İnsan her zaman yok olan şeylerden yakınır. Ancak, sahip olduğu şeyler olmasaydı ne olurdu diye hiç düşünmez, şükretmez. En basit örnek yazıdır. Tıpkı nefes alıp vermek gibi, sıradan, zorunlu bir durum gibi görünür yazı yazmak. Ancak unutulmamalıdır ki, yazı da bir icattır. M.Ö 3200’lü yıllarda, Sümerliler tarafından icat edilmiştir. İlk olarak anlatılmak istenen duygu, düşünce ve/veya nesnenin resmini çizerek kullanılmış olup, binlerce yıllık gelişiminin ardından bugünkü halini almıştır.Yazı aslında iletişimin ve dolayısıyla da insanın kendini kolaylıkla ifade edebilmesinin bel kemiğidir. Yazı icat edilmeden önce, iletişim nasıl olduğu hakkında hiç düşündünüz mü? Yazı icat edilmeden önce, anlatılmak istenen durumun, duygunun, nesnenin şeklini çizerek, vücut diliyle, işaretle anlaşırlardı. Bir nevi sessiz sinema oyunu gibi. Bu durum, anlatılmak istenenin karşı taraftakine aktarılmasında çok fazla uğraş ve zaman gerektirirdi.
Dili bilinmeyen farklı bir ülkeye gidildiğinde, bir şey sorulduğunda veya bir şey anlatmak istendiğinde çekilen zorluk düşünülerek o dönemde yaşayan insanların ifade için nasıl uğraştıkları idrak edilebilir. Diğer taraftan yeterli ve etkili anlatımın olmaması yanlış anlaşılmalara ve dolayısıyla da toplum içerisinde sorunlara neden olabilmektedir. Toplum içinde anlaşabilmenin önemi, günümüzde yanlış anlaşılmalardan veya kurulan cümlelerle, kişinin yeterince kendini izah edememesi nedeniyle ortaya çıkan kavgalarda da görülebilmektedir. Dolayısıyla insanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliği olan ifade edebilme yeteneği yazı ile kazanılmış, geliştirilmiştir ve sağlamlaştırılmıştır. Yazının icadı ve geliştirilmesiyle farklı şekilde alfabeler elde edilmiş ve bu alfabelerden farklı milletler kendilerine özgü diller üretmiştir. Günümüzde İngilizce, dünya genelinde uluslararası dil kabul edildiğinden, İngilizce bilindikten sonra dünyanın her yerindeki insanlarla kolayca iletişim kurulabilmektedir.
Yazının icadından önceki döneme ait tarihsel araştırmalar, arkeolojik kazılar sonucu bulunmuş, o dönemlerde kullanılan araç, gereçlerin, tarihçiler tarafından yorumlanmasıyla ve tarihçilerin varsayımlarıyla yapılmaktadır. Yeterli bilgi bulunamadığından dolayı yazı öncesi döneme, tarih öncesi dönem denilmektedir. Yazının icadından sonraki döneme ait tarihsel araştırmalar ise, arkeolojik kazılar sonucu bulunmuş, araç gereç haricinde ağırlıklı olarak yazılı kaynaklar vasıtasıyla yapılmaktadır. Tarihçilerin, bulunan araç gereçleri, o döneme ait yazılar ile birlikte yorumlaması daha fazla bilginin elde edilmesini sağlamıştır. Yazının icat edilmesinden sonraki yıllardaki bilgilere daha hızlı bir şekilde ulaşılmasından dolayı tarihçiler tarafından yazının icadı tarihin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Yazınsal olarak kesinlik kazanmayan tarihsel konular (kazılarda bulunan araç, gereç ve nesneler gibi) yorumlamaya bağlı kaldığından ve bu durum tarihçinin düşüncesinden etkilendiğinden farklı kaynaklarda farklı bilgilere ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla bulunan yazınsal kaynak miktarı ne kadar fazla olursa, o döneme ait daha fazla kesinleşmiş bilgiler elde edilmektedir. Eski dönemlere ait, tabletler, papiruslar, hayvan derileri, ağaç kabukları, taşlar, kütüklerin bulunması sayesinde yazının icadı ve ilerleyişi hakkında bilgilere sahip olunmuştur. Hatta çivi yazısı, üç farklı dilde yazılmış tabletin bulunmasıyla 1900lü yılların ortalarında çözülmüştür.
Yazı, elde edilen bilgilerin kayıt aracı olup nesilden nesile aktarılmasını sağladığından ötürü çoğu buluşun temeli olduğu düşünülebilir. Diğer taraftan, yapılan bilimsel çalışmalarda elde edilen bulgular, yazı aracılığıyla başka toplumlara da taşınmasını sağlanmaktadır. Bu sayede farklı yerlerde yapılan bilimsel çalışmaların kimilerinde eksik bilgi, kimilerinin başlangıcı olacak bilgiler elde edilmektedir. Böylece, farklı yerlerde belirli bir konuda çalışan bilim adamlarının elde ettikleri bilgiler aracılığıyla birbirlerine yardımcı olmaları sayesinde buluşların süresini kısaltmaktadır. Çünkü; buluşlar, zinciri oluşturan halka gibi birbiri ardına dizilir. Halkalardan biri eksik olduğunda zincir tamamlanamayabilir. Son zamanlarda hızlı bir şekilde gerçekleşen teknolojik gelişmeler de bunun bir göstergesi değil midir? Yapılan başlangıçların ardından sonraki buluşlar çorap söküğü gibi ardı ardına gelmektedir. Öğrenilenler yazı ile muhafaza edilmeseydi kolayca unutulabilirdi ve yeniden bulunması için çaba sarf edilmesi gerekirdi. Dolayısıyla da zaman kaybı oluşurdu. Bunun sonucunda günümüzdeki medeniyete ulaşılması hayal bile edilemezdi. Belki de, bilim dallarında, bu günden yüzlerce yıl gerilerde olunabilirdi. Müneccim (astrolog uzmanı) başı Takiyüddinin talepleri doğrultusunda, 1575 yılında Topkapı sırtlarında bir rasathane (gözlem evi) kurulmuştur. Burası, o dönemde, dünyanın en büyük gözlem evi olmasına rağmen kısa süre sonra (1580 yılında) içindeki kitaplar ve araç, gereçlerle birlikte yıkılmıştır. Bu olayda, Takiyüddin Bey en çok kütüphanesinde kitaplarını kaybettiğine üzülmüştür. Çünkü beyin bilgisayar gibidir. Bilgileri sadece belirli bir kapasitede depolar. Bunun miktarı, beyindeki sağ ve sol lobun çalışma koşullarına bağlı olarak kişiden kişiye değişebilir. Öğrenilmiş bilgiler ancak tekrar edildiğinde yeniden hatırlanabilir. Tekrar edilebilme olanağı ise elde edilmiş bilgilerin kaydedildiği yazılı kaynaklar vasıtayla sağlanabilir. Eğer bu kaynaklar yangın, göçük altında kalma, yırtılma vb. nedenlerle yok olduğunda, buradaki bilgiler unutulmaya mahkumdur.
Yazı aynı zamanda bilgilerin akılda kalıcı şekilde öğrenilmesini sağlayan araçtır. Buna bağlı olarak da, okullarda, özellikle de sözel derslerde, yazarak çalışmanın önemi vurgulanmaktadır. Beyinde, orta beyin bölümü, yakın zamanda gerçekleşen olayların kaydedildiği bölüm olup buradaki bilgiler korteks kısmına aktarılmaz ise kısa sürede unutulur. Bu kısma aynı zamanda Hipokamp denilmektedir. Sağ ve sol lobun bulunduğu kısım korteksinde olup bilgilerin kalıcı olarak kaydedildiği yerdir. Beynin en dıştaki kıvrımlı kısmıdır. Sağ lob hayal gücü ve soyut şeyler, sol lob ise mantık matematik gibi soyut şeyler üzerine işlevleri yönetir. Yazma esnasında konu iki-üç kez okunduğundan bu sırada öğrenilen bilgiler, beynin korteks kısmına aktarılarak, daha sağlıklı şekilde uzun süre beyinde yer alması sağlanmaktadır. Yazma esnasında her kelime adeta beyne yazılıyor gibi hafızaya kaydediliyor. Böylece öğrenilenlerin kısa sürede unutulma olasılığı azalıyor. Diğer taraftan bilimsel denemeler kurulurken de, takip edilen yolların yazılarak not alınması gerekmektedir. Aksi halde, sonuca nasıl ulaşıldığı unutulabilir. Bunun sonucu elde edilen başarı, başarısızlığa dönüşebilir. Bu konuda söylenmiş atasözümüz “alim unutmuş, kalem unutmamış” akıldan çıkarılmamalıdır.
Elde edilmiş bilgilerin kayıt altına alınarak depolanmasını sağlayan bir araç olmasının yanında, duyguların, düşüncelerin aktarılmasında kullanılan sır küpüdür adeta. Bir nevi içimizi dökebileceğimiz araçtır yazı. Bazen kimselerle paylaşılamayan sıkıntıların, yazıya dökülmesi sayesinde mutluluk, rahatlama ve huzur hissedilebilir. Birilerine söylemek isteyip de söylenemeyenleri, kızgınlıkları, kırgınlıkları, duyguları, birine anlatılıyor gibi yazıya dökmek, beyindeki negatif enerjinin atılmasını sağlayabilir. Böylece yapmanız gereken işi engelleyen gereksiz düşünceler ve sıkıntılar beyinden uzaklaştırılır. Unutulmamalıdır ki; yazı sır paylaşılabilecek sağlam bir sırdaştır. İçinizdeki sıkıntı ve olumsuz düşünceleri yazıya döktükten sonra başkalarının buna ulaşmasını istenilmediğinde yazı yırtılarak atılabilir. İçinizi dökmek ve rahatlamak size kar kalır. Olumsuz düşünceler psikolojik bunalımlara, dolayısıyla agresif tavırlara neden olabilmektedir. Yazı ile sağlanan rahatlama sayesinde, sinirlenmelerin neden olacağı olumsuzlukların da önüne geçilebilir.
Published: Dec 30, 2018
Latest Revision: Dec 30, 2018
Ourboox Unique Identifier: OB-548312
Copyright © 2018