Şehit Mehmet Ali Körükçü Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
***
Fadimana Yetiş MEŞE
***
NİSANIN SON AKŞAMI
Kalkıp pencereyi açtım. Kızıl güneş yorgun bir şekilde dağların arkasına doğru eğiliyordu. Son bir gayretle gönderdiği ışıklar bulutları ve denizi kızıla boyuyordu. Kayboldu sonra. Yerini karanlığa bıraktı. Şehrin ışıkları karanlığı boğarken anneannemin sesini duydum. Kızım üşüteceksin, pencereyi kapat artık, dedi. Usulca kapatıp perdeyi çektim.
Anneannem tespih tanelerini parmakları arasında çevirirken mırıldanıyordu. Gözleri kapalıydı. Aradığı huzuru göz kapaklarının arkasında buluyordu sanki. Yaklaştım yanına başörtüsünün üzerinden saçlarını okşadım. Tanıyor musun beni? Hatırlıyor musun? Kimim ben? Dedim. Gözlerini açtı. Dudakları kıpırdadı. Açıldı. Kapandı. Yüzündeki çizgiler arttı. Alnındaki kırışıklıklar ikiye katlandı. Gözlerini yüzümde gezdirdi. Bir boşluğa bakar gibi bakıyordu. Sen, dedi. Sesi titriyordu. Sen, dedi. Durdu. Acı bir gölge geçti yüzünden. Tespihini bıraktı kucağına. Ellerini kavuşturdu. Yüzlerce kez dinlediğim hikâyeyi ilk kez anlatıyormuş gibi anlattı. İlk kez dinliyormuş gibi dinledim.
Rüzgârla yarışıyordum. Nisan ayıydı. Yağmurların ardı arkası kesilmiyordu. Köyümüzün sırtındaki tepeden aşağı doğru koşuyordum. Rüzgârla yarışıyordum. Havadaki toz kokusu, ağırlık yağmurun habercileriydi. Rüzgâr da başlayınca yağmurun yağması yakındır dedim. Koşmaya başladım. Birden bire oldu her şey. Yerde küçük bir ağaç dalı gördüm. Ayağım dala takıldı. Uçtum. Rüzgârla uçtum. Konamadım ama.
Sonrası karanlık geçen günler… Kendime geldiğimde sol ayağım dizkapağıma kadar sargıdaydı. Doktor, bacağında küçük bir sıyrık var, enfeksiyon kapmasın diye sardık, korkacak bir şey yok dedi. İnandım. Yanıldım. O küçük sıyrık büyüdü ur oldu. İlaçlar, antibiyotikler, serumlar, hastane odaları, dezenfektan kokusu… Bir yılım böyle geçti. Hastanede çare bulamayınca şifacıların kapılarını aşındırdı babam.
Her şeyden vazgeçip ümidini kestiği anda karşısına çıkmış o kadın. Kırk nisan yağmurunda kırk tas su topla. Kırk tası da içir kızına iyi olacak, demiş. Babam da kızım iyi olursa bundan sonra senin adınla çağıracağım onu, demiş.
Son nisan akşamında kırkıncı yağmur yağdı. Kırkıncı tası doldurdu babam. Kendi elleriyle içirdi bana. Sonraki günün sabahına hiçbir şey yaşanmamış gibi uyandım. Ne bacağımdaki urdan ne küük sıyrıktan bir iz vardı.
Sen o kadınsın kızım. Müzeyyensin sen.
Annem girdi salona. Yine aynı hikâye mi? dedi. Yine aynı hikâye dedim.
Pencereyi açtım. İstanbul’un iki yakasında ezan sesleri yankılanıyordu.
EREĞLİ İMKB ATATÜRK ANADOLU LİSESİ
***
Pınar KAMAR
***
HAYALLERE SARILMAK
Öğrenciyken, parasızlık yüzünden okul dışına gezmelere çıkamazdı.Evdeyken de odada televizyon izlerdi. Diğer zamanlarda kütüphanede zaman geçirirdi.Televizyonda sürekli benzer filmler çıkmasından bıkmıştı.Bu yüzden kendini kitaplara bıraktı.Her gün farklı ülkelerin fotoğraflarına bakarak ilginç bilgiler okuyarak değişik serüvenler yaşıyordu kendi kafasında.
Hayallerinin perde arkasında birbirine benzeyen ama aslında bambaşka yerleri keşfetmeye bir o kadar da gizemli bir serüvene çıkmıştı.Yavaşça gözlerini kapadı.Gözlerinin önüne yemyeşil bir örtüyle kaplı bir orman belirdi.Nehir,bu yemyeşil örtüyü yırtarak ortada bir delik açmıştı.Durgun nehrin üstünde nergis çiçeği ormanı süslemişti.Gökyüzünde sayısız türden uçan kuşların sesi…Nehirden su içen yabani hayvanlar…Çıkardıkları değişik ve anlamsız sesler ortamı tamamlıyordu.Hafif bir rüzgâr esti.Doğaya bir şarkı fısıldıyordu sanki.Fısıltılar birden hiddetlendi ve ormandan çıktı.Orman sona erince karşısına başı bulutlarla bürünmüş görkemli bir dağ çıktı.Gözlerini açmak dahi istemiyordu.Kendini dağa tırmanırkenki halini gözleri önüne getirdi.Daha da yükseğe derken,bu zorlu tırmanışı dağın doruğunu saran kara bulutlarla son buldu.Zihninde bir kez daha canlandırmak istedi hayallerini.Birden bire uçsuz bucaksız köpüren dalgalarıyla kayalara çarpan,maviliğiyle derinliği gösteren okyanusu hayal etti.Gökyüzünün maviliği okyanusla bütünleşti.Sadece mavilik dünyaya hakim olmuştu.Denizin kıyısında beşeri yapıları gördü.Konforlu bir hayatı hayal etti.İki ağacın arasına kurulmuş hamakta sallanıyordu.Güneş ışınları gözlerini kısmasına neden oluyordu.
Gözlerini yavaşça açmak zorunda kaldı.Açtığında kendini hiç hayal ettiği gibi bulmamıştı.Elinde tuttuğu kitaba sarıldı gözleri dolmuş halde.Çünkü kitaba sarıldıkça hayallerine de sımsıkı sarılıyordu.
ŞEHİT HALİS ÖZCENGİZ İMAM HATİP ORTAOKULU
***
Latife SAATCİ
***
YALNIZLIK
Kimisinin korkulur rüyası, kimisinin huzur dolu anları, kimisinin hiç hatırlamak istemediği hatıraları, acısı, derdi, tasası YALNIZLIK böyle bir şey işte. Birbaşına kalırsın için yanar. Kafa dinlemek istersin bahara dönüşür yalnızlık. Sen ve doğa sadece, etrafında kuş sesleri, tek bir insan bile yok rahatlatıyor içini ama bir de diğer türlüsü var. Her insan az da olsa yalnız kalmaktan tedirgin olur. Kaybetme korkusu vardır yüreğinde. İster ailesi ister bir dostu sevdiği. Dediğim gibi yalnızlık iki ayrı dünya. Bir tarafta unutulmak istenen anılar, biraz rahatlayıp kafa dinlemek isteyen insanlar, bir tarafta ise varını yoğunu her şeyini ona adayıp geride kalanın kendisi olduğunu anlayamamak, nefes alamamak, kalbi atıyor bedeni yaşıyormuş gibi ama ruhu ölü, yaşayan bir ölü tabiri. Kimsesi yok fakat hayata devam etmeye çalışmak gibi. Hayat bazen tam kaybettiğim dediğin anda başlar ya hani. Benim hikayemde böyle başlıyor şimdi;
Beril uzun boylu zayıf saçları beline kadar süzülen genç ve güzel bir kızdı. Üniversite son sınıf doktor olmak istiyordu hayallerine az kalmıştı. Aile sorunları olmasına rağmen başarmıştı tıpfatülteyi kazanmayı hırslı ve azimli bir kızdı. Evin tek çocuğuydu. Annesi ve babası sürekli kavga eder hiç anlaşmazlardı. Berilde sıkışmıştı artık bu olaylardan. Annesi her zaman haklı olurdu. Babası ise sürekli gereksiz ve saçma konular yüzünden kavga çıkarırdı. Bir gün yine kavga çıktı evde ama bu öncekilere hiç benzemiyordu. Daha ciddi daha sinirli. Aslında babasını çok severdi Beril ama annesine yaptıklarından dolayı kırgındı ona. Annesi artık dayanamıyordu ve bir karar verdiler. İlk başta haber vermemişlerdi beril’e üzülür diye ama Beril öğrendi tabi annesi ve babası boşanacaklardı.
Beril ne kadar üzülse de kızgındı babasına. Kız çocukları düşkün olur derler babaya Berilde öyleydi. Ama baba sevgisini pek görmemişti. Hep bir tarafı eksikti pes etmedi belki tamamlayabilirdi fakat babası hiçbir zaman umursamadı bir kızım varmış bile demedi. İşte o gün bu gündür bir eksik yaşıyordu hayatı. Babası ve annesi ayrılmıştı. Kendilerine küçük şirin bir ev almışlar öncekinden daha da mutlulardı. Beril hayallerine kavuşmuş doktor olmuştu. Evi de geçindirebiliyordu annesini çalıştırmıyordu bu yüzden. Artık annesi Beril’in her şeyi hayatı diğer yarımı olmuştu. Huzurlu neşeli bir hayatları vardı. Rüzgarın notalar eşliğinde estiği, bahçeden savrulan fesleğen kokularının geldiği, bulutların adeta bir pamuk gibi olduğu sabaha gözlerini açmıştı Beril. Annesinin ellerinden mis gibi kahvaltı hazırdı bile. Aceleyle kahvaltısını yaptı ve işe gitmek için evden çıktı. Beril’in en yakın bir arkadaşı vardı. Zor zamanlarında hep yanında olmuştu. Adı Selim. Kimsesi yoktu önceden evliydi ama eşinin yaptıklarından dolayı ayrılmıştı. Tıpkı Beril’in annesi ve babası gibi. Yalnızlığı sevmişti aslında. Uzun zamandır hiç görüşmemişlerdi Beril’le. Kendisini doğaya bırakmış kimseyi takmıyor, kendi halinde kafa dinlemeye çalışıyordu. Beril merak ediyordu artık. Aramak istedi aradı ama telefonu kapalıydı Selim’in. Aklı Selimdeydi. Sonra tekrar arayacaktı. İşine geri döndü.
İyi bir doktordu Beril. Herkes memnundu bu başarısından dolayı. O da sevinmişti tabi buna. Akşam oldu eve gitme zamanı gelmişti. Bir yandan Selim’i düşünüyordu bir yandan araba sürüyordu. Eve geldiğinde annesini yatıyorken buldu. Normalde erkenden hiç uyumazdı. Beril’in geleceğini bildiğinde hemen yemek hazırladı. Bu gün ise ne yemek hazırdı ne annesi uyanıktı. Merak etti Beril annesini uyandırdı ve halini hatrını sordu. Annesi ‘İyiyim kızım birşeyim yok’ dedi. Fakat Beril annesinin bir şey sakladığından emindi, üstüne gitmedi. Gerçektende öyleydi. Annesinin son zamanlarda başı dönüyordu, halsiz ve iyi değildi. Hiç farketmemişti Beril. Annesi hastaneye gitmiş ve öğrenmişti neyi olduğunu. Kötü haberdi ama artık ilerlediği için hastalığı bir çaresi yoktu Beyin tümörü vardı. Berilden ne kadar saklamaya çalışsa da Beril birşeylerin farkına varıyordu. Yine bir sabahtı. Beril annesini mutfakta kahvaltı hazırlarken yere düştüğünü gördü. Hemen yanına gitti durumu kötüydü ambulansı aradı direk. Bayılmıştı ambulansta açtı gözlerini. Hastaneye gelmişlerdi sonunda beklemeden acile götürdüler annesini. Şaşkınlık içindeydi Beril. Doktor çıktı ve Beril’e sordu. ‘Neyin oluyor hasta?’ Beril ‘Annem herşeyim.’ dedi kısaca. ‘Nesi var?’ diye sordu Beril. Doktor ‘Sakin olun ama durum ciddi beyin timörü ve ilerleşmiş bir hastalık belki bir seneden beri var. Hiç farketmediniz mi? Ya da anneniz biliyordu da söylemedi mi? Dedi. Beril ise ‘Benim haberim yoktu. Son zamanlar iyi değildi sadece onu biliyordum ama böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Hepsi benim suçum’ dedi.
Nasıl olurdu hala aklı almıyordu Beril’in. Hayat, her şeyi, diğer yarımı olan insan belki de ölebilirdi. Söylemesi zor ama gerçekti bu. Onsuz nasıl yaşayabilirdi? Nasıl nefes alabilirdi bir başına? Çok korkuyordu annesini kaybetmekten. Doktor ‘ Zamanımız yok hemen ameliyata almalıyız.’ Ertesi gün ameliyata girdi annesi uzun ve yorucu bir ameliyattı. Beril bekleyemiyordu artık yerinde. Doktor çıktı sonunda ameliyattan. Çaresizce ‘Elimizden gelen her şeyi yaptık fakat kurtaramadık.’ Dedi. Beril kalakalmıştı sadece doktorun yüzüne bakıyordu. Her şeyim dediği insan artık yoktu. Dünyası yıkılmıştı üzerine. Hayatından bir parça daha eksildi. Nefesi kesildi, yarımı gitmişti. Annesinden başka kimsesi yoktu zaten.
Annesini defnetti, haftada 4-5 kez ziyaret ediyordu mezarını. Elinden bir şey gelmiyordu. Her geçen gün acısı biraz daha artıyordu. Yalnızlığını daha da anlıyordu. Maalesef ecele çare yok hepimiz geldik hepimiz zamanı gelince gideceğiz. Yaşayan bir ölüydü artık Beril. Hayattan zevk almıyordu. Ama kader bir yerde tamamlayacaktı diğer yarımını. Zaman hızla ilerliyordu. İşine devam ediyordu etmesine de her gün o hastanede öyle insanlar görmek içini acıtıyordu. Annesi hep aklına geliyor unutamıyordu o günü.
Bir gün hastanenin kantinine indi çay almak için. Masanın birine oturmuştu. Arkadan biri omzuna elini değdi. Döndüğünde çok şaşırmıştı. Selim’i gördü karşısında. O kadar zaman geçmiş ki değişmişti Selim. Beril ne yapacağını bilemedi ‘Otursana’ dedi Selim’e. Selim masaya oturdu. Nerden başlayacaklardı neyden bahsedeceklerdi, neden böyle yapmıştı Selim? Bütün sorular Beril’in aklına kazılmıştı. İlk sorusu ‘Neredeydin bu zamana kadar Selim?’ oldu. Selim baştan sona anlattı. Eşi yüzünden ayrılmıştı. Bu nedenle uzaklarda azıcık kafa dinlemek istemiş. Her şeyi unutmaya çalışmış anılarını, yaşadıklarını ve eşini. Başarmıştı iyi gelmiş yalnızlık ona. Hiçbir şeyi hatırlamıyor daha doğrusu takmıyordu. Beril’in annesinin vefat ettiğini öğrenmiş çok üzülmüştü. Selim’de biliyordu Beril’in annesini ne kadar çok sevdiğini her şeyi bildiğini. O yüzden gelmişti yanına Beril’in çünkü Beril Selim’in en zor anında bile yanında olan tek insandı. O da Beril’i yalnız bırakmak istemedi.
İki ayrı dünyanın insanları fakat kader onları burada birleştirdi. Selim gerçek sevgiyi Beril’de gördü. Beril ise diğer eksik yarımını Selimle tamamladı. Bir tarafta unutulmak istenen anılar, biraz rahatlayıp kafa dinlemek isteyen insan, bir tarafta ise kimsesi yok fakat hayata devam etmeye çalışan insan tam kaybettim demişti. Ama hayat kaybettim dediği anda başladı onun için. Selimle evlenmeye karar vermişlerdi. Birbirlerini öyle bir tamamlamışlardı ki. Artık ikisi de yalnız değildi.
Burdur Güzel Sanatlar Lisesi
***
Mutiye Çelik- Zübeyde Tav
***
NASIL YAZDIK?
Odak noktamızla başladık hayallerimize, tabi neydi bu odak noktamız. Yaşam serüvenimiz içinde bize eşlik eden canlılar. Biz de fotoğraftan öyküye projemiz kapsamında bu konu ya değinmek istedik. Bir kaç küçük fotoğraf paylaşmak ve bir kaç cümle paylaşmak istiyorum.
Bu koca evrende bizimle yaşıyorlar bizimle paylaşıyorlar hayatı fakat çoğu zaman farkındalıklarını hissettiremiyorlar. Sadece sıradan hayatlar biz insanlar için ama öyle değiller.
Onlar bizim aslında iç dünyamızda duygusal ve manevi kendi benliğimizin bütünü oluşturan puzzle parçaları, bunun derinliğini tezahür etmek için sadece bir kaç dakikalığına insanlardan başka canlıların (hayvanların) olmadığını hayal edin kararını yine siz verin.
Çevremizde hayvanlara en az kendimize verdiğimiz değer kadar verelim geri dönütlerini çok güzel alacağız buna inanıyorum ve hep birlikte inanmalıyız. Evren içinde yaşayanlara eşit davranır.
Niğde Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
***
Meliha YILMAZ
***
BİR İLKBAHAR SABAHI
İstanbul’da bir ilkbahar sabahıydı. Güneş ufuktan yeni yeni parlamaya başlayıp göğü aydınlatıyordu. Boğaz masmaviydi. Adeta gökle bir olmuştu. Artık o büyük gün gelip çatmıştı. Oğlu İstanbul’da öğrenci olan Merve Hanım, oğlunu görmek için Rize’nin yeşil yaylarından çıkıp gelmişti. İlk defa İstanbul’u göreceği için çok heyecanlıydı.
Yeşilin bol olduğu, kuşların özgürce dolaştığı yerden İstanbul’a gelen Merve Hanım, oğluyla ağaçların çiçek açtığı, yeşilin bol olduğu bir parkta buluştu. Oğlunu çok özlemişti. Üç aya yakındır oğlundan uzak yaşıyordu. Bu onların ilk ayrılışlarıydı. Park çok güzel, çocuklar etrafta gülüp oynuyorlardı. Bir süre hasret giderdikten sonra anne oğul Boğaz’a gitmek için yola çıktılar. Yolda kısa bir İstanbul gezisinin ardından muhteşem Boğaz manzarasının olduğu bir banka oturup sohbet etmeye başladılar. Gemi sesleri eşliğinde manzarayı izlediler bir süre. Biraz oturup kalkmak için etrafa baktıktan sonra bir taksi çağırıp tekrar yola çıktılar.
Merve Hanım, hep duyduğu Kız Kulesi’ni görmek için sabırsızlanıyordu. Oğlu yolda giderken bir yandan da annesine Kız Kulesi’nin hikâyesini anlatıyordu. Güzel bir hikâyesi vardı bu kulenin. Çok geçmeden Kız Kulesi’nin olduğu yere ulaştılar. Hava kararmış, gün bütün kızıllığıyla, bütün ihtişamıyla onları karşılamıştı. Mest olacak bir hava vardı. Anne oğul güneşin o parıl parıl görüntüsünü, gecenin siyaha bırakışını hayretle izliyorlardı. Bir yandan da martılar etrafı sarmıştı.
Güzel bir günün ardından sonra artık o ayrılık vakti gelmişti. Merve Hanım ve oğlu bu güzel manzarayı arkalarına alarak bir hatıra fotoğrafı çekindikten sonra vedalaştılar.
FOTOĞRAF EŞLEŞMELERİ
Latife SAATCİ ———- Fadimana YETİŞ MEŞE
Zübeyde TAV———— Meliha YILMAZ
Mutiye ÇELİK———— Fadimana YETİŞ MEŞE
Dilek ERDOĞAN——— Pınar KAMAR
Published: Jun 27, 2019
Latest Revision: Jun 27, 2019
Ourboox Unique Identifier: OB-660323
Copyright © 2019