçarşı’nın bir bölümünü oluşturmakta. Bedesten’in doğusunda, kuzey-güney istikametinde uzanan çarşı, günümüzde de aynı adla anılmakta. Çarşının bir ucu, Sipahiler ve Gelincik Çarşısı ile Bedesten‘e açılmaktadır. Gezdiğim diğer çarşılara göre küçük bir çarşı ancak tıpkı diğer çarşılar gibi güler yüzlü esnaflara sahip bir çarşı .Yorgan ,yastık, yün ,elyaf , çarşaf ve battaniye gibi ihtiyaçlarınız varsa mutlaka uğramanız gereken bir çarşı.
Yorgancılar Çarşısı’ndan sonra Aynalı Çarşı’yı burayı bulmak benim için zordu ama kesinlikle buna değdi.Çünkü çarşıların arasında beni en çok büyüleyen ve evet ben gerçekten tarihi bir mekandayım dedirten yer burası oldu.Bu çarşı cidden çok küçük ama görülmeye değer.Bu çarşıda yalnızca antikalar satılıyor.Ben gitmeden önce çarşının aynalarla dolu olduğunu düşüyordum ancak bir adet dahi aynacı bulunmuyor.Ayrıca edindiğim bilgilere göre Orhan Gazi’nin Hisar dışında kurduğu Külliyenin hamamı olan yapı, aynı zamanda şehrin ilk çarşı hamamıymış.
Ulucamii’nin arka tarafında bulunan çarşı.çarşılar bölgesine uzanır .Ulucamii inşaatı sırasında işçilere ekmek dağıtan Somuncu Babanın ve Eskici Baba’nın bu çarşıda dükkanları olduğu söylenmektedir. Ulucamii kuzey kapısından camiinin bahçesine çıkıldığında 2 şadırvanın arasından Eski Sahaflar ve Gelinlikçiler çarşısına inilir.Bu çarşı adından da anlaşıldığı gibi yalnızca gelinlik satar.Tek koridordan oluşan küçük bir çarşıdır.
Çarşı bölgesinin kapısından, doğuda Tuz Pazarı’na doğru uzanan Uzun Çarşı, Bursa’nın en hareketli alışveriş bölgelerindendir. 15.yüzyılın ilk yarısında en eski alanı burasıdır. Koza Han’ın kuzey Uzun Çarşı olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi, Seyahatname’de Uzun Çarşı’da 9000 dükkanın bulunduğunu belirtir. 1855 yılına ait bir fotoğrafta üzerinin kapalı olduğu görülür. 1927 senesinde, il genel meclisinde Uzun Çarşı’nın üzerinin açılmasına karar verilmiştir. 2008 yılında dükkan cepheleri düzenlenmiş, çarşının üstü halkın her türlü hava koşulunda alış-veriş yapması için yeniden örtüşmüştür. Geçmişte daha ziyade tuhafiye ve kumaşçıların bulunduğu çarşıda, günümüzde ağırlıklı olarak hazır giyim esnafı faaliyet göstermektedir.
Cümhuriyet caddesinde ilerliyorum.Geyve Han karşımda.Lonca hanıda deniliyor.XV y.yılda Hacı İvaz Paşa tarafında yapılmış.Hanın arka kısmında Tahıl hanı bulunmakta.
Tuzpazarı denilen yerdeyim.Karşıma yine bir han daha çıkıyor;Çukur han.II.Murat zamanında Yıldırım Bayezid’in damadı tarafından yaptırılmış.Osmanlı yiyecek maddelerinin satıldığı han olarak ilgi duyulan bir yer.
Bu büyüleci atmosferden çıkarak,dünyanın dört arastalı köprülerinden biri olan ırgandı köprüsüne doğru yola koyuldum.
Bursa’nın Yıldırım ilçesinde bulunan Tarih Irgandı Çarşılı Köprü ‘ye Gökdere Bulvarı üzerinden araba ile gittim ve köprüyü incelemeye başladım .
Osmangazi fethettiği sırada bu köprü yerinde savaşan yiğitlerden birinin gelen sese doğru kılıç vurmasıyla yer ırgalanmış ve sarsılmış . Ortaya bir hazine çıkmış ve bu köprüğü o yiğit hazineyi kullanarak yaptırmıştır . Bu bilgileri , Irganda Köprüsü ‘ nün sol tarafında Asina Sanat Atölyesi bulunan girişinde bulunduğumda sağ tarafımda Evliya Çelebi ‘nin yazmış olduğu yazıları tabeladan okudum . Biraz ilerlediğimde Nükhet Sanat Atölyesi ‘nin önünde bulunan çiniden yapılmış rengarenk yüzüklerin , bileziklerin , kolyelerin , mıknatıslı aksesuarların pencere önünde ve küçük bir tezgahta satıldığı gördüm . Dükkanın tam köşe kısmında saksıda yeşil bir bitki bulunmaktaydı aynı zamanda . Sol tarafa doğru yöneldiğimde Asina Sanat Atölyesi ‘nin önünde bulunan kahverengi , beyaz masalara konulmuş kolyeler , bilezikler , yüzükler , anahtarlıklar , bandanalar ve duvara asılmış olan mıknatıslı aksesuarlar renkleriyle ortama güzel bir görüntü katmaktaydılar . Aslında ortama en büyük güzelliği katan kapıların , pencerelerin ve tavanın bazı yerlerinde kullanılan ahşabın kahverengi rengi ile sarı duvarların uyumudur . Sağa tarafa doğru ilerlediğimizde sırada Dem Sanat Ney Ve Tesbih dükkanı ve Endaze dükkanı ile karşılaştım . Sol tarafımda ise Kubbe Sanat Hüsn-i Hat-Naht Cami Tezyinatı ve Irgandı Cafe bulunmaktadır . Irgandı Cafe’nin önünde koyu kahverengi renginde masa ve sandalyeler vardır . Yine sağ tarafa doğru ilerlediğimde Dar’ul Elhan Ney Atölyesi önünde gerçek çiçeklerden oluşan kolyeler , yaz ayakkabıları ve renkli yaz elbiseleri satılmaktadır . Sol tarafımda kalan Hanedan Sanat Atölyesi önünde ise birden fazla masalar ve diğerlerine göre büyük bir tezgah bulunmaktaydı . Yüzükler , kolyeler , bilezikler , küpeler , çantalar , kıyafetler , tesbihler , saatler ve daha başka el yapımı ürünler Haneden Sanat Atölyesi’nin önünde bulunmaktadır . Sağa tarafa doğru biraz daha ilerlediğimde Ahşap Oyma ve Feyezan Sanat Atölyesi ile karşılaştım . Ahşap Oyma dükkanı önünde tabureler vardı . Sol tarafa doğru yöneldiğimde önünde en çok kıyafet bulunan İpek Yolu Sanat Atölyesi ile karşılaştım . Kıyafetler yaz mevsimine uygun çok renkli elbiseler , tunikler ve gömleklerden oluşmaktadır . İpek Yolu Sanat Atölyesi’nin yanında olan Sanat Atölyesi önünde el yapımı askılı beyaz çantalar bulunmaktaydı . Sergilenen ve satılan bu ürünlerin hepsi birbirinden güzeller , bu köprüden geçtiğimizde birçok ürünü satın alabiliriz ve hatıra olarak saklayabiliriz . Köprünün arka tarafına doğru ilerlediğimde etrafının ağaçlarla kaplı olduğunu gördüm ve dükkanların arka kısımdan görünümünün ray üzerinde ilerleyen trene benzediğini fark ettim .Buradaki gezim bittikten sonra Yeşil Türbe ’ye gitmeye karar verdim .
Tarihi Irgandı Çarşılı Köprü ‘den yola çıkarak 5 dakika içinde Yeşil Mahallesine ulaştım ve türbeyi incelemeye başladım .
Çelebi Mehmet tarafından Hacî İvaz Paşaya yıllar önce yaptırılmış Yeşil Türbe’nin önünde bulunan merdivenlerden bakıyorum etrafıma . Sağ tarafımda Hasan Can efendinin mezarı bulunan avlu beyaz taşlarıyla , sağında ve merdivenlerin solunda bulanan kocaman ağaçların yanında rengini çok belli etmektedir . Yeşil Türbe etrafı yaklaşık yüksekliği 2 metre olan duvarlarla çevrilidir . Merdivenlerin sol tarında duvarların ön kısmında bulunan sarı , beyaz , mor ve kırmızı renlerinden oluşan çiçekler ortama çok hoş bir hava katmakta ve rengarenk bir görüntü oluşturmaktadır. Yeşil Türbe ise bulunduğu konum ve dış cephesinde ” Üretilmesi İmkansız Seramik ” olarak geçen mavi , yeşil , turkuaz renklerinden oluşan çinilerle kaplı olmasıyla tam bir tarihi mekan ortamı yaratmaktadır . Tabelayı okuyunca Yeşil Türbe’nin , adını dış cephesinde kullanılan mavi , yeşil ve turkuaz renklerindeki çinilerden aldığını öğrendim . Merdivenleri çıktım ve Yeşil Türbe ‘nin etrafını gezdim . Tam tamına sekizgen bir yapıya sahipmiş . Merdivenlerin tam karşısında üst kısmında yarım kubbe şeklinde bir oyuk bulunan kapıdan içeri girdiğimde ilk önce 9 adet sandukayı ( tabutu ) ve kapıyla aynı hizada bulunan mihrabı gördüm . En büyük ve ortada bulunan sarı , lacivert , beyaz renginde çinilerle kaplı sanduka Çelebi Mehmet ‘e aitmiş . Diğer 8 sanduka ise Çelebi Mehmet ‘in şehzadeleri ( oğulları ) : Mustafa , Mahmud , Yusuf ; kızları : Selçuk , Sittî , Ayşe , Hafsa ; ve sütannesi Dâye Hatun’a aittir . Mustafa ve Mahmud’un sandukası Çelebi Mehmet’in sağında , Yusuf’un sandukası solundadır ve Çelebi Mehmet ve oğullarının tabutları sekizgen bir platformun üzerinde bulunmakta ; Kızlarından Selçuk’un sandukası Çelebi Mehmet’in arka sol çaprazında 1. sırada bulunmakta , Sittî ‘nin sandukası Çelebi Mehmet’in arka sol çaprazında 2. sırada bulunmakta , Hafsa ‘nın sandukası Çelebi Mehmet’in tam arkasında 3. sırada bulunmakta , Ayşe’nin sandukası Çelebi Mehmet’in arka sağ çaprazında 4. sırada bulunmakta . Son olarak Dâye Hatun’un sandukası Çelebi Mehmet’in arka sağ çaprazında 5. sıradadır . Aynı zamanda Çelebi Mehmet’in sağında bulunan yeşil ve beyaz renkli Osmanlı bayrağı , solunda bulunankırmızı ve beyaz renkli Türk bayrağı bulunması renkleri itibariyle çok dikkat çekmektedir . Sarı , lacivert , beyaz renklerinde çinilerle kaplı olan mihrap kültürümüzde sanatın yerini oldukça belli etmekte . Kubbe şeklinde olan tavanda ise kırmızı , mavi ve turuncu renklerinde desenler , büyük pencerelerle ve bordo ,mor renklerine yakın bir avize ile beraber çok aydınlık ve renkli bir ortam oluşturmakta . Ortamdaki aydınlatmayı desteklemek için yerde bulunan aydınlatmalar görevini layıkıyla yerine getirmektedir
Yeşil Türbe ‘den Yeşil Cami’ye yürüyerek ulaşabildim çünkü birbirlerine çok yakınlar . Etrafı büyük bir merak içinde gezmeye başladım.
Çelebi Mehmet zamanında başlanılmış , 2.Murat zamanında tamamlanmış olan Yeşil Cami ‘nin girişi siyah demir bir kapıdan oluşuyor . İlk adımımı attığımda sağ tarafımda çimenlerin ortasında yuvarlak şeklini oluşturmuş sarı , beyaz , mor , pembe , kırmızı renklerinde çiçekler bulunmaktaydı . Sol tarafımda ise ağaçlar ve ağaçların arasında bulunan oturaklar bulunmaktadır . Yeşil Cami’nin önüne doğru ilerlerken yan kısımlarında bulunan rengarenk çiçekler beyaz duvarların süsü ve caminin ihtişamının belirtisi olarak görevini yerine getirmektedir . Yeşil Cami’nin koskocaman bir bahçesi vardır etrafında . Caminin kapısına doğru yaklaştığımda pencerenin etrafındaki desen ve oyukların aynı zamanda kapının üstünde üçgensi bir yapısı olan yarım kubbe çok dikkat çekmektedir . Duvarların üst kısmında kalan 4 tane oyuk adeta camiden dışarıyı izleyebileceğimiz balkonları andırmaktadır . Yıllar önce bu caminin yapımında taş kullanılmıştır . Yeşil Cami’nin duvarları beyaz , mimarisi ve kubbesi pembemsi renklerden oluşmaktadır . Kapıdan içeriye doğru ilerlediğimde ilk önce mermerle kaplı sekizgen yapılı şadırvanı gördüm . Tavanda aşağıya doğru sarkıtılmış dış kısmında çember , iç kısmında yıldız ve ampullerin çemberin etrafında bulunmasıyla oluşan çok dikkat çekici bir avize bulunmaktadır . Şadırvanın tam karşısında iki basamaklı merdiven , merdivenin çevresinde oturaklar vardır .Merdivenden yukarıya çıktığımda duvardaki mavi renklerindeki desenleri daha yakından görmüş oldum . Özellikle mihrapta bulunan desenler caminin mimarisindeki en detaylı işçilik olabilir . Kahverenginin açık ve koyu renkleriyle oluşan minber , mihrabın sağ tarafında bulunmaktadır . Duvarların üst kısımlarında bulunan mor , yeşil , mavi renklerinde bulunan renkli camlar içeriyi çok ferah göstermektedir . Halıların mavi renkli olması ortama uyum sağlamaktadır. Kapıdan girildiğinde sağ tarafta ve sol tarafta kalan bölmelere veya odacıklara iki basamaklı merdivenlerden çıkarak girebiliyoruz . Bu bölmelerde de bulunan desenler mavi tonlarındadır . Tavandaki kırmızı , kahverengi , sarı , mavi renklerindeki desenler çok güzel görünmektedir . Bölmelerin sağ tarafında dolap ve rahleler vardır . Bölmelerin ve mihrabın bulunduğu platformun arasında bulunan odanın pencerelerinin çevresine kapı şekli verilmiştir ve tavanda beyaz taşlardan oyuklar bulunmaktadır . Ortada üst kısmı kubbe şeklinde bir mihrap ve çevresinde oyuklarla oluşturulmuş desenler vardır . Tavanlarında mavi , sarı , yeşil , kırmızı , turkuaz renklerinde çiçekler ve yapraklar oluşturulmuştur . Desenlerin hiç biri göz yormamaktadır . Aynı zamanda petek şekli caminin birçok yerinde kullanılmıştır . Duvarda asılı olan saatler ise tarihi görünüme farklı bir bakış açısı katmaktadır . Bu caminin diğer camilerden farkına gelirsek Osmanlı döneminde ilk kez bu camide görülen (padişahların ibadeti için oluşturulmuş ) “Hünkar Mahfili” Yeşil Cami’de yer almaktadır . Çıkış kapısına doğru döndüğümüzde kapının sağında , solunda ve üstünde bulunan mavi desenli oyuklar “Hünkar Mahfili” olarak değerlendirilmektedir .
Yeşil Cami’den yola çıktıktan sonra Doyuran Cadde üzerinden çok kısa sürede Emir Sultan Türbesi’ne geldim ve etrafı incelemeye başladım .
Emir Sultan Türbesi , Emir Sultan’ın eşi ve Yıldırım Beyazıt’ın kızı tarafından yaptırılmıştır . Türbenin önünde yaklaşık 16-17 merdiven vardır . Merdivenlerin sağ tarafında ise içinde birçok mezar bulunan bir avlu bulunmaktadır . Merdivenleri çıktığımda girdiğim ilk kapıdan dümdüz ilerlediğimde önümde sekizgen , beyaz taşlardan yapılmış bir şadırvan ile karşılaştım . Etrafımı incelediğimde sarı , yeşil renklerinden yapılmış tavan süsleri ortamı çok güzel gösteriyordu. Şadırvandan sola doğru bir yay çizerek ilerlediğimde türbenin kapısını gördüm . Kapının sağ ve sol tarafında ayakkabı koymak için kahverengi raflı dolaplar vardı. İçeriye girdiğimde gözlerim ilk önce pencerelerin desenli tahta korkuluklarına takıldı . Odada 4 tane pencere bulunmaktaydı. Yerdeki sarı ve kahverengi renklerinden oluşmuş halı ile perdeler birbirleriyle çok uyumlulardır . Tavanda içi boş kahverengi dikdörtgenden oluşturulmuş desenler bulunmaktaydı . Oda taşlı güzel bir avizeye sahipti. Kapıdan girince sağ tarafta kalan duvarda kahverengi ve beyaz renklerinden oluşmuş bir kapı deseni bulunmakta idi . Sol taraftaki duvarın ortasında ise başka bir odaya açılan gerçek bir kapı bulunmaktaydı. Bu kapının sol tarafında kalan bölgede askılara asılmış çeşitli kıyafetler , sağ tarafında tahtadan yapılmış içinde Kur’an-i Kerim ve bazı kitaplar bulan bir dolap , üstünde ve sol yanında içinde Arapça yazılar yazan orta boy tablolar bulunmaktaydı .Artık içeriye girme zamanı gelmişti . İçeriye girdim ve ilk önce odanın ortasında bulunan en büyük sandukayı (tabutu) gördüm . Bu sanduka Emir Sultan hazretlerine aitti . Solunda oğlu Emir Ali’nin sandukası , sağında ilk sırada Hundi Hatun’un sandukası , ikinci ve üçüncü sırada kızlarının sandukası vardı . Toplam beş sanduka bulunan bu odanın yıllar önce ne derecede titizlikle inşa edildiği görüntüyse belli olmaktadır . Emir Sultan ‘ın sandukası önünde kırmızı üzerine beyaz Türk bayrağı , yeşil üzerine beyaz Osmanlı bayrağı ; çevresinde sarı rengine sahip desenlerle oluşmuş demir vardır . Sandukaların hepsi üzerinde lacivert ve mavi renklerinden oluşmuş örtüler ile kaplıdır . Odanın camları üst kısmı oval alt kısmına doğru dikdörtgen sekline sahiptir .Bu odanın avizeside beyaz taşlardan oluşmaktadır . İlk girdiğim odanın biçimi kareyken , bu odanın biçimi sekizgen yapılıdır ve tavan kubbe şeklindedir . Etrafı biraz daha inceledikten sonra dışarıya çıktım ve birbirine çok yakın olan Emir Sultan Türbesi ve Camisi’nin birbirine yakın renkleriyle oluşan uyumunu gözlemledim . Emir Sultan Camisi’nin mimarisi binanın kubbe şeklinin arkasından çok hoş görünmektedir . Yapısı dikdörtgen üstüne , çapı bulunduğu zeminden küçük bir silindir konulmuş gibi görünmektedir ve caminin çok fazla penceresi bulunmaktadır .
Emir Sultan Türbesi’nden sonra Yıldırım Beyazıt Türbesi ‘ne Karadut Caddesi üzerinden geldim ve etrafı gezmeye başladım .
Yıldırım Beyazıt Türbesi , Yıldırım Beyazıt’ın oğlu Süleyman Beyazıt tarafından yaptırılmıştır .Türbeden içeri girdiğimde odanın ortasında Yıldırım Beyazıt’ın sandukası (tabutu) , sağ tarafında biraz geride Şehzade Musa Çelebi ‘nin sandukası , sol tarafında biraz geride Şehzade İsa Çelebi’nin sandukası , arka tarafında Şehzade Musa Çelebi’nin eşinin ve kim olduğu bilinmeyen iki kişinin sandukası vardır . Yıldırım Beyazıt ‘ın sandukası etrafı yeşil demirlerle , diğer sandukaların etrafı kahverengi tahtadan yapılmış koruma ile çevrilidir . Yıldırım Beyazıt ‘ın sağında Osmanlı bayrağı , solunda Türk bayrağı bulunmaktadır. Tabutu üzerinde de üstü kahverengi devamı beyaz kavuğu ve kavuğun altında mavi , kırmızı , sarı renklerinde bir kumaş vardır . Tabutunun üstüne örtülen örtü sarı ve kahverengi renklerinden oluşmaktadır . Diğer sandukaların üzerindeki örtü yeşil renktedir . Odada bulunan pencere kenarları beyaz , mavi , kahverengi renklerinden oluşan desenlerle , kubbe açık ve koyu kahverengi , mor renklerinden oluşan desenlerle kaplıdır . Pencere aralarında kalan kısımlarda üçgen oyuklardan mimari desenler bulunmaktadır . Alt kısımlarda bulunan pencereler duvardaki oyukların iç kısmında yer almaktadır . Türbenin avizesi beyaz taşlardan oluşmuştur . Türbenin dış yapısını gözlemlediğimde ; türbenin önünde üç basamaklı bir merdiven , sağında ve solunda merdivenin uç kısımlarında küp şeklinde bir mermer , mermerden tavana dayandırılmış kahverengi silindir direkler bulunmaktadır . Uzaktan bakınca direklerin sağında ve solunda kalan binanın köşelerinden yere dayanan dikdörtgen direklerle beraber dört direk arası üç boşluk ve üç ayrı zemin oluşmuştur . Kenarlarda kalan iki boşluğun platformu oradaki boşluktan yüksektir . Orta boşluk giriş kapısına açılmaktadır Direklerin tavanla birleştiği yere dalga görünümü verilmiştir. Kenarlardaki boşlukların sonunda kalan duvarların ortasında pencereler bulunmaktadır . Her boşluğun tavanında ayrı ayrı kubbe şekli olan yapılar vardır
Yıldırım Beyazıt Türbesi’ne çok yakın olan Yıldırım Beyazıt Camisi’ne yürüyerek geldim çünkü birbirlerine çok yakınlardı . Camiye geldikten sonra önce dış yapısını , sonrada içerisini gezmeye başladım .
Caminin önünde kahverengi sekiz direği , gri renkte bir kubbesi bulunan bir şadırvan bulunmaktadır . Caminin dış yapısında altı kolondan beş aralıktan oluşan bir görünüm vardır .Her bir aralığın üstünde toplam beş kubbe bulunmaktadır. Kapıdan içeri girdiğimde önce sağ ve sol tarafta bulunan ayakkabı koyma yerleri vardır. Biraz daha ilerlediğimde sağ tarafta merdivenli “Müezzin Mahfili” , sol tarafında bulunan kapıdan girildiğinde kadınlara ayrılmış bölüm , biraz daha ilerlediğimde sağ ve solda kalan kapısız önünde merdiven bulunan odacıklar , ilerlemeye devam ettiğimde sağ ve solda kapısı bulunan ve odacıklara açılan bölmeler ; karşımda üç basamaklı merdiveni bulunan platform ve platformun üzerinde bulunan mihrap , minber , vaaz kürsüsü camiyi oluşturmaktadır . Caminin avizesi yuvarlak şeklinin etrafında ampullerle çevrili haldedir . Halıları mavi ; duvar desenleri kahverengi , sarı , maviden oluşmaktadır . Mihrabın üzerindeki sarı , kırmızı , mavi , lacivert , kahverengi renkleri ve caminin renkli camları ortama ferah bir hava katmıştır . Odacıkların tavanında bulunan taştan desenli yapıları harika bir işçiliktir . Dış mimarisinde de bulunan taştan desenler ve oyuklar bu caminin güzelliğini ön plana çıkarmaktadır .
Yıldırım Beyazıt Camisi’nden Bursa Tofaş Anadolu Arabalar Müzesi’ne gitmek için Barutlu Caddesi’nden Gökdere Bulvarı’na geçtim ve 5,6 dakika içinde müzeye ulaşmayı başardım . Geldiğime göre artık gezmen gerekiyordu .Etrafı çok dikkatli bir şekilde gezmeye başladım.
Birinci girişinden girdiğimde sağ , ikinci girişinden girdiğimde sol tarafta bulunan müzede yıllar önce kullanılmış araçlara örnekler vardır . Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 2000 yıllık savaş arabası, çift beygirli at arabası ve öküz arabası , tahta tekerlekler , Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden bulunarak bir araya getirilmiş kağnılar , top arabaları , odun arabası , ot arabası bu müzede bulunmaktadır. At ve öküz arabalarının deri koltukları vardır . Üç araba yan yana dizilmiştir ve dördüncü araba tavana asılmıştır . Duvarlarında eskiden bu arabalarla çekilmiş fotoğraflar bulunmaktadır . Müzenin kapısında girdiğimde sol tarafta bulunan kapıdan içeri girdim ve kare bir yol izleyerek müzede bulunan arabaları inceledim . İnsan fosil kalıntısı , eski taşlar , insan heykelleri ve çalıştığı dükkanları örnekleyen odalar bu müzede bulunan diğer eserlerdendir . Müzenin önünde kozaklık bulunmaktadır . Ayrıca çok büyük bir bahçesi bulunan bu müzenin etrafında anıt ağaçları vardır .
Tofaş Anadolu Arabalar Müzesi’ne çok yakın olan bu türbeye yürüyerek gittim önce Fabrika Sokağına sonra Park Sokağına geçerek Çobanbey Türbesi’ne geldim .Etrafımı büyük bir dikkatle incelemeye başladım .
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in oğlu Çoban Bey tarafından 14. yüzyıl başlarında yaptırılan bu türbenin kubbesi betonla kaplı , giriş kapısının önünde de tuğla bulunmaktadır . Duvarları da taştan oluşmaktadır .Kapının turkuaz renginde olması ortama farklı bir renk katmıştır. Kapının bulunduğu ön kısımda hiç pencere yoktur. Binanın sol tarafında bulunan pencereleri gözlemlediğimde alt tarafta bulanan pencerelerinin dikdörtgen şeklinde , yukarıda kalan pencerelerin üst kısmı oval , alt kısmı dikdörtgen şeklinde olduğunu fark ettim. Pencerelerden içeriye baktığımda yerde kırmızı bir halı bulunmakta olduğunu , mermerden yapılmış platformların üzerinde tabutlar olduğunu gördüm. Odada Çoban Bey’in tabutu ile beraber toplam 5 tabut vardır . Her tabutun yanında bazıları beyaz bazıları pembe renkli beyaz vazo içinde çiçekler bulunmaktadır . Duvarda gümüş veya bakırdan yapılmış şekli yuvarlak olan eserler asılıdır . Odanın avizesi beyaz taşlardan yapılmıştır. Kapıdan girildiğinde sağ tarafta kalan içinde kitaplar bulunan bir dolap vardır . Dolabın yanında duvara asılı olan Kâbe fotoğrafı bulunmaktadır . Duvarlar yukarıda kalan pencerenin sınırlarına kadar taştan yapılmış pembe ,kahverengi renklerine ; geri kalan kısım beyaz rengine sahiptir . Tabutların üzerlerinde yeşil renkli üzerinde sarı cami resmi olan örtüler serilmiştir . Binanın etrafını incelediğimde yeşil bahçesini ve ağaçlarını fark ettim . Bilgi panosunu okuduğumda Çoban Bey’in çocukları tarafından yaptırılan Çoban Bey Mescit ‘inin ve medresesinin 1855 yılında yıkılarak yok olduğunu ama Çoban Bey Türbesinin günümüze çeşitli onarımlarla ulaştığını öğrenmiş bulundum
Çobanbey Türbesi’nden Kapıcı Sokağına araba ile ilerledim ve daha sonra Köşk Caddesine kadar ulaştım ve etrafı gezmeye , kapının girişinden başladım .
Yıldırım ilçesinin eteklerinde , kapıdan ilk adımı attığımda sol tarafta bulunan Hünkar Köşkü Müzesi kocaman bahçesi ve binasıyla insanların ilgisini çekiyordu . Bahçe girişinde zeminin döşemelerinin orijinal çakıl mozaikten döşemeleri köşkün inşa edildiği yıl içinde yapıldığı için çok eskidir .Buna rağmen köşkün bahçesi çok güzel görünmektedir .Köşkün yapısı dikdörtgen prizma şekline arka tarafının tam ortasına eni boyundan küçük bir dikdörtgen prizma ve çatısında yine tam ortada merdivenlerin hizasıyla aynı uzunlukta bulunan üçgen prizma bir yapının bulunmasıyla oluşmaktadır . Tahta kapı ve pencerelerinin turuncu , kahverengimsi rengi duvarların sarımtırak rengine uyum sağlamıştır . Merdivenin karşılıklı kenarlarında bulunan beyaz direkler çatının üçgen yapısına dayandırılmıştır . Direkleri birleştiren kısımda , desenlerle oluşturulmuş görselliği destekleyen beyaz renkli tavanda ve binanın farklı yerlerinde parçalar bulunmaktadır . Köşkün önünde dört basamaklı dikdörtgen merdivenlerden ilerleyerek kapıdan içeri girdiğimde karşıdaki odanın sonuna uzanan bir kırmızı halı ile karşılaştım . Oda tavanlarını süsleyen mavi ve krem renkleriyle oluşturan “kalem işi” süslemeler , ayna çerçeveleri , kornişler ,koltuk ve sandalyelerde kullanılan varak kaplamalar , yerdeki kırmızı üzerine sarı çiçekler bulunan halı , odayı zengin göstermeyi başarmıştır . Bu odaya kabul salonu adı verilmiştir .Odada Abdülmecit’in , Abdülaziz’in ve 5. Reşat’ın gerçeğe yakın heykelleri bulunmaktadır . Odada bulunan pembe üzerine sarı çiçekler , diğer halılar ; perdelerdeki pembe üzerine kırmızı, sarı renkleriyle oluşturulmuş desenler ; koltuklardaki kırmızı üzerine oluşturulmuş sarı desenler , halının ortasındaki masa , sandalyelerin çevresi , duvardaki altın kaplamalar uyum içinde bulunmaktadır. Odanın 18 kollu bohemya tipi avizesi salonu büyük olmasına rağmen aydınlatmaktadır . Odada beyaz giriş kapısı hariç iki kapı daha bulunmaktadır . Odanın doğusunda bulunan kapı Atatürk’ün odasına açılmaktadır . Bu odada Atatürk’e ait koyu kahverengi renginde masa , sandalye ve dolap ; altın kaplamalı iki sandalye ile krem renklerinde iki ayrı perde ve iki pencere vardır. Atatürk ‘ün karyolası üzerinde “K&A” imgesi bulunmaktadır . Atatürk ‘ün takım elbise giymiş heykeli ise çok gerçekçi görünmektedir . Odanın sağ , dolabın yanında bulunan ikinci kapıdan girdiğimizde Atatürk’ün çalışma odası ile karşılaştım . İçeride Atatürk’ün tahtadan yapılmış ayna çerçevesi , sandalyeleri ve masası bulunmaktadır . Bu odadan da çıktıktan sonra kırmızı halıyla kaplı ahşap oymalı korkulukları bulanan merdivenden inerek bodrum katını gezmeye başladım .Odanın ortasında bulunan mini havuz nedeniyle bu odaya “Havuzlu Oda” denilmektedir .Bu odanın sağında ve solunda ikişer kapı bulunmaktadır . Sağ tarafta bulunan ilk kapı Atatürk’ün manevi kızları Sabiha ve Ülkü’nün odasıdır . Odada kızların ranzaları , dolapları ve kahverengi halıları vardır .Odanın sağında bulunan ikinci kapı “Yemek Odasına” açılmaktadır .Odada 14 sandalyeli kenarları oval , açılır kapanır ceviz masa bulunmaktadır . Tavanın tam ortasında yeşil bir ortama uzanmış aslan figürü resmi , odanın neresinden bakılırsa bakılsın bakana dönük konumda algılanmaktadır . Odanın üç penceresi ve üç dolabı vardır . Pencerelerin perdesi kırmızı ve sarı şeritlerden oluşmuş dalgalı biçimdedir . Odanın sol tarafında bulunan kapılardan biri oturma odasına açılmaktadır . Odada Dünya’da tek , eşi benzeri olmayan mavi ,mor ve pembe renklerinden oluşan 175 yıllık el yapımı sürme camlardan yapılmış avize bulunmaktadır .
Okçu Baba adıyla bilinilen asıl adı Nusret Paşa olan bu zat Orhangazi zamanında askerlerimize ok yapımında yardım eden önemli bir ustaymış. Söylentilere göre Okçu Baba bir gün yay ve okunu alıp Uludağ’a çıkmış ve bu ok nereye düşerse benim mezarımı oraya yaparsınız demiş .
Şimdi türbesinin bulunduğu kırk merdivenlerin biraz yukarısında Tophane’ye yakın bir yerdedir. Bu vesileyle çok değer verdiği Osmangazi ve Orhangazi’ye vefatından sonra da yakın olmuştur” Bu yazıyı Okçu Baba Türbesi’nin girişindeki tabelada okuyup çok etkilenmiştim. Türbe etrafında banklar olan aslında herkesin önünden geçip gittiği bir yerde Kare planlı ve tek kubbeli bu türbe demir parmaklıklarla kapalı ama içi rahatlıkla gözüküyor. İçeride Okçu babanın sandukası bulunuyor ve birkaç eşya var.
Yönümü Tophane denile eski kaleye yöneltim. Tahtakale’nin içinden gitmeye karar verdim.Burası Bursa’nın merkezi ve simgesi olan surların hemen yanında, diğer çarşılara nazaran ufak tarihi bir çarşı. Yerleri Arnavut kaldırımı taşlarıyla döşenmiş, esnaf samimiyetini hala koruyan Tahtakale’de kahverengi ağır basmakta. Eskiden bir sarayı çevreleyen surların güneybatı kapısından çıktığınızda kendinizi bu çarşıda bulursunuz. İlerledikçe tarih ve yaşanmışlığı içinize işler. Şöyle bir baktığınızda birbirleriyle konuşup gülüşen esnafları köylerinde ürettiklerini satan köylüleri, alışveriş yapan ya da meydanda dinlenen halkı görürsünüz. Sur kapısından başlayan Tahtakale, Bursa’nın bir diğer simgesi Heykel’in üst sokaklarına kadar uzanmakta. Çarşı çiçekçilerden tutun, balıkçıya, fırına kadar her şeyi bulabileceğiniz dükkanlara sahip. Özellikle organik şeyler arıyorsanız köylü pazarını ziyaret etmelisiniz.
Muhteşem surlarle karşılaştım.Saltanat Kapısı önünde kendimi buldum.Bu kapı Osmanlı zamanında Bursa surlarının en büyük ve en görkemli kapısıymış aynı zamanda ipek ve baharat yoluna açılan ana kapıymış. Gösterişli tören ve geçitlerde kullanılmış. Günümde restore edilmiş haliyle tüm ihtişamıyla duruyor. Okçu Baba Türbesini ziyaret ettikten sonra karşıya geçerek bu kapıyı ve surları inceledim turist veya yerli halk bu kapıda fotoğraf çekiliyordu. Surların yukarısına çıkan merdivenleri çıktım buradan manzara çok güzel gözüküyordu. Hatta tam bulunduğum surların üstünde Osmangazi’nin oğlu Orhangazi’ye “Beni şuradaki gümüş kümbete koyun” dediği bilinmektedir.
Surlardan çıktıktan sonra karşıma pembe küçük bir konak çıktı içeri girdiğimde eski tarihi yapısı bozulmadan dekore edilmiş harika bir Cafe çıktı. Önce konağın içini üst katını gezdim burası tam eski bir konak şeklinde dekore edilmişti .Camlardan ise harika Ulu Cami manzarası izleniyordu. Bahçeye çıktığımda ise surların üstünde masa sandalyelerin olduğunu gördüm oturup Ulu Cami manzarası eşliğinde kahvemi içtim gerek sunum gerek servis harikaydı . Burada harika vakit geçirip dinlendikten sonra tekrar surlardan merdivenlerden aşağıya inip surlardan geçerek Osman Gazi ve Orhan Gazi türbesinin bulunduğu Tophane Saat Kulesinin yer aldığı Tophane Parkı’na yöneldim.
Burası gerek yerel halk gerek turistlerle oldukça kalabalıktı. Oradaki bir taşın üzerinde Osman Gazi ve Orhan Gazi Türbesinin Unesco tarafından koruma altına alındığı yazıyordu. Osman Gazi Türbesi’ne girmeden önce İstiklal Şehitleri mezarlarını gördüm. İnsanlar etraflarını inceliyor fotoğraf çekiliyor dua ediyordu bunları görmek beni mutlu etti.
Osman Gazi Türbesine girdim. Oradaki yazıdan bilmediğim ve bildiğim pek çok bilgiyi
okudum. Osman Gazi’nin oğlu Orhan Bey 1326 yılında Bursa’yı fethettikten sonra babasının vasiyetini yerine getirerek onu “Gümüşlü Kubbe” adıyla anılan aslında bir Bizans şapeli olan yere defnetmiştir. Günümüzde Osman Gazi’nin mezarının bulunduğu yapı 11. Yüzyılda olduğu bilinen Saint Elias Manastırı’ndaki şapelin yerine yapılmış.2014 yılında Unesco tarafından Dünya Mirası listesinde yer almıştır. İçeriye girince ortada büyük sedef kaplamalı olan Osman Gazi’ye ait olan sandukanın etrafında 16 tane daha sanduka vardı. Bu sandukaların biri Osman Gazi’nin diğer oğlu Alaaddin Bey’e aitti. Diğerleride Osman Gazi zamanında yaşamış önemli büyüklerimizdi.
Osman Gazi Türbesi’nden çıktıktan sonra gözüme üstünde yazı olan camdan bir taş çarptı okuduğumda onun Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı Bülbül adlı şiir olduğunu anladım. Hikayesini araştırdığımda ise şaşırmış ve böyle bir bilgi edindiğim için sevinmiştim. “ 8 Temmuz’da Yunan kuvvetleri Bursa’ya girmişlerdi. Yunan kuvvetlerinin başındaki teğmen Venizelos’un oğlu Sofokles doğruca Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’nin türbesine girmiştir. Orada sandukaya ayağını dayayıp çektirdiği fotoğraf tüm dünya basınına yayılmıştı. “Kalk koca Türk! Senden ırkımın intikamını almaya geldim. Bak kurduğun devlet parça parça oldu. Bursa’yı eski sahibine iade ettik. Kalk! Seni bir kere daha öldüreyim de ırkımın intikamını alayım.” Demiştir. Bu acı olayların sonucunda Mehmet Akif Ersoy “Bülbül” adlı şiirini bir gecede tamamlamış. Bu hikâye beni çok etkilemişti. Biraz bu olayları düşündüm ve etrafı inceledim. Osman Gazi türbesini ziyaret ettikten sonra hemen yanındaki oğlunun yani Orhan Gazi’nin türbesine yöneldim.
1326 yılında babasının gerçekleştiremediğini gerçekleştirerek Bursa’yı fetheden Orhan Gazi’nin mezarının bulunduğu yer 11. Yüzyılda olduğu bilinen Saint Elias Kilisesi’nin yerine yapılmıştır. Türbenin zemininde de görünen mozaikler bunun kanıtıdır. Türbede 21 sanduka bulunmaktadır. Orhan Gazi’nin sandukası en ortada bulunmaktadır. Ayrıca türbede Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun ve diğer önemli kişiler yer almaktaymış. İçeri girdiğimde Osman Gazi türbesinden farklı olarak yerde halının olmadığını ve ayakkabıların çıkarılmadığını gördüm . Ortada bulunan Orhan Gazi’nin sandukası en büyükleriydi.
Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini ziyaret ettikten sonra Tophane Saat Kulesine doğru yürüdüm öncelikle saat kulesinin yanına sıralanmış 5 tane savaş topu vardı. Buraya Tophane denmesinin sebebi ise geçmişten günümüze kadar hala ramazan ayında sahur ve iftar vakitlerinde top atışı yapılmasıdır. Tophane Saat Kulesi ise eskiden Bursa’yı panoramik olarak gördüğü için yangın kulesi olarak k Tarihi yapıları inceledikten sonra biraz da Bursa manzarasını izledim Tophane Parkı’ndan Bursa’nın çoğu yeri gözüküyor . Burada da bazıları fotoğraf çekiliyor bazıları manzarayı inceliyordu. Yeni restore edilmiş haliyle aşağıya doğru merdivenler iniyor.
Bu muhteşem yerden ayrılarak Balabnbey kalesine doğru ilerlemeye başladım.Her yerde tarihin izlerine raslanıyor. Üftade türbesi karşıma çıkıyor.Dua ederek yanından geçiyorum.. Balabanbey kalesine varıyorum.’Osman Gazi, biri kentin doğusundaki tepede, diğeri de kentin batısındaki kaplıcaların yakınında olmak üzere, havale kulesi dediğimiz iki tane gözetleme yeri yapmış ve giriş-çıkışları kontrol ederek kenti ablukaya almış. Bunlardan doğudakine Balaban Bey, batıdakine de Gazi Aktimur dizdar, yani kale komutanı, olarak atandığı bu kulelere onların adları verilmiş.
Osmanlı’nın yaptığı ilk kale olan Balabanbey kalesini gördükten sonra Tophane’den biraz aşağı doğru indiğinizde açık tonlardaki mimarisiyle Fabrika-i Humayun sizi karşılıyor. Eski yapısı, ortadan ayrılmış hatlarıyla bize görsel bir şölen sunuyor. Tarihçesine bakalım biraz da; 19. Yüzyıl ortalarında başlayan ülkenin devlet eliyle endüstrileşmesi çabalarının bir ürünü olarak 1852’de kurulmuştur. Muradiye’de Cilimboz deresinin kenarındadır. Sarayda kullanılacak ipek halı ve kumaşlar için iplik üretme amacıyla devlet eliyle kurulmuştur. Avrupa sarayları da dahil olmak üzere devrin önemli devlet adamlarını giydirmiştir. Restore edilen ve kullanım alanı 8000 m2’ye çıkarılan Fabrika-i Humayun yaşayan bir eğitim ve sanat merkezine dönüşmüştür.
Fabrika-i Humayun’dan sonra dümdüz aşağı doğru yürüdüğümüzde sol tarafta kalıyor bu tarihi külliye. Dışındaki tuğlaların renklerinin eski devirde kullanılması bir yana restore edilirken dahi bu güzel görüntü bozulmamış. Peki ya tarihçesi? Hamza bey tarafından yaptırılmıştır. Fatih devrinde mescit olarak yapılmış, 1614 yılında kazasker Muallim Zade Ahmet Efendi tarafından minber konulması ile camiye dönüştürülmüştür. 1826 ve 1854 yıllarında meydana gelen depremler nedeniyle tamirat görmüş, Fatih devrinde Bursa’da yapılan eserlerin en büyüğü ve en önemli külliyesidir. Medresesi ve imareti bugün mevcut değildir. Büyük kubbe kasnağı tuğladan, kanat kubbelerinin kasnakları halâ duruyor.
Hamza Bey Külliyesinden aşağı Çekirge’ye indiğimizde bizi bu hamam karşılıyor. Dışındaki taş yapı hem doğal afetlere hem de dış kuvvetlere karşı sağlam olmasını sağlıyor. Arka tarafında kalan yeşillik alan ise iç ferahlatıcı bir görüntü oluşturuyor.
Bursa, şifalı sularıyla da ülkemizin en önemli ziyaret noktalarından biridir. Dış yapısındaki tuğlaların deniz dalgasını andıran motifiyle ilk görüşte dikkatleri üzerine çeken hamam, yoldan birkaç basamak aşağıda bulunmaktadır.
Hamamın 1365-1370 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Hamam hem iç dekorasyonu hem de dış dekorasyonu ile oldukça hoş bir bütünlük oluşturmaktadır.
Karşıma Karagö Hacivat heykeli çıkıyor. Gölge oyunlarının ülkemizdeki temsilcisi olan Karagöz ile Hacivat tiplemelerinin Bursa da yaşadığı ve Orhan Cami inşaatında çalıştıkları ile ilgili çeşitli anlatılar bulunmaktadır.Heykelin karşısında müzesi bulunmakta.
Çekirge’den aşağı inip Osmangazi’ye geldiğimizde ise önce Protestan Kilisesi karşılıyor bizi. Kavuniçi rengi sayesinde insanın içini ısıtan kilisede her Pazar ayinler yapılıyor. Bahçesindeki ve duvarlarındaki yeşillikler sebebi ile ferah bir havası olan kilise her hafta sonu misafirlerine gezme fırsatı sunuyor.
Reşat Oyal Kültür parkına yanından geçerken parkın güzelliğine bayıldım.
Heykel deAtatürk heykelinin önündeyim.Karşımda Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu,solumda Valilik binası,sağıma bakıyorum setbaşına uzanan cadde,akrama bakıyorum Bursa Kent Muzesi.Her bakışta göz tarihi bir değere takılıyor.Tarihi değerler denizinde sörf yapıyor gibi hissediyorum kendimi.
Atatürk heykelin üst kısmına doğru ileliyoru.Bursa Kent Müzesini görüyorum.Bursa’nın kuruluşundan günümüze kadar olan sürecin tarihi izlerini bulunduran müze.Hemen ilersinde Bıcakçılar müzesi görünüyor.Oraya doğru ilerliyorum. Arnavut çakısından Bursa yatağanına tüm çeşitleri bir arada sunan aynı zamanda bıçak zanaatı hakkında her tür bilginin toplandığı müze olduğunu gördüm.Müzeden çıkıp yürümeye başladı.Tarihi okullardan Necatibey Kız Meslek Lisesi ,az ilerisinde Bursa Anadolu Kız Lisesi ve yanında Bursa Erkek Lisesi.Nereye yönelsem tarihi anımsatan yapılar.Bakımlı ve restore edilmişler.Modern yapılar içinde dimdik ayaktalar.
Zamana meydan okuyan bu tarih deryası içinde ilerlerken Muradiye Külliyesine doğru yöneldim.Yolumun üzerinde karşıma Geruş Sinagogu çıktı.Dışındaki krem rengi duvarları sayesinde insanın içini açan yapı Yahudilerin ibadet yeri.Sinagog
- yüzyıl başlarında Sultan II. Selim’in izni ile yaptırılmış. Altıparmak Caddesi’nin güneyinde yer alan sinagogun adı olan “Geruş” İbranice kovulmuş anlamına gelmekteymiş. 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan sınır dışı edilen ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından gönderilen kalyonlara bindirilerek Osmanlı İmparatorluğuna kabul edilen Musevî topluluğunun ilk kafileleri Bursa’ya yerleştirilmiş ve bu sinagog kurulmuş.
Yoluma devam ediyorum.Tarihi eski Bursa evleri içinden geçerek Muradiye Külliyesi’nin kapısındayım.Bursa’da inşa edilmiş beşinci ve son külliye. Külliye II.Murat tarafından yapılmış. Hanedana ait en büyük türbe topluluğunun yer aldığı külliye.Külliye gezintisi sonucunda ölüm ile yaşamın,rüya ile hakikatin,hüzün ile huzurun bir arada hissedildiği yerdir burası diyor insan.
Muradiyeden ayrılıp Uludağ yoluna yöneldim.Yolun kenarında dedikleri İnkaya Ağacını görmek istedim.Oraya vardığımda hayatımda gördüğüm en büyük ağaç, resmen yaşayan tarih, öğlene doğru gittim. Çınarın hemen dibinde otopark var ancak dolu olma ihtimali yüksek, yer bulamazsanız hemen aşağıda boş otoparklar var (yol kenarında) araçlarınızı buraya bırakabilirsiniz ama kısa ve bayağı dik bir yokuşu tırmanmanız gerekecek. Serpme kahvaltı yapabilirsiniz ancak her tarafta yemek kokusu hakim ve çok kalabalık çay 2 lira, otopark 5 tl turistik bir yer için uygun. Şahsi kanaatim biraz temiz hava almak ve huzurlu bir kahvaltı için uludağa doğru çıkarken yol kenarında bursa manzaralı yerler var oralarıda tercih edebilirsiniz ama görmeden geçmemelisiniz.
Adını Osmanlı Devleti’nin ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden almıştır. 600 yıllık tarihi çınar muhteşem görünümü ile dünyaca ünlüdür. Çapı 3, yüksekliği ise 35 m. olan bu anıt ağaç, 13 ana kola sahiptir. Dalların kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar, 9,2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından biridir. İnkaya Çınarı, Bursa’ya yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir sembol.
Bursa anlatılmak bitmiyor.Bursa’ya gidince Cumalıkızık’ı görmemek olmazdı 2014’te Unesco dünya mirasları listesine giren köy Cumalıkızık’ta Osmanlı döneminden kalma evler vardı. Hepsi renkliydi ve eski pencerelere sahipti. Sokaklar dar, kaldırımsız ve taşlarla döşeliydi. Yaklaşık 270 evi olan bu köyün içlerine girdikçe sokakların birbirine ne kadar benzediğini fark ettim. Köyün ismini alış hikayesine göre; Kızıklar adındaki bir aşiret Ertuğrul Bey tarafından, o zamanlar adı Keşiş Dağı olan Uludağın yakınında bir köye yerleştiriliyor. Bu aşiret yedi kardeşten oluşuyor. Bu kardeşlerden en büyüğü olan “Cumali” bu köyde kaldığı için adı Cumalıkızık oluyor. Diğer köyler Hamamlıkızık, Değirmenlikızık, Fidyekızık, Derekızık ve Bayındırkızık’tı. Köy 1300 yıllık ve köyde bulunan Bizans’tan kalma kilise kalıntısı ne kadar eski olduğunu anlamama yardımcı oldu. İlerlemeye devam ettiğimde köyün camisine geldim ve bu caminin 300 yıllık olduğunu gördüm. Caminin yanında Zekiye Hatun Çeşmesi ve tek katlı hamamı vardı. Her bir yanından tarih akan bu köyde Cumalıkızık Etnografya Müzesi de bulunuyor. Sokaklar arasında gezerken buranın en dar sokağı olarak bilinen Cin Aralığı’na geldim. Bu dar sokak hakkında birkaç efsane bulunuyor. Biraz daha ilerledikten sonra Küpeli Ev adlı müzeye dönüştürülmüş eve ulaştım. 14 nesildir kullanılan bu evde bulunan eşyalar köy halkının yardımıyla toplanmış. Bu ev Unesco tarafından koruma altına altındaydı. Köy 2000 yılına kadar sıradan bir yerleşim yeriyken burda çekilen dizilerle tanınıp turizm yönünden kazanmaya başlamış.
Bu gezi sürecinde konuştuğum kişilerden tarihte bir çok şeyin ilkinin Bursa’ya ait olduğunu öğrendim.
Osmanlının ilk başkenti olması,ilk Osmanlı parasının basılması,,Osmanlının ilk çini üretiminin Bursa’da yapılması,Osmanlı’nın ilk yerleşik düzene geçmesi,Nilüfer hatunun ilk yabancı gelin olması,Türkiye’deki ‘ilk şehirler arası ulaşım’ın’Bursa’dan yapılması,Türkiye’de ilk halka açık şirketin kurulması(Bursa Çimento),Osmanlı’nın ‘ilk gölge oyunu’nun Bursada oynanması,Osmanlının ilk medreseli camisinin Bursa’da olması,Osmanlı’nın ilk hastanesinin Bursa’da kurulması,İlk döener kebabın Bursa’da yapılması,Anadolu’nun ‘ilk tiyatro binasının’kurulması Türkiye’de ’ilk teleferiğin,ilk dağcılık klubünün,ilk organize sanayi bölgesinin ,ilk meslek lisesinin kurulmsı’ Bursa’da kurulması ,Dünyada müziği olmayan tek halk dansının ,doğuş öyküsünün 1326 Bursa kuşatmasına dayanan Kılıç Kalkan olduğunun,.v.s gibi.
Bu şehirde iz bırakmış insan sayısı sayılıdır ama bu şehirden kendisinde izler kalmış insan yoktur diyebiliriz.
MÖ. 3. yüzyılda Bithynialılar ve Prusiaslılar tarafından kurulan,adı “Prusa”olan,yazılı kaynaklarda “Bitinya” olarak da geçen,her karış yerinden tarih fışkıran,Tarihi eserleriyle anıtlar şehri kabul edilen, kestanesi,şeftalisi,havlusu ile ün kazanan,ipek böceği ile ticari zenginliğe ulaşan,iskender kebabı ile de markalaşan, yaz kış şifalı kaplıca sularından yararlanılan, festivaliyle,fuarıyla,Uludağ’ı ile ,çim ve su sporları ile doyasıya eğlenilen,
yeşiliyle örtünen, beyazıyla süslenen,ve mavisiyle de gülümseyen,’’ruhaniyetli bir şehir’’ denilen,Evliya Çelebinin seyahatlerine ilk başladığı,’’ ipek yurdu, büyük şehir, diri ve kadir olan tanrının nazargâhı, devletler taht merkezi ve eski Osmanlı başkenti ‘’dediği Bursa’dayım.
Karşımda büyük heybetiyle ,beyaza bürünmüş ,Osmanlı’nın ‘’kar hazinesi ve rahmet buzu ‘’olan Uludağ .
Büyük bir merak ve heyacan içinde bu tarihi ve kültür şehrini tanımak istiyorum.Osmanlı’nın ilk başkentinde olmanın mutluluğu içindeyim.
Bursa’nın merkezine doğru ilerliyorum.Türk ve Osmanlı tarihinde demokratik yaşama geçişin ilk adımının atıldığı topraklarda şehir merkezine doğru ilerlerken,bu muhteşem şehrin tüm tarihi değerlerini ve güzelliklerini kucaklıyor gibiydim.Birden yüreğimi hüzün kapladı.Benim görmek istediğim Bursa bu değil.Baktığım yerlerde tarih ile ilgili bir yapı göremiyorum.Nereye baksam modern yollar ve binalar görüyorum.Bursa’nın eteklerinde kurulan Bursa kaybolmuş,ovasında modern bir Bursa doğmuş.
tarihi bir mekandayım dedirten yer burası oldu.Bu çarşı cidden çok küçük ama görülmeye değer.Bu çarşıda yalnızca antikalar satılıyor.Ben gitmeden önce çarşının aynalarla dolu olduğunu düşüyordum ancak bir adet dahi aynacı bulunmuyor.Ayrıca edindiğim bilgilere göre Orhan Gazi’nin Hisar dışında kurduğu Külliyenin hamamı olan yapı, aynı zamanda şehrin ilk çarşı hamamıymış.
Ulucamii’nin arka tarafında bulunan çarşı.çarşılar bölgesine uzanır .Ulucamii inşaatı sırasında işçilere ekmek dağıtan Somuncu Babanın ve Eskici Baba’nın bu çarşıda dükkanları olduğu söylenmektedir. Ulucamii kuzey kapısından camiinin bahçesine çıkıldığında 2 şadırvanın arasından Eski Sahaflar ve Gelinlikçiler çarşısına inilir.Bu çarşı adından da anlaşıldığı gibi yalnızca gelinlik satar.Tek koridordan oluşan küçük bir çarşıdır.
Çarşı bölgesinin kapısından, doğuda Tuz Pazarı’na doğru uzanan Uzun Çarşı, Bursa’nın en hareketli alışveriş bölgelerindendir. 15.yüzyılın ilk yarısında en eski alanı burasıdır. Koza Han’ın kuzey Uzun Çarşı olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi, Seyahatname’de Uzun Çarşı’da 9000 dükkanın bulunduğunu belirtir. 1855 yılına ait bir fotoğrafta üzerinin kapalı olduğu görülür. 1927 senesinde, il genel meclisinde Uzun Çarşı’nın üzerinin açılmasına
karar verilmiştir. 2008 yılında dükkan cepheleri düzenlenmiş, çarşının üstü halkın her türlü hava koşulunda alış-veriş yapması için yeniden örtüşmüştür. Geçmişte daha ziyade tuhafiye ve kumaşçıların bulunduğu çarşıda, günümüzde ağırlıklı olarak hazır giyim esnafı faaliyet göstermektedir.
Cümhuriyet caddesinde ilerliyorum.Geyve Han karşımda.Lonca hanıda deniliyor.XV y.yılda Hacı İvaz Paşa tarafında yapılmış.Hanın arka kısmında Tahıl hanı bulunmakta.
Tuzpazarı denilen yerdeyim.Karşıma yine bir han daha çıkıyor;Çukur han.II.Murat zamanında Yıldırım Bayezid’in damadı tarafından yaptırılmış.Osmanlı yiyecek maddelerinin satıldığı han olarak ilgi duyulan bir yer.
Bu büyüleci atmosferden çıkarak,dünyanın dört arastalı köprülerinden biri olan ırgandı köprüsüne doğru yola koyuldum.
Bursa’nın Yıldırım ilçesinde bulunan Tarih Irgandı Çarşılı Köprü ‘ye Gökdere Bulvarı üzerinden araba ile gittim ve köprüyü incelemeye başladım .
Osmangazi fethettiği sırada bu köprü yerinde savaşan yiğitlerden birinin gelen sese doğru kılıç vurmasıyla yer ırgalanmış ve sarsılmış . Ortaya bir hazine çıkmış ve bu köprüğü o yiğit hazineyi kullanarak yaptırmıştır . Bu bilgileri , Irganda Köprüsü ‘ nün sol tarafında Asina Sanat Atölyesi bulunan girişinde bulunduğumda sağ tarafımda Evliya Çelebi ‘nin yazmış olduğu yazıları tabeladan okudum . Biraz ilerlediğimde Nükhet Sanat Atölyesi ‘nin önünde bulunan çiniden yapılmış rengarenk yüzüklerin , bileziklerin , kolyelerin , mıknatıslı aksesuarların pencere önünde ve küçük bir tezgahta satıldığı gördüm . Dükkanın tam köşe kısmında saksıda yeşil bir bitki bulunmaktaydı aynı zamanda . Sol tarafa doğru yöneldiğimde Asina Sanat Atölyesi ‘nin önünde bulunan kahverengi , beyaz masalara konulmuş kolyeler , bilezikler , yüzükler , anahtarlıklar , bandanalar ve duvara asılmış olan mıknatıslı aksesuarlar renkleriyle ortama güzel bir görüntü katmaktaydılar . Aslında ortama en büyük güzelliği katan kapıların , pencerelerin ve tavanın bazı yerlerinde kullanılan ahşabın kahverengi rengi ile sarı duvarların uyumudur . Sağa tarafa doğru ilerlediğimizde sırada Dem Sanat Ney Ve Tesbih dükkanı ve Endaze dükkanı ile karşılaştım . Sol tarafımda ise Kubbe Sanat Hüsn-i Hat-Naht Cami Tezyinatı ve Irgandı Cafe bulunmaktadır . Irgandı Cafe’nin önünde koyu kahverengi renginde masa ve sandalyeler vardır . Yine sağ tarafa doğru ilerlediğimde Dar’ul Elhan Ney
Atölyesi önünde gerçek çiçeklerden oluşan kolyeler , yaz ayakkabıları ve renkli yaz elbiseleri satılmaktadır . Sol tarafımda kalan Hanedan Sanat Atölyesi önünde ise birden fazla masalar ve diğerlerine göre büyük bir tezgah bulunmaktaydı . Yüzükler , kolyeler , bilezikler , küpeler , çantalar , kıyafetler , tesbihler , saatler ve daha başka el yapımı ürünler Haneden Sanat Atölyesi’nin önünde bulunmaktadır . Sağa tarafa doğru biraz daha ilerlediğimde Ahşap Oyma ve Feyezan Sanat Atölyesi ile karşılaştım . Ahşap Oyma dükkanı önünde tabureler vardı . Sol tarafa doğru yöneldiğimde önünde en çok kıyafet bulunan İpek Yolu Sanat Atölyesi ile karşılaştım . Kıyafetler yaz mevsimine uygun çok renkli elbiseler , tunikler ve gömleklerden oluşmaktadır . İpek Yolu Sanat Atölyesi’nin yanında olan Sanat Atölyesi önünde el yapımı askılı beyaz çantalar bulunmaktaydı . Sergilenen ve satılan bu ürünlerin hepsi birbirinden güzeller , bu köprüden geçtiğimizde birçok ürünü satın alabiliriz ve hatıra olarak saklayabiliriz . Köprünün arka tarafına doğru ilerlediğimde etrafının ağaçlarla kaplı olduğunu gördüm ve dükkanların arka kısımdan görünümünün ray üzerinde ilerleyen trene benzediğini fark ettim .Buradaki gezim bittikten sonra Yeşil Türbe ’ye gitmeye karar verdim .
Tarihi Irgandı Çarşılı Köprü ‘den yola çıkarak 5 dakika içinde Yeşil Mahallesine ulaştım ve türbeyi incelemeye başladım .
Çelebi Mehmet tarafından Hacî İvaz Paşaya yıllar önce yaptırılmış Yeşil Türbe’nin önünde bulunan merdivenlerden bakıyorum etrafıma . Sağ tarafımda Hasan Can efendinin mezarı bulunan avlu beyaz taşlarıyla , sağında ve merdivenlerin solunda bulanan kocaman ağaçların yanında rengini çok belli etmektedir . Yeşil Türbe etrafı yaklaşık yüksekliği 2 metre olan duvarlarla çevrilidir . Merdivenlerin sol tarında duvarların ön kısmında bulunan sarı , beyaz , mor ve kırmızı renlerinden oluşan çiçekler ortama çok hoş bir hava katmakta ve rengarenk bir görüntü oluşturmaktadır. Yeşil Türbe ise bulunduğu konum ve dış cephesinde ” Üretilmesi İmkansız Seramik ” olarak geçen mavi , yeşil , turkuaz renklerinden oluşan çinilerle kaplı olmasıyla tam bir tarihi mekan ortamı yaratmaktadır . Tabelayı okuyunca Yeşil Türbe’nin , adını dış cephesinde kullanılan mavi , yeşil ve turkuaz renklerindeki çinilerden aldığını öğrendim . Merdivenleri çıktım ve Yeşil Türbe ‘nin etrafını gezdim . Tam tamına sekizgen bir yapıya sahipmiş . Merdivenlerin tam karşısında üst kısmında yarım kubbe şeklinde bir oyuk bulunan kapıdan içeri girdiğimde ilk önce 9 adet sandukayı ( tabutu ) ve kapıyla aynı hizada
bulunan mihrabı gördüm . En büyük ve ortada bulunan sarı , lacivert , beyaz renginde çinilerle kaplı sanduka Çelebi Mehmet ‘e aitmiş . Diğer 8 sanduka ise Çelebi Mehmet ‘in şehzadeleri ( oğulları ) : Mustafa , Mahmud , Yusuf ; kızları : Selçuk , Sittî , Ayşe , Hafsa ; ve sütannesi Dâye Hatun’a aittir . Mustafa ve Mahmud’un sandukası Çelebi Mehmet’in sağında , Yusuf’un sandukası solundadır ve Çelebi Mehmet ve oğullarının tabutları sekizgen bir platformun üzerinde bulunmakta ; Kızlarından Selçuk’un sandukası Çelebi Mehmet’in arka sol çaprazında 1. sırada bulunmakta , Sittî ‘nin sandukası Çelebi Mehmet’in arka sol çaprazında 2. sırada bulunmakta , Hafsa ‘nın sandukası Çelebi Mehmet’in tam arkasında 3. sırada bulunmakta , Ayşe’nin sandukası Çelebi Mehmet’in arka sağ çaprazında 4. sırada bulunmakta . Son olarak Dâye Hatun’un sandukası Çelebi Mehmet’in arka sağ çaprazında 5. sıradadır . Aynı zamanda Çelebi Mehmet’in sağında bulunan yeşil ve beyaz renkli Osmanlı bayrağı , solunda bulunankırmızı ve beyaz renkli Türk bayrağı bulunması renkleri itibariyle çok dikkat çekmektedir . Sarı , lacivert , beyaz renklerinde çinilerle kaplı olan mihrap kültürümüzde sanatın yerini oldukça belli etmekte . Kubbe şeklinde olan tavanda ise kırmızı , mavi ve turuncu renklerinde desenler , büyük pencerelerle ve bordo ,mor renklerine yakın bir avize ile
beraber çok aydınlık ve renkli bir ortam oluşturmakta . Ortamdaki aydınlatmayı desteklemek için yerde bulunan aydınlatmalar görevini layıkıyla yerine getirmektedir
Yeşil Türbe ‘den Yeşil Cami’ye yürüyerek ulaşabildim çünkü birbirlerine çok yakınlar . Etrafı büyük bir merak içinde gezmeye başladım.
Çelebi Mehmet zamanında başlanılmış , 2.Murat zamanında tamamlanmış olan Yeşil Cami ‘nin girişi siyah demir bir kapıdan oluşuyor . İlk adımımı attığımda sağ tarafımda çimenlerin ortasında yuvarlak şeklini oluşturmuş sarı , beyaz , mor , pembe , kırmızı renklerinde çiçekler bulunmaktaydı . Sol tarafımda ise ağaçlar ve ağaçların arasında bulunan oturaklar bulunmaktadır . Yeşil Cami’nin önüne doğru ilerlerken yan kısımlarında bulunan rengarenk çiçekler beyaz duvarların süsü ve caminin ihtişamının belirtisi olarak görevini yerine getirmektedir . Yeşil Cami’nin koskocaman bir bahçesi vardır etrafında . Caminin kapısına doğru yaklaştığımda pencerenin etrafındaki desen ve oyukların aynı zamanda kapının üstünde üçgensi bir yapısı olan yarım kubbe çok dikkat çekmektedir . Duvarların üst kısmında kalan 4 tane oyuk adeta camiden dışarıyı izleyebileceğimiz balkonları andırmaktadır . Yıllar önce bu caminin yapımında taş kullanılmıştır . Yeşil Cami’nin duvarları beyaz , mimarisi ve kubbesi pembemsi renklerden oluşmaktadır . Kapıdan içeriye doğru ilerlediğimde ilk önce mermerle
kaplı sekizgen yapılı şadırvanı gördüm . Tavanda aşağıya doğru sarkıtılmış dış kısmında çember , iç kısmında yıldız ve ampullerin çemberin etrafında bulunmasıyla oluşan çok dikkat çekici bir avize bulunmaktadır . Şadırvanın tam karşısında iki basamaklı merdiven , merdivenin çevresinde oturaklar vardır .Merdivenden yukarıya çıktığımda duvardaki mavi renklerindeki desenleri daha yakından görmüş oldum . Özellikle mihrapta bulunan desenler caminin mimarisindeki en detaylı işçilik olabilir . Kahverenginin açık ve koyu renkleriyle oluşan minber , mihrabın sağ tarafında bulunmaktadır . Duvarların üst kısımlarında bulunan mor , yeşil , mavi renklerinde bulunan renkli camlar içeriyi çok ferah göstermektedir . Halıların mavi renkli olması ortama uyum sağlamaktadır. Kapıdan girildiğinde sağ tarafta ve sol tarafta kalan bölmelere veya odacıklara iki basamaklı merdivenlerden çıkarak girebiliyoruz . Bu bölmelerde de bulunan desenler mavi tonlarındadır . Tavandaki kırmızı , kahverengi , sarı , mavi renklerindeki desenler çok güzel görünmektedir . Bölmelerin sağ tarafında dolap ve rahleler vardır . Bölmelerin ve mihrabın bulunduğu platformun arasında bulunan odanın pencerelerinin çevresine kapı şekli verilmiştir ve tavanda beyaz taşlardan oyuklar bulunmaktadır . Ortada üst kısmı kubbe şeklinde bir mihrap ve çevresinde oyuklarla oluşturulmuş desenler vardır . Tavanlarında mavi , sarı , yeşil , kırmızı , turkuaz renklerinde çiçekler ve yapraklar oluşturulmuştur . Desenlerin hiç biri göz yormamaktadır . Aynı
zamanda petek şekli caminin birçok yerinde kullanılmıştır . Duvarda asılı olan saatler ise tarihi görünüme farklı bir bakış açısı katmaktadır . Bu caminin diğer camilerden farkına gelirsek Osmanlı döneminde ilk kez bu camide görülen (padişahların ibadeti için oluşturulmuş ) “Hünkar Mahfili” Yeşil Cami’de yer almaktadır . Çıkış kapısına doğru döndüğümüzde kapının sağında , solunda ve üstünde bulunan mavi desenli oyuklar “Hünkar Mahfili” olarak değerlendirilmektedir .
Yeşil Cami’den yola çıktıktan sonra Doyuran Cadde üzerinden çok kısa sürede Emir Sultan Türbesi’ne geldim ve etrafı incelemeye başladım .
Emir Sultan Türbesi , Emir Sultan’ın eşi ve Yıldırım Beyazıt’ın kızı tarafından yaptırılmıştır . Türbenin önünde yaklaşık 16-17 merdiven vardır . Merdivenlerin sağ tarafında ise içinde birçok mezar bulunan bir avlu bulunmaktadır . Merdivenleri çıktığımda girdiğim ilk kapıdan dümdüz ilerlediğimde önümde sekizgen , beyaz taşlardan yapılmış bir şadırvan ile karşılaştım . Etrafımı incelediğimde sarı , yeşil renklerinden yapılmış tavan süsleri ortamı çok güzel gösteriyordu. Şadırvandan sola doğru bir yay çizerek ilerlediğimde türbenin kapısını gördüm . Kapının sağ ve sol tarafında ayakkabı koymak için kahverengi raflı dolaplar vardı. İçeriye girdiğimde gözlerim ilk önce pencerelerin desenli tahta korkuluklarına takıldı . Odada
4 tane pencere bulunmaktaydı. Yerdeki sarı ve kahverengi renklerinden oluşmuş halı ile perdeler birbirleriyle çok uyumlulardır . Tavanda içi boş kahverengi dikdörtgenden oluşturulmuş desenler bulunmaktaydı . Oda taşlı güzel bir avizeye sahipti. Kapıdan girince sağ tarafta kalan duvarda kahverengi ve beyaz renklerinden oluşmuş bir kapı deseni bulunmakta idi . Sol taraftaki duvarın ortasında ise başka bir odaya açılan gerçek bir kapı bulunmaktaydı. Bu kapının sol tarafında kalan bölgede askılara asılmış çeşitli kıyafetler , sağ tarafında tahtadan yapılmış içinde Kur’an-i Kerim ve bazı kitaplar bulan bir dolap , üstünde ve sol yanında içinde Arapça yazılar yazan orta boy tablolar bulunmaktaydı .Artık içeriye girme zamanı gelmişti . İçeriye girdim ve ilk önce odanın ortasında bulunan en büyük sandukayı (tabutu) gördüm . Bu sanduka Emir Sultan hazretlerine aitti . Solunda oğlu Emir Ali’nin sandukası , sağında ilk sırada Hundi Hatun’un sandukası , ikinci ve üçüncü sırada kızlarının sandukası vardı . Toplam beş sanduka bulunan bu odanın yıllar önce ne derecede titizlikle inşa edildiği görüntüyse belli olmaktadır . Emir Sultan ‘ın sandukası önünde kırmızı üzerine beyaz Türk bayrağı , yeşil üzerine beyaz Osmanlı bayrağı ; çevresinde sarı rengine sahip desenlerle oluşmuş demir vardır . Sandukaların hepsi üzerinde lacivert ve mavi renklerinden oluşmuş örtüler ile kaplıdır . Odanın camları üst kısmı oval alt kısmına doğru dikdörtgen sekline sahiptir .Bu odanın avizeside beyaz taşlardan oluşmaktadır . İlk girdiğim odanın
biçimi kareyken , bu odanın biçimi sekizgen yapılıdır ve tavan kubbe şeklindedir . Etrafı biraz daha inceledikten sonra dışarıya çıktım ve birbirine çok yakın olan Emir Sultan Türbesi ve Camisi’nin birbirine yakın renkleriyle oluşan uyumunu gözlemledim . Emir Sultan Camisi’nin mimarisi binanın kubbe şeklinin arkasından çok hoş görünmektedir . Yapısı dikdörtgen üstüne , çapı bulunduğu zeminden küçük bir silindir konulmuş gibi görünmektedir ve caminin çok fazla penceresi bulunmaktadır .
Emir Sultan Türbesi’nden sonra Yıldırım Beyazıt Türbesi ‘ne Karadut Caddesi üzerinden geldim ve etrafı gezmeye başladım .
Yıldırım Beyazıt Türbesi , Yıldırım Beyazıt’ın oğlu Süleyman Beyazıt tarafından yaptırılmıştır .Türbeden içeri girdiğimde odanın ortasında Yıldırım Beyazıt’ın sandukası (tabutu) , sağ tarafında biraz geride Şehzade Musa Çelebi ‘nin sandukası , sol tarafında biraz geride Şehzade İsa Çelebi’nin sandukası , arka tarafında Şehzade Musa Çelebi’nin eşinin ve kim olduğu bilinmeyen iki kişinin sandukası vardır . Yıldırım Beyazıt ‘ın sandukası etrafı yeşil demirlerle , diğer sandukaların etrafı kahverengi tahtadan yapılmış koruma ile çevrilidir . Yıldırım Beyazıt ‘ın sağında Osmanlı bayrağı , solunda Türk bayrağı bulunmaktadır. Tabutu üzerinde de üstü kahverengi devamı beyaz kavuğu ve kavuğun altında mavi , kırmızı , sarı
Published: Jan 26, 2020
Latest Revision: Jan 26, 2020
Ourboox Unique Identifier: OB-720208
Copyright © 2020