81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com
This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

81 il bir hikaye

by

Artwork: Mehtap DEMİR

  • Joined Sep 2017
  • Published Books 12
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com
3

ÖYKÜ TÜRKİYE’Yİ GEZİYOR
Ortalık ağarıp, güneşin doğmasına yakın, Konya sokaklarında sokak fenerleri, teker teker sönmeye başlar. Güneş yavaş yavaş kendini gösterir. Kardelen sokakta da hayat canlanmaya başlar. Erkenden işe giden genç yaşlı, kadın erkek bir çok insanla karşılaşırsınız bu sokakta. Sokak içinde iki katlı, duvarları pembe renkli, bahçesinde çam ve birkaç meyve ağacı ile güllerin olduğu bir ev vardır. Bu evde Öykü ve ailesi yaşamaktadır. Evin tek çocuğu olan Öykü, 4.sınıfa gitmektedir. Öykü derslerinde çok başarılı bir öğrencidir. Öğretmeni ve arkadaşları Öykü’yü çok severler.
Babası Ali Bey, bir matbaada çalışmaktadır. Çocukluğundan beri bu meslekte çalışan Ali Bey, mesleğini en iyi şekilde yapmaktadır. Eşi Ayşe Hanım ise liseyi bitirmiş fakat maddi imkansızlıklardan dolayı üniversiteyi okuyamamıştır.
Öykü, o sabah bahçelerinde bulunan çam ağacındaki kuşların cıvıltılarıyla uyanmıştı. Çok geçmeden , kahvaltısını yapmış ve tüm okul hazırlıklarını bitirmişti. Babası Ali Bey ile okul yoluna çıkmıştı. Öykü için bu günün bir başka anlamı vardı. Çünkü bugün Şekibe Aksoy İlkokulu’nda “Hayal Edin, Hayaliniz Gerçek Olsun” adlı bir kompozisyon yarışması düzenlenecekti. Yarışmada 1. olan öğrenci yaz tatilinde ailesi ile beraber 81 ili gezmeye hak kazanacaktı. Babası Ali Bey’in de çocukluktan beri en büyük hayaliydi bu. Fakat maddi imkansızlıklardan dolayı gerçekleştirememişti. Biricik kızı Öykü’nün bunu gerçekleştirmesi için planlar yapmaktaydı.
Okul zilinin çalmasıyla babası Ali Bey ile vedalaşan Öykü sınıfına bu heyecanla koşarak gitti. Öykü, kompozisyon yarışmasında en büyük isteği olan 81 ili gezme hayalini anlatmıştı, en içten duygularıyla. Okul çıkışı Öykü’yü annesi karşıladı. Öykü eve gelmiş ödevlerini tamamlayıp dinlenmek için annesinden izin almıştı. Ve bir süre sonra uykuya dalmıştı.
Ertesi gün, işten eve gelen Ali Bey’i her zaman olduğu gibi yine güler yüzü ve sıcacık kalbiyle kızı Öykü karşıladı. Öykü ve ailesi hep birlikte akşam yemeği için masaya oturdular. Ali bey, Öykü’nün kendisine bir şeyler söylemek istediğini fakat söyleyemediğini sezdi. “Öykücüğüm, bana söylemek istediğin bir şey mi var?” diye sordu. Öykü, babasının meraklı bakışlarına dayanamayıp rüyasında yarışmayı kazandığını ve birlikte tüm Türkiye’yi gezdiklerini anlattı. Tam o sırada telefon çaldı.
Bir süre telefonla konuşan Ali Bey sanki sevinçten havalara uçacaktı. Babasını her zamankinden farklı gören Öykü meraklı gözlerle ne olduğunu sordu. Babası yarışmayı kızının kazandığını söyleyince evde bir şenlik havası yaşandı. Öykü, sabahı zor etmiş, ailesiyle birlikte okula gitmiş ve müdür beyin odasına çıkmışlardı. Müdür bey aynen telefonda olduğu gibi yarışmayı Öykü’nün kazandığını, yaz tatilinde hangi illere ne zaman gideceklerini tek tek anlattı.
Karneler alınmış ve gezi zamanı nihayet gelmişti. Öykü ve ailesi bütün hazırlıklarını yapmış, heyecanla yola çıkmayı bekliyordu. Öykü, erkenden yattı. Fakat heyecandan uyumak hiç kolay olmadı onun için. Merak içinde gideceği yeri hayal ederken uyuyakaldı.

Sabah, tan yeri ağarmaya başlarken uyandılar. Mevlana Türbesi’ne güneş, ışıklarını yeni yeni vurmaktaydı. Herkes valizini aldı, arabanın bagajına koydu. Ali Bey, Konya ‘dan çıkmadan kahvaltı bile yaptırmadı. Konya’nın meşhur arabaşı çorbasını içtiler bir lokantada. Sonra seksen bir ili gezmek için yola koyuldular.
Öykü ve ailesi ilk olarak Niğde’ye gidecek ve onları orada Emine öğretmen karşılayacaktı.

4
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ NİĞDE’DE

Niğde’ye  yaklaştıkça heyecanım artmıştı. . Emine öğretmenimle Niğde terminalinde buluşacaktık. Acaba Emine öğretmeni nasıl tanıyacaktım. Birbirimizi tanımadan nasıl bulacaktık birbirimizi. Ben soruların cevabını düşünürken arabamız terminal yakınlarına gelmişti. Arabadan heyecanla nasıl indiğimizi bilemedim. Çevrede anlam veremediğim güzel kokular etrafı sarıyordu. Biz daha bavullarımızı almadan, etrafımızda güzel yüzlü çocuklarla bir bayan bize yaklaştı. Zor olmadı onun Emine öğretmen olduğunu anlamak. Çünkü çocuklarıyla o kadar mutluydu ki etrafına meşale gibi ışık saçıyordu. Bizleri güler yüzle karşılamaları çok mutlu etmişti. Emine öğretmen ben gezerken yalnız kalmayayım diye yanında öğrencileri ile birlikte gelmiş ve bizi arkadaşlarla tanıştırdı. Çok mutlu olduk. Hele arkadaşımla tanışırken ben Öykü ben de Öykü’yüm  demek kıkırdamalarımıza vesile oldu.

Bavullarımız  biz  tanışırken  yerleşmiş, bize iş düşürmemişlerdi. Şehir merkezine doğru giderken NAHİTA oteli dikkatimi çekti. Herhalde burada kalacağız derken , Nursima arkadaşım merakımı giderdi. Hayır  burada kalmayacağız. Nahita  Niğde’nin eski ismi , otel ismini buradan alıyor. Sizlerle yemek  için bizim eve gideceğiz. Annem size Niğde’nin meşhur yemeklerini yaptı. Yolculuk sizi acıktırmıştır, diyerek duygularımızı dile getirdi sanki.

Nursima’nın annesi o kadar becerikliydi ki anlatamam , bir tarafta pasta börekler , bir tarafta  Niğde’nin  meşhur yemekleri,  Nursima  annesine yardım ederken yemek isimlerini bize İbrahim Emre tanıttı. Yemekleri çok sevdiği fiziksel özelliğinden belli oluyordu. Çorbalar , mangır çorbası, oğma çorbası, üzüm bor anası ,ilk defa duyduğum çorbalardı. Niğde tavası, tirit, ayva boranası, cılbır, dilme bir harikaydı. Hele tatlıları kaygana,zerde ve kaşık kayganası bir harikaydı. Emre hem tanıtıyor hem de tavsiye ediyordu.

Yemeklerimizi afiyetle yemiştik. Derken kapı çaldı. Bizi gezdirmek için bir grup arkadaş daha geldi. Yunus,Ahmet,Yaren ,Burak ve Kadir bizleri alıp Niğde Kalesi’ne  götürdüler.Orada bizi bir sürpriz bekliyordu. Niğde Alaaddin  Cami , Konya’da o kadar çok cami ,türbe ve medreseler var ki ama Alaaddin  Cami ‘nin kendine mahsus hususiyeti nedir diye sorarsanız cevabım taç başlı kadın figürünün olması idi.Tam sürpriz bu diyecektim ki bir davul sesi ,Yiğit, Azra, Berat, Bayram, Ecrin , Betül, Hatice, Çağan, Fatma, Şimal, İzem ,Osman, Kerim, Niğde folklor kıyafeti ile bizlere , Aşlama ,Dört ayak,Osman Abim ev de mi , Üç ayak halk oyunlarını  oynadılar . O kadar mutlu olmuştuk ki , Kale’den hiç ayrılmak istememiştik. Kale’den  Niğde ayaklarımızın altındaydı hele o tarihi eserler  bir harikaydı. Davulun sesine  çevredeki Niğde haklıda katıldı. Çok sıcak, sevecen yardım sever insanlardı. Abdullah Yiğit coşku ile hadi bizi Niğde Müzesi bekliyor nidası ile yeni bir heyecanı  başlatdı.

Müzede bizi Elif , Abdullah  Kaan ve Makbule bekliyordu. Niğde müzesini bize tanıtıp gezdirdiler . Müzede en çok kadın ve bebek mumyaları dikkatimizi çekmişti.El dokuma halıları tarihi eserler bir harikaydı. Gezimiz müze ile son bulacak  zannediyordum. Fakat gezilecek yerlerin ismini sayınca , mutluluğum daha da çok arttı.

Betül ve Osman Nuri arkadaşımız Niğde’nin Bor ilçesi hakkında bilgi verdi.” Geçti Bor’un Pazarı sür eşeğini Niğde’ye hikayesini anlattı.Çok merak ediyordum. Merak deyince ilk geldiğimizdeki kokuları Bor ilçesinde de duyduk. O kokunun sebebi, iğde ağaçları, elma ağaçlarının ,kayısı ve şeftali ağaçlarının kokusu imiş.Meğer bu mis kokunun olduğu yer 15 Temmuz şehidi Ömer HALİSDEMİR’in memleketinin kokusu imiş. Bunları öğrenmek , gezmek beni çok mutlu ediyordu. Vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorduk. Akşamın alaca karanlığı vururken Kemerhisar Tyana su kemerlerini izledik. Görmenizi tavsiye ederim. Artık akşam olmuştu. Akşam yemeği için bize Bor söğürmesi ikram ettiler. Yemekten sonra  bir sürpriz daha varmış meğer, Murathan’ın annesi , Murathan ve Eren bize müzik resitali  vererek Niğde Bağları türkülerini dile getirdiler. O kadar güzel bir gündü ki hiç bitmesini istemedik .Oysa daha çok gezilecek yerler olduğunu açıkladı Emine öğretmenim. Emine öğretmenim bizi sıcacık yuvasında misafir etti. Üzgündüm ayrılıyorum diye fakat heyecanlıydım. Sabah erken Adana’ya gidecektik.

 

6
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ’NÜN ADANA MACERASI

Adana Sabancı Camii buluşma noktamızdı.Nesrin Hanım’la orada buluşacaktık. caminin önüne geldim.Nesrin Hanım ve öğrencileri orada beni sevinçle karşıladı,Nesrin Hanım sıcak  sarıldı bana.”Hoşgeldin Öykü ”dedi öğrencileri.Çok mutluydum o an.

Nesrin Hanım camiyle ilgili bilgi vereyim buraya gelmişken dedi.Bu camii hem Türkiye’nin hem de Ortadoğu’nun en büyük camisidir,6 minaresi var,Ramazan ayında çeşmelerinden şerbet akar dedi.Şaşkınlıkla ve merakla onu dinliyordum.Öğrenciler elimi tutmak için yarışıyordu.Ben de gülümseyerek bakıyordum kuzucuklara.Bu arada Nesrin Hanım’ın okuldan iki öğrencisi de yanımıza geldi,tanıştık.Azra ve Gülsüm adında iki tatlı kızdı  bunlar.Diğer öğrencileri biraz uzağımızda bizleri izleyen annelerine teslim ederek ayrıldık.Niyetimiz bir an önce nefis Adana kebabını yemekti.Nesrin Hanım beni tarihi”Kazancılar Çarşısı”na götürdü.Masa baştan başa doldu çeşitleriyle.Yanında da  şalgamımızı içtik.Ben tadını pek beğenmedim ama Azra ile Gülsüm iştahla içip bitirdi şalgamını.Nesrin Hanım yazın buralara gelinmez sıcağı nefes aldırmaz diyordu.Buralar baharda güzel olur,portakal çiçeği festifali yapılır her yer mis gibi portakal kokar dedi.Nesrin Hanım bizleri aracıyla Seyhan nehri boyunca gezdirdi.Camı açmış eski tip konakları hayranlıkla seyrediyordum.Sarı renkte olan konak Suphi Paşa konağıymış.(ATATÜRK MÜZESİ)Azra kolumu dürterek söyledi .Yanındaki sinema Müzesi açık olsa gezecektik.Meğer ne çok Adana lı sanatçı ve sinemacı varmış.Burda da balmumundan yapılmış heykelleri varmış.Nesrin Hanım telefonunu bana uzatarak bana Adana köprü başı türküsüyle oynayan öğrencilerin videosunu izletti.Azra ve Gülsüm de bu videoyu görünce birbirine bakarak gülüştüler.Çünkü omlarda bu videoda oynuyordu.Çok beğendim. şu meşhur köprünüzü görmek isterdim deyince Azra:öğretmenim nolur Taş köprüye gidelim diye rica etti..Beni ”Taş Köprü ”denen bir köprüye getirdiler.Dünyada araç trafiğine açık en eski köprüymüş.şimdilerde sadece yayalara açılmış.Dolaştık köprü üzerinde biraz.Hava biraz bulutluydu.Yağmur yağar endişesiyle hızlı davranmaya başladık biraz.Aracımıza binip ”Tarihi Kız Lisesi”nin önünde durup bu harika binayı inceledik hepimiz.Hiç unutmam bu güzel binayı.Nesrin Hanım ”Büyük Saat”i görmeden olur mu hiç diyerek bizi oraya götürdü.Yolda Adana köprü başı türküsünü söyleyerek alkış çırpıyorduk.Büyük saate vardığımızda ilk işimiz saate bakmak oldu tabii.Saat en uzun saat kulesiymiş.etrafında dolaştık biraz.saat 18.00 i gösteriyordu.Tekrar aracımızı parkettiğimiz yere geldik ve bindik.Nesrin Hanım beni Merkez park a götürmek istiyordu.yolda gelirken çok anlatmış,ülkemizdeki en bakımlı parklardan biri olduğunu dile getirmiş bende merak uyandırmıştı.Oraya vardığımızda parka hayran kaldım.Oturup dinlendik biraz.selfie çekelim dedik,kızlarla gülüştük biraz.Nesrin Hanım bizim resmimizi çekti.Adana Türkiye’nin 5.büyük ili ve artık benim de bu ilde tanıdığım arkadaşlarım olacak diye seviniyorum.Bu park 2004 yılında yapılmış daha önce otogarmış.

Nesrin Hanım benim acıkmış olacağımı düşünmüş olmalı ki tatlı sever misin diye sordu.Ben ise kebapla çok doyduğumu belirttim.Nesrin Hanım Adana mızın halka tatlısını yemeden mi gideceksin yani diyerek beni doğruca sıcacık halka tatlı yapan çakmak caddesindeki bir araya götürdüler.İnsanlar kağıt parçasıyla istediği kadar tatlı alıp yiyor parayı da daha sonra veriyorlardı.Ben de sıcak tatlılardan alıp yedim.çıtır çıtır ve içi şerbet dolu tatlının tadını nereye gitsem hatırlarım.

Nesrin Hanım Baraj Gölü etrafında gezinti yapabiliriz önerisinde bulundu.”Sevgi adası” diye bir adacık varmış,kayıkla oraya geçtik.Oradan etrafımıza baktık.Yanan ışıkların sudaki görüntüsü ne kadar da güzel görünüyordu.Burda da resim çekiliriz diye düşünürken  Nesrin Hanım telefonu araçta unuttuğunu farketti.Biraz Baraj gölünü seyredip sohbet ettik.Hep birlikte kalktık.Daha Anavarza Kalesi,Varda Köprüsü,Kozan Kalesi,Yumurtalık plajlarını da görmeye vaktim kalmamıştı.Bir dahaki sefere artık diyerek kalktık.

Harika bir gün geçirmiştim.Günlüğüme  bugün de yine sevgi dolu anılar yazarakayrılacağım bu güzel kentten.Sizi tanıdığım için çok mutluyum Nesrin Hanım,Azra,Gülsüm VE ADANA NIN SICAK İNSANLARI.Bir dahaki sefere  buluşmak ümidiyle,sevgiyle…Yarın sabah Mersinde olacağım inşallah…Neşeyle,heyecanla …

 

8
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ AKDENİZ’İN İNCİSİ MERSİN’DE

Müthiş bir Adana gezisinden sonra yeni maceralara yelken açmak için Mersin’e doğru yola çıktık. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Tarsus’un girişinde bulunan Kleopatra kapısından geçtik. Kleopatra kapısı günümüzde ayakta kalmayı başaran tek antik şehir kapısıymış. Daha sonra Berdan çayı üzerinde yer alan Tarsus Şelalesi’ne geldik. Çok acıkmıştık. Şelalenin etrafında kahvaltı eden insanları görünce biz de oturduk. Masamızı köy kahvaltısıyla donattılar. Tereyağlı, tulum peynirli sıkmanın kokusu her tarafı sarmıştı. Kahvaltı masası o kadar güzel görünüyordu ki hangisinden başlayacağımızı şaşırdık. Birkaç hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra Tarsus’u keşfetmeye çıktık.

Tarsus ‘un tarih kokan dar sokaklarında karşılıklı duran tarihi ahşap evler, görsel zenginliği ile yaşamaya devam ediyordu. Dünya’nın birçok yerindeki yedi uyurlar inanışının Anadolu’daki en önemli merkezi Tarsus’taki Eshab –ı Kehf Mağarası’na doğru yola çıktık. Mağaranın öyküsü annemi çok etkilemişti. Oradan ayrıldıktan sonra Kırkkaşık Bedesteni’ ne gittik. Burası İstanbul’daki Kapalıçarşı’ya benziyordu. Kırkkaşık Bedesteni’nde fındık lahmacun ve humus yedik. Babam humusa bayıldı. Daha sonra Türk kahvesi içip, Bedesten ’de sohbet ettiler. Tarsus’ta nostalji ve tarih kokan bir geziden sonra Mersin’ e Mehtap öğretmenimizle tanışmak üzere yola çıktık..

Yolda annem ve babamla muhabbet ederek ve etrafı izleyerek gidiyorduk ki çok büyük bir gemi gördük. ‘Hemen inelim’ dedim. Merakla yaklaştım. Mersin limanında batan Nusrat  Mayın Gemisi  parça parça oraya getirilmişti. Çanakkale Savaşı ‘nın önemli simgelerinden birisi olan ve yakın tarihimize tanıklık eden Nusrat Mayın Gemisi ‘ni yok olmak üzereyken oraya getirten Tarsus Belediyesi’ne bu konuda hizmeti geçenlere teşekkür etmek gerekir.

Mersin sahil boyunca uzayan ve gerçekten çok güzel bir şehir. Kentin ortasında bütün şehre tepeden bakan ey şehr-i Mersin diyerek göklerde süzülen 52 katlı devasa bina bütün heybeti ve ihtişamıyla bizi bekliyordu. 52 katlı binanın önünde Mehtap öğretmenim’i görünce cok heyecanlandım. Bizi karşılamaya çocukları Yusuf ve Yağız’la birlikte gelmişti. Oldukça güler yüzlü ve sıcakkanlıydı. Sanki yıllardır tanışıyorduk. Yağız, ‘Burada her yol ya denize ya da 52 katlı binaya çıkar. Mersin’de kaybolmak neredeyse imkansız’dedi.

Mersin çok kalabalık ve gelişmiş bir şehirdi. Çok geniş ve uzun bir sahili vardı. Özenle düzenlenmişti. Sahil şeridinin farklı bölgeleri farklı tipte meydanlarla donatılmıştı. Çin mimarisini andıran bir bölge,çizgi film karakterleriyle bezenmiş bir çocuk parkı,büyük futbol takımlarının renkleriyle donatılmış meydanlar…Sahilde bulunan Atatürk  Parkı’na indik. Güneşin Mersin’deki muhteşem ışıltılarını seyrettik. Orada teknede balık ekmek yedik.Tıpkı Eminönü’ ne benziyordu. Daha sonra  Mersin ‘in en ünlü tatlısı olan kerebiçin tadına baktık.Annem çok beğenmişti.Tatlılarımızı yedikten sonra Erdemli’ye gitmek üzere çıktık.Yol boyunca bir tarafta masmavi Akdeniz, bir tarafta yemyeşil mandalina, limon ve portakal ağaçları eşsiz bir güzellikti.

20 dakikalık bir yolculuktan sonra Kızkalesi’ne geldik. Denizin ortasında bir tarih. Kızkalesi şirin mi şirin bir tatil beldesi. Sahil o kadar kalabalıktı ki mahşer alanını andırıyordu. Sahil şeridini çok sığ olduğu için Kızkalesi’ nde suya dalabilmek için, bir süre denizin içinde yürüyüş yapmak gerekiyor.Kızkalesi’nden sonra Astım Mağarası’na girdik. İçine demir merdivenle inilen bu mağaranın astım hastalarına iyi geldiği söyleniyormuş. Daha sonra Cennet – Cehennem Çöküğü ’ne girdik. Mersin’in cehennem sıcağından sonra mağaranın serinliğinden dolayı Cennet adı verilmiş diye düşünüyoruz. Yaklaşık 300 basamak sonrasında mağaranın ağzına gelince, küçük bir kilise çıkıyor karşımıza. Giriş kapısındaki kitabede bu küçük kilisenin Paulus tarafından Meryem Ana’ya ithafen yazıldığı söyleniyor. Mağaradan aşağıya doğru deniz kenarına Narlıkuyu’ya iniyoruz.

Narlıkuyu, etrafında balık lokantaları bulunan begonviller içinde  turistik bir koy.Suyu bakmaya doyamayacağınız yeşile çalan turkuaz renginde ve bir o kadar da berrak.Soğuk ve tatlı suyu ile Mersin’ in diğer koylarından farklı olan Narlıkuyu, Cennet obruğundan gelen yeraltı suyu sayesinde bu özelliğe sahipmiş. Cennet-Cehennem Mağaraları,St.Paul Kilisesi,Astım Mağarası,Üç Güzeller Mozaiği,Akkum Plajı ve Akyar koyları da Narlıkuyu çevresinde görülmeye değer yerlerden.

Epey yorulmuştuk.Mehtap Öğretmenim Mut ilçesinde görev yapıyordu.Ancak yazları Silifke’nin şirin sahil beldesi Susanoğlu’nda kalıyordu.Yağız onlarda kalacağımız için çok sevinmişti.Eve girer girmez hemen balkona koştum.Deniz manzarası harikaydı.Valizleri bıraktıktan sonra annemler cezerye eşliğinde bir yorgunluk kahvesi içerken biz de çocuklarla hemen havuza indik.Hem serinlemiş,hem de eğlenmiştik.

Sabah erkenden kalktık.Mehtap öğretmenimizin hazırladığıenfes  kahvaltıdan sonra Silifke’ye doğru yola çıktık.Mersin’ in tarih bakımından en zengin yöresi olan Silifke, ilçe merkezinin ortasından geçen Göksu Nehri üzerine kurulmuş.Nehir kenarındaki  park ve kafeler özellikle yazları Akdeniz sıcağında  oradan geçenler için harika bir manzara eşliğinde güzel bir dinlence sağlıyor. Taşköprü’ye geldiğinizde yakın çevresindeki Silifke Kalesi, Azize Thekla kilisesi, Jüpiter tapınağı,Tekir Ambarı sarnıcı,Uzuncaburç Olba Antik Kenti, Zeus Tapınağı, taştan evlere sahip eski çarşıyı, görmeden dönmeyin. Ayrıca Silifke’nin meşhur yoğurdunu ve tantunisini tatmadan gitmeyin.Ayrica halkoyunu ekibinden ‘Silifke’nin Yoğurdu’oyununu mutlaka izleyin.

Mehtap Öğretmenim‘Öykücüğüm seni cennete götüreceğim’deyince çok heyecanlanmıştım.Türkiye’nin engüzel 1.ve Dünyanın en güzel 13.koyu seçilen Tisan  sırt sırta vermiş iki koydan oluşmuş.Tisan’ın tertemiz , berrak sularında yüzerken bize caretta carettalar eşlik ediyor.İncecik kumu ve mavi bayraklı suyuyla, bembeyaz evleriyle, mavi ve yeşilin buluştuğu Akdeniz’in saklı cenneti Tisan adeta bir cennet. Eski adıyla Aphrodisias Antik Kenti olarak bilinen Tisan,dağların ardında saklı kalmış,sakinliği,doğayı, denizi ve tarihi sevenler için güzel bir mekan olarak bilinen , çakıl taşlarının bile metrelerce uzaktan görülebildiği bir koy.Çam ağaçlarının arasından geçen virajlı yollardan inerek ulaşılan yarımadaya gelenler gizli kalmış bir cenneti keşfetmiş gibi hissediyor.Teknelerle yarımada açıklarına gelenler, balıklarla birlikte denize girmenin keyfini yaşıyor.Tisan Yarımadası, Kıbrıs Harekatı’nda, helikopterle bu bölgeden geçen bir albay tarafından keşfedilmiş.Silifke’ye hayran kalarak Mehtap öğretmenimizin çalıştığı yer olan Mut ilçesine doğru yola çıktık.

Mut, küçük ve şirin bir ilçeydi. Türkiye’nin meyve cenneti. Bizi burada Mehtap öğretmenimin öğrencileri karşıladı.Hepsi çok küçük ve şirindi.Meraklı gözlerle bize bakıyorlardı.Birlikte Alahan Manastırı’na gittik. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde  ‘Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor’ sözleriyle tanımladığı Alahan Manastırı’nı gezdikten sonra Yerköprü şelalesine gitmek için yola çıktık,Yerköprü şelalesinde bulunan köprünün altında muhteşem turkuaz renkli akan suyun manzarası insanı büyülüyor.Köprüden aşağı inen uzunca merdivenler var.Bu merdivenleri görünce gerçekten aşağı inip inmeme konusunda annem ve babam epey tereddüt yaşadı ama dayanamayıp indiler.Suyun düştüğü yerdeki maviliği,şelalenin yeşilliği , dik yamaçlardaki çam ağaçları, sudaki balıkların oradan oraya hiç durmadan gezinmeleri farklı bir dünyadaymışsınız gibi sizi mutlu ediyor .

Mersin, Toroslar’ın en yüksek tepelerine kadar uzanan yaylaları,Akdeniz boyunca uzanan tertemiz sahilleri , koyları, portakalı,limonu,zeytini , çileği , muzu , kayısısı , cezeryesi, tantunisi, 20 den fazla antik kenti , binlerce yıllık tarihi, farklı kültürlerin kucaklaştığı, hoşgörü  timsali insanları, ışıl  ışıl  parlayan güneşe uzanan  palmiyeleri ve daha bilinmeyenleri Anadolu’nun en değerli şehirlerinden , Akdeniz’in incisi Mersin.Bize iki gün boyunca unutamayacağımız anılar yaşatan Mehtap Öğretmenim’i,ailesini,ve öğrencilerini  asla unutmayacağım.Kalbimi burada bırakarak, hayran ve üzgün olarak ayrılıyorum.Tekrar görüşmek dileği ile….

10
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ KARAMAN’ DA Sabah erkenden uyandım. Çok heyecanlıydım. Karaman’a gidecektim. Konya’ya çok yakın olmasına rağmen hiç gitmemiştim ve Karaman‘ı çok merak ediyordum. Mevlana Hazretlerinin Anadolu’ daki bu ilk durağını. Hz. Mevlana ve ailesi Konya’ya gelmeden önce orada kalmışlar. Annesi ve kardeşlerinin kabirleri de oradaymış. Merak ve heyecanım doruk noktasındaydı. Yol bir türlü bitmek bilmedi. Manzaranın tadını çıkardık. Akdeniz Bölgesi ile İç Anadolu’yu birbirine bağlayan Toros Dağları üzerinde bulunan Sertavul Geçidi’nden geçtik. Arabanın penceresinden “Sertavul Geçidi/Rakım 1650” tabelasını gördüm. Babam, bulunduğumuz yerin deniz seviyesine olan yüksekliğini ifade ettiğini açıklayarak merakımı giderdi. Karaman’a girerken birçok elma ağacı gördük. Annem “Burası adeta elma diyarı!” diyerek hayranlığını dile getirdi. “İnşallah tadına bakma imkânımız da olur.” diye ekledi babam. Karaman’ın girişinde bizi Zahide Öğretmen ve bir grup öğrencisi karşıladılar sıcacık bir gülümsemeyle. Hemen tanışıp kaynaştık Nursima, Dilan, Yasin ve Kerim’le. İlk durağımız Karaman Kalesi oldu. Kalenin tarihi ile ilgili bilgileri panodan Nursima okudu. 11.yüzyılın sonları 12. yüzyılın başlarında inşa edilen kale, başlangıçta iç içe üç surdan oluşuyormuş. Ancak günümüze sadece iç kale denilen ve bir hüyük üzerinde yer alan bölümü ulaşabilmiş. Kaleden şehrin manzarasını seyredip fotoğraflar çekilerek yakınlarda bulunan Hatuniye Medresesi’ne geçtik. Osmanlı sultanı 1. Murat’ın kızı Karamanoğlu Alaaddin’in eşi Nefise Sultan tarafından yaptırılan bu medrese ile bilgiyi Dilan ve Yasin verdi. Zamanının üniversitesi düzeyinde olan medrese yakın bir zamana kadar lokanta olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise medrese sergi salonu olarak hizmet vermektedir. Karaman Müzesi Hatuniye Medresesi’nin hemen yanında yer alıyor. Değişik zamanlara ait pek çok eserin sergilendiği müze, şehrin tarihini öğrenmek adına çok faydalı bilgiler ve eserler barındırıyor. Ama en çok ilgimi çeken şey; müzede sergilenen bir kadın mumyası oldu. Taşkale’deki Manazan Mağaraları’nda bulunan ceset hiçbir kimyasal koruma yapılmadan günümüze kadar gelmiş. Müzeden çıkınca dayanamayıp sordum Mevlana’nın annesinin türbesi nerede diye. Meğer çok yakında imiş. Büyük düşünür ve hoşgörüye en güzel örnek olan Mevlana’nın annesini ziyaret etmek, bizi çok heyecanlandırdı. 1370 yılında Alaaddin Bey tarafından yaptırılan camide Mevlana’nın annesi, abisi ve yakınlarına ait yirmi bir adet sanduka bulunuyor. Camiinin içindeki manevi atmosfer bizi çok duygulandırdı. Dualarımızı ederek yakınlarda yer alan başka bir camiye geçtik. Burası da İmaret Camii’ymiş. Caminin avlusunda bir grup öğrenci vardı. Onlara yaklaştığımızda yanımıza geldiler ve Zahide Öğretmene sarıldılar ve bana da “Hoş geldin Öykü” diyerek kendilerini tanıtmaya başladılar. Ezel, Meryem, Eyüp, Serkan, Muhammet ve Elanur ile burada tanıştık. Burada da öğreneceğim yeni bir kelime varmış meğer. O da “imaret”. Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılan caminin nasıl ve ne amaçla kullanılması gerektiği kurallara bağlanmış, tüm ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılıksız sağlaması özellikle belirtilmiş. Caminin adı da buradan geliyormuş. “ İmaret, yoksullara ve öğrencilere yiyecek dağıtmak için kurulmuş hayır kurumu” demekmiş. Ayrıca ahşap kapısının üzerinde “Kapımız açıktır girene! Malımız helaldir yiyene!” şeklinde güzel bir söz de yer almaktadır.
Yolculuk, heyecan ve yoğun gezi turu bizi acıktırmıştı. Zahide Öğretmeni’min öğrencileri, annelerinin hazırlamış olduğu yemeğe davet etti bizi. Okullarına da yakın olan bir parka giderek hem yeni arkadaşlarla tanıştık hem de yöresel yemeklerin olduğu bir sofrada ziyafet çektik. Neler neler yoktu ki yemekte? Arabaşı çorbası, batırık, calla, zeyve kebabı, ilisıra dolması veee Karaman elması… Yeni arkadaşlarım yemekte Karaman’ı tanıtmaya devam etti. Karaman’ın eski adının Larende olduğunu, Karamanoğlu Mehmet Bey’in idareciliği sırasında, Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden bir ferman verdiğini ve Karaman’ın Türk Dili’ nin başkenti olmasını sağladığını öğrendim. Yasin arkadaşımızın anlattıkları da oldukça ilgimi çekti. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ailesi, zamanında Karaman’dan Selanik’e göç etmiştir. Yemekten sonra gezeceğimiz Taşkale “Atatürk’ün Ata Yurdu” olarak biliniyor buralarda. Yeni tanıştığım Büşra’ ya, Zeynep’ e, Adem’e, Ömer’e ve annelerine teşekkür ederek gezimize devam ettik. Yağmur ve Kübranur da bize katıldılar. Taşkale Manazan Mağaraları’na doğru yola çıktık. Manazan Mağaraları, yüksek bir kaya kütlesinin üzerine tamamen insan eli ile oyulmuş, beş katlı toplu meskenlerden meydana gelmiştir. Burada fotoğraflar çekilerek Taşkale’de yer alan tahıl ambarlarını ve Taş Mescid’i gezdik. En yenisi yüz elli yıl önce yapılan bu ambarlarda tahıllar uzun süre bozulmadan kalabiliyormuş. Turistik açıdan önemli bir yere sahip olan İncesu Mağarası ise gerçekten görülmeye değerdi. Sarkıt ve dikitlerin oluşumu oldukça dikkatimi çekti. Bol bol fotoğraf çektik. Karaman’a dönüş yolunda Yeşildere Kasabası’nda çayımızı yudumlayıp dinlenirken Süleyman dede ile tanıştık. Ondan da Karaman ile ilgili “Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu” atasözünün hikâyesini dinledim. Oldukça ilginç olan bu hikâyeyi sizin de araştırıp öğrenmenizi isterim. Merkeze geldiğimizde ünlü Türk halk şairi Yunus Emre’nin türbesinin bulunduğu camiyi ziyaret edip dua ettik. O sırada bir afişte gördüğüm atlar dikkatimi çekti. Bunların Karadağ’da yaşayan Yılkı atları olduğunu Zahide Öğretmeni’miz açıkladı.Karamanlı arkadaşlarımdan burada vedalaşarak ayrıldım. Zahide Öğretmeni’miz ayrılırken yolumuzun üzerinde Şark Fatihi Kazım Karabekir Paşa’nın memleketi olan Kazım Karabekir ilçesinden geçeceğimizi belirtti. Ayrıca 15 Temmuz şehitlerinden olan Şehit Muhammed Yalçın’ın mezarının da burada olduğunu söyledi. Zahide Öğretmen’imle vedalaşarak yeni bir ilimizi daha tanımak üzere yola çıktık.

12
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ, YERYÜZÜ CENNETİ ANTALYA’DA
Ailemle birlikte 81 il maceramıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sırada tarihi ve doğal güzelliklerini hep duyduğum ve çok merak ettiğim Akdeniz’in incisi, turizmin başkenti Antalya vardı.
Karaman’dan Antalya’ya gitmek için sabaha karşı yola çıktık. İçimi büyük bir heyecan kaplamıştı. Acaba orada beni nasıl bir macera beklemekteydi? Heyecandan gözüme uyku girmiyordu. Antalya’da yaşayacaklarımın hayalini kurarken arabada uyumuş kalmışım. Güneşin ilk ışıklarının yüzüme vurmasıyla gözlerimi açtım ve Antalya il sınırları içerisine girdiğimizi gördüm.
Antalya’da bizi Havva Öğretmen ve öğrencileri karşılayacak, onlarla Atatürk Parkı’nda buluşacaktık. Babam Atatürk Parkı’nı bildiği için burada buluşmaya karar vermiştik. Parka yaklaştığımızda “ Öykü, Antalya’mıza Hoş Geldin ” yazılı olan bir pankart gözüme ilişti. Pankartı benim yaşlarımda esmer, uzun saçlı, tatlı bir kız tutuyordu. Muhtemelen Havva Öğretmen’in öğrencilerinden biriydi. Onlar da hep bir ağızdan sıcacık bir gülümsemeyle “ Hoş geldin Öykü “ dediler. O anda birinin gülümseyerek bana yaklaştığını gördüm. Gelen Havva Öğretmen’di. Bana içtenlikle sarılarak “ Hoş geldin Öykü “ dedi. Öğrencilerini göstererek, gezimiz sırasında Şule, Halil, Emre ve Büşra’nın bize eşlik edeceğini söyledi. Yanında bizim yaşlarımızda bir çocuk daha vardı. Onun Havva Öğretmen’in oğlu, Yağız Efe olduğunu ve onun da bizimle birlikte geleceğini söyledi. Ben de onlarla tanışmaktan çok mutlu olduğumu söyledim. Annem ve babamla birlikte çok heyecanlı olduğumuzu dile getirdik. Havva Öğretmen, “Haydi gelin yoldan geldiniz, acıkmışsınızdır. Şurada güzel bir kahvaltı yapalım.” diyerek bizi kahvaltı yapabileceğimiz güzel bir yere götürdü.
Masaya oturur oturmaz eşsiz bir manzarayla karşılaştım. Falezlerin üzerinde Antalya’nın masalsı Beydağları, turkuaz renkte denizi ve pırıl pırıl parlayan güneşi eşliğinde kahvaltımıza başladık. Bir yandan sohbet ediyorduk, diğer yandan kahvaltımıza devam ediyorduk. Özellikle Antalya ‘ya özgü bir lezzet olan ve benim daha önce hiç tatmadığım hoş kokulu bergamot reçelinin tadına bayılmıştım.
Hoş bir sohbet ve bu güzel kahvaltı sonrasında Atatürk Parkı’nın hemen karşı tarafındaki Antalya Müzesi’ne doğru yürüdük. Bu arada müze hakkında kısa bir bilgiye sahip oldum. Müze 1988 yılında “Avrupa Konseyi Yılın Müzesi” ödülüne layık görülmüş.
Müzeden çıktıktan sonra bu tarihi yolculuğumuza nostaljik tramvayla devam ettik. Bir sonraki durağımız Cumhuriyet Meydanı oldu. Buraya iner inmez farklı yapısıyla bir minare gözüme takıldı. Bu durumu fark eden Havva Öğretmen, bu minarenin günümüzde Antalya’nın bir sembolü haline geldiğini , bu minarenin gövdesinin tuğladan yapıldığını ve minarenin sekiz yivden oluştuğunu anlattı. Gördüğüm manzara karşısında öyle çok büyülenmiş olmalıyım ki burada bir fotoğraf çekilmeyi ihmal etmedim.
Fotoğrafımızı çekildikten sonra gezimize yürüyerek devam ettik. O sırada Emre kolumdan çekiştirerek saat kulesini gösterdi.

Ben meraklı gözlerle Saat Kulesi’ni ve etrafı incelerken Halil yanıma geldi ve Saat Kulesi’nin karşısında duran heykeli gösterdi. ‘’Bak bu heykel Bergama Kralı Attalos’un heykelidir.“ dedi. Antalya’nın , Kral Attalos’un “ Bana bir yeryüzü cenneti bulun! “ buyruğuyla kurulduğunu anlattı. Eski adı Attelia imiş. Daha sonra Türkler ismini Adalya olarak değiştirmişler ve günümüzde de Antalya ismini almıştır.
O an yeryüzü cenneti olarak Antalya’yı seçmelerinin ne kadar doğru bir tercih olduğunu düşünürken gezimize faytonlarla devam ettik. Palmiye ağaçlarının arasından geçerek Eski Antalya olarak bilinen Kaleiçi’ne girmek için Hadrianus Kapısı (Üç Kapılar) adı verilen üç gözlü, dört duvara açılmayan bir kapıdan geçtik.
Bu kapıdan içeri girer girmez geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktım sanki. Dar sokakları, eski taş surları, otantik ve geleneksel Osmanlı tarzı evleri ile Kaleiçi beni adeta o dönemlere götürdü. Kaleiçi’nin o dar sokaklarında hanımeli kokularıyla ilerlerken karşımıza çıkan yapının hikayesini bize Yağız Efe anlattı. Bu yapının Kesik Minareli Camii olduğunu ve sekiz asırlık bir geçmişe sahip olduğunu söyledi.
Sabahtan bu yana vaktin nasıl geçtiğini anlamamış olacağım ki karnımdan gelen sesler bana öğle saatlerine yaklaştığımızı hatırlattı. Öğle yemeğimizi Kaleiçi’nin aşağısında bulunan Yat Limanı’nda yemek için yürümeye devam ettik. Merdivenlerden inerken Yat Limanı’nın nefes kesen manzarası karşısında hayran kalmamak mümkün değildi. Bu liman, tarih boyunca Anadolu’nun denize açılan kapılarından biri olmuş.
Yat Limanı’na indiğimizde taş surlarla çevrili Eski Antalya’ya bir de aşağıdan bakma fırsatı bulmuştuk. Daha sonra orada bulunan Şirin mi şirin bir balık lokantasına geldik. Burada oturup, çok fazla vakit kaybetmemek için birer tane balık ekmek yedik. Bu arada arkadaşlarımla şakalaşırken falezlerden Akdeniz’in masmavi denizine dökülen bir şelale gördüm. Bu şelale Antalya’nın merkezinde bulunan Düden Şelalesi’nin kollarından biriymiş. Daha da serinlemek için Antalya’ya gelmişken denize girmeden gitmek istemediğimi söyledim.. Havva Öğretmen’in oğlu ve öğrencileriyle birlikte denize girmek için hazırlandık. Yattan denize atlayarak kendimizi Akdeniz’in ılık sularına bıraktık. Onlarla birlikte öyle çok eğlenmiştim ki denizden çıkmak istemiyordum. Bu arada annem ve babam, Havva Öğretmen ile sohbete dalmışlardı. Sonra Havva Öğretmen artık denizden çıkmamızı ve gezimize kaldığımız yerden devam etmemiz gerektiğini söyledi. Denizden çıkıp üzerimizi değiştirdik.
Bu eğlenceli yat turundan sonra merdivenlerden tekrar Kaleiçi’ne çıktık. Kıyı boyunca uzanan surları takip ederek Karaalioğlu Parkı’na geldik. Sıcaktan o kadar bunalmış olacağız ki Havva Öğretmen bize, orada bulunan bir dondurmacıdan Antalya’nın meşhur yanıksı dondurmasını ısmarladı. Biraz da yorulmuştuk, dondurmalarımızı masalara oturup yemeye karar verdik. Bu sırada Büşra bana karşımızda duran kuleyi gösterdi. İsmi Hıdırlık Kulesi’ymiş. Burası şehir surları üzerinde bulunan bir deniz feneri ve körfeze gelen gemileri gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Dondurmalarımız bitince bulunduğumuz yerden kalktık. Bana Karaalioğlu Parkı’nın çıkışında bir köşk gösterdiler. Burası Atatürk’ün Antalya’ya ziyaretleri sırasında kaldığı köşkmüş. 1986 yılından beri de Atatürk Evi ve Müzesi olarak hizmet vermekteymiş.
Antalya’nın kültürel ve doğal zenginlikleri gezmekle bitmiyordu. Daha görmediğimiz bir çok yer vardı. Karain Mağarası, Çıralı, Yanartaş, Perge, Kaş, Demre… Saymakla bitmiyordu. Fakat akşam olmak üzereydi ve artık gezimizi burada sonlandırmak zorundaydık.
Akşam yemeği için Havva Öğretmen’in okulundan Nazan Öğretmen bizi evine davet etmişti. Havva Öğretmen’in öğrencileriyle vedalaşıp Nazan Öğretmen’in evine gittik. Burada bizi Nazan ve Gülcan Öğretmen karşıladı. Bizim için çok güzel yemekler hazırlamışlardı. Antalya’nın meşhur köftesi ve tahinli piyazı, kabak çiçeği dolması, Akdeniz salatası ve tahinli, bol cevizli kabak tatlısı. Hepsi de birbirinden güzel lezzetlerdi.
Derken saat o kadar çok ilerlemişti ki biz müsaade isteyerek yemekten sonra kalkmak zorunda kaldık. Nazan ve Gülcan Öğretmen’e çok teşekkür ederek oradan ayrıldık. Geceyi Havva Öğretmen’in evinde geçirdik.
Sabah erkenden Isparta’ya gitmek için kalktık. Havva Öğretmen ile vedalaştık. Buradan ayrılırken Atatürk’ün “Hiç şüphesiz ki, Antalya dünyanın en güzel yeridir’’ sözünü hatırlamıştım. Gerçekten de öyleydi. Güzelliğine doyum olmuyordu.
Hoşça kal masmavi deniz, hoşça kal yeryüzü cenneti Antalya…

14
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ ISPARTA’DA
Ailemle birlikte başladığımız Türkiye gezisinde Akdeniz’in incisi, turizmin önemli şehirlerinden olan Antalya’da geçirdiğimiz güzel günden sonra Isparta’ya gitmek üzere yola koyulduk. Karacaören Barajı ve orman manzaralı, yaklaşık bir buçuk saat süren yolculuğumuz sonunda Isparta’ya geldik.
Isparta’da Özlem Öğretmen “Güller ve Göller Diyarı Isparta’mıza hoş geldiniz.”diyerek bizi güler yüzle karşıladı. Özlem Öğretmen” Isparta, yedi veren gülleri, gül ürünleri, elma, kiraz, lavanta ve safran gibi meyve ve bitkileri; halısı, gölleri, müzeleri, tarihi ve turistik yerleri ile en çok ziyaret edilen illerimizden birisidir.”diyerek bizde Isparta ile ilgili büyük merak uyandırdı.
İlk olarak krater gölü olan Gölcük’e doğru yola çıktık. Çarşı merkezinden geçerken sağlı sollu gül ürünleri satan dükkanlar dikkatimi çekti. Merak edip Özlem Öğretmen’e sordum. O da Isparta’nın gülleri ile meşhur olduğunu, gülden çeşitli ürünler yapıldığını söyledi. Özellikle kendisinin görev yaptığı Sorkuncak Köyü’nde gül bahçelerinin olduğunu söyleyince bir an önce oraya gitmek istedim. Biz bu sohbeti yaparken Gölcük’e varmıştık. Havası, doğası, ve gölüyle muhteşem bir manzarası vardı.
O kadar çok gezilecek yer vardı ki görmek için hemen yola koyulduk. Özlem Öğretmen lavanta bahçelerini görmek için Kuyucak Köyü’ne doğru yola çıktığımızı söyledi. O kadar heyecanlandım ki ilk defa lavanta bahçesi görecektim. Köye girdiğimizde mis gibi lavanta kokuları her yeri kapladı. Muhteşem bir manzara vardı. Fotoğraf çekildik. Lavanta çayı ikram edildi. Tüm yorgunluğumuzu alıverdi.
Sıradaki durağımız 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in doğduğu ve anıt mezarının olduğu İslamköy idi. Burada Süleyman Demirel Müzesi’ni gezdik. Gezimiz bittikten sonra Eğirdir’e doğru giderken zirvesinde hala kar olan dağı sorduğumda Özlem Öğretmen görünen dağın Davraz Kayak Merkezi olduğunu ancak yaz mevsimi olduğu için sadece zirvesinde kar kaldığını söyledi. Eğirdir’in girişinde bizi muhteşem göl manzarası karşıladı. Yolda gördüğüm manzara karşısında adeta büyülenmiştim. Küçük yarımadalar dikkatimi çekti. Özlem Öğretmen orası Yeşilada, orada Eğirdir Gölü’nden çıkan balıkları yiyeceğiz deyince acıktığımı yeni fark ettim. O kadar büyük bir göldü ki adeta deniz gibi ucu bucağı görünmüyordu. Yeşilada’ya balık yemeye gittiğimizde restoran sahibi gölden ıstakoz,dişli balık(levrek), sazan, gibi balıkların çıktığını söyledi. Balıklar çok lezzetliydi. Karnımızı doyurduktan sonra kayıkla kısa bir göl turu yaparken yelken yapan sporcuları görünce çok şaşırdım. Özlem Öğretmen Eğirdir Gölü’nde balıkçılık dışında yelken sporlarınında yapıldığı ayrıca her yaz Triatlon yarışlarının yapıldığını söyledi.
Aklım hala gül bahçelerindeydi. Özlem Öğretmen’ in görev yaptığı Sorkuncak Köyü’ne doğru yola çıktığımızda her yer elma ve kiraz bahçeleriyle kaplıydı. Elma ve kirazın meşhur olduğunu gördüğüm bahçelerden anlamıştım. Köye geldiğimizde köy muhtarı bizi karşıladı. Öncelikle gül bahçelerini görmeye gittik. Rengarenk gül bahçesi beklerken daha önce hiç görmediğim çok güzel kokan pembe renkli güller ile karşılaştım. Güllerin arasından süzülen, renkten renge giren Eğirdir Gölü ne kadar da güzel görünüyordu. Köy muhtarı bize burada safranın da yetiştirilmeye başlandığını söyledi. Safran ürünlerinden, Isparta’nın meşhur yemekleri kabune ve helvasından ikramlarda bulundu.
Özlem Öğretmen Isparta’da nice güzellikler olduğunu bir daha ki tatilde, daha uzun zamanda her yeri gezdirmek istediğini söyledi. Isparta’nın elması, kirazı, gölü, gülü, safranı, havası benim için unutulmaz oldu.
Özlem Öğretmen’le vedalaşma vakti geldi artık. Tüm sıcaklığıyla bizleri ağırladı, gezdirdi. Bize Isparta’yı unutturmayacak gül sepeti hediye etti. Umarım yolum tekrar Ispartaya’ya düşer.

16

ÖYKÜ BURDUR’DA
Burdur’a yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Şengül Öğretmen ve öğrencileriyle tanışacaktım. Arabamızın buluşacağımız noktaya yaklaşmasına az kalmıştı. “Ben kimlerle tanışacağım? Nasıl insanlar acaba?” derken buluşma yerine ulaşmıştık. Arabadan indim ve etrafıma bakınmaya başladım. Gözlerim Şengül Öğretmen ve öğrencilerini arıyordu. Kısa bir süre sonra bize doğru yaklaşan güzel bir öğretmen ve öğrencilerini gördüm. Gelenler Şengül Öğretmen ve öğrencileriydi. Hemen onlarla tanıştım. Hepsi de cana çok yakın insanlardı. Artık sıra Burdur’u tanıma vaktine gelmişti. Şengül Öğretmen’imizin eşliğinde önce Yeşiltepe ‘ye kahvaltıya gittik. Öyle hayran kaldım ki Burdur ayaklarımın altındaydı. Yeşiltepe’den bütün Burdur’u görebiliyordum. Göl ve şehir manzarası eşliğinde Şengül Öğretmen’in bizim için hazırladığı köy katmerinden, bazlamadan ve haşhaşlı kömbeden yiyerek kahvaltımızı yaptık. Kahvaltıdan sonra nereye gideceğimizi merak ediyordum. Önce şehir merkezine oldukça yakın olan İnsuyu Mağarası’na gittik. İnsuyu Mağarası turizme açılan ilk mağaraymış. Mağaranın kapısından girer girmez sarkıt ve dikitler ilgimi çekti. Mağaranın içinde dilek gölü vardı. Dilek gölüne bozuk para atarak dilekte bulundum. Anneme ve babama iyi ki gelmişiz dedim. Mağaradan çıkarken beni bekleyen sürprizleri bilmiyordum. Davul sesleri geliyordu. Bir de baktım ki yöresel kıyafetlerle bir grup bizi karşıladı. Bunlar Burdur halk oyunları ekibiydi. Bize Burdur’a özgü halk oyunlarını, zeybek oyunlarını sergilediler. Hele Teke Zortlaması oyununa hayran kaldım. Anladım ki Burdur doğal güzelliklerinin yanında kültürüyle de zengin bir şehirdir. Beni daha ne güzel sürprizler bekliyor derken Şengül Öğretmen, “Haydi bakalım yola koyulma vakti.” dedi. Yaklaşık otuz dakikalık yolculuktan sonra Sagalassos Antik Kenti’ne ulaştık. Burası Burdur’un Ağlasun ilçesi sınırlarındaki antik bir kentti. Ülkemizde antik kent denilince akla ilk gelen yer Efes’tir ancak Sagalassos Antik Kenti en az Efes kadar etkileyici bir güzelliğe sahip. “İyi ki burayı görme fırsatı buldum.” diye düşündüm. Antik kenti dolaşmak bizi hem biraz yormuştu hem de acıktırmıştı. Tekrar il merkezine döndük. Şengül Öğretmen “Burdur’a gelip de Burdur şiş yemeden olmaz.” diyerek bizi güzel bir lokantaya götürdü. Burdur şiş o kadar özenle yapılıyordu ki kokusunu duyunca daha çok acıktığımı hissettim. Hep beraber şişlerimizi yedik. Annem ve babam da çok beğendi. Size tavsiyem yolunuz Burdur’a düşerse mutlaka Burdur şişin tadına bakmalısınız. Şengül Öğretmen’imiz yemekten sonra sıra tatlıda deyince, ne tatlısı acaba iyice merak ettim. Tam o anda yine Burdur’a özgü ceviz ezmesi geldi. Çok farklı bir lezzetti. Çok hoşuma gitmişti. Tatlımızı da yedikten sonra Burdur Gölü’ne gideceğimizi söylediler. Göl kenarına varınca içim burkuldu. Gölün gün geçtikçe küçüldüğünü, kurumaya başladığını gördüm. Öğretmen’ imize sorunca Burdur Gölü’nün yeterince beslenemediğini ve önlem alınmazsa yakında kuruyacağını öğrendim. Bu beni çok üzdü çünkü göl korunması gereken eşsiz bir yer. Burdur Gölü’nün göçmen kuşların uğrak yeri olduğunu, dikkuyruk kuşlarının ülkemizde sadece burada barındığını öğrendim. Burdur Gölü’nden tekneye binerek hep beraber karşı kıyıya Karakent Köyü’ne ulaştık. Tekne gezisi çok eğlenceliydi. Karşıya varıncaya kadar Burdur yöresine ait türküler eşliğinde eğlendik. Cemilem, Hatçem, Çek Deveci Develeri, Kezban Yenge, Avşar Beyleri, Erik Dalı Gevrektir, Serenler Zeybeği vb. türküler eşliğinde karşı kıyıya ulaştık. Karakent Köyü’nde doğal hayatı korumak amacıyla kurulan Lisinia Doğal Yaşam Köyü’nü ziyaret ettik. Yetkililerden bu köyle ilgili bilgiler aldık. Yaban hayvanlarının tedavi yapıldıktan sonra doğaya bırakıldığını öğrendim.
Lavanta tarlalarını gezme fırsatı buldum. Yine Lisinia’da değişik bitkilerden üretilen tamamen doğal sabun, krem, yağ gibi ürünlerden aldık. Burayı da gördükten sonras Burdur’un gerçekten gezilip görülmesi gereken bir doğa harikası şehir olduğunu anladım. Tekneyle tekrar Burdur’a döndük. Göl kenarında Kuş Gözlem Evi’nde çay molası verdik. Göle karşı çaylarımızı yudumlamak oldukça keyifliydi. Sıra şehir merkezini keşfetmeye gelmişti. Şengül Öğretmen’ imiz bizi adeta her köşesi tarih kokan bir eve götürdü. Burası Taş Oda’ymış. İçerisinde gerçeği anımsatan o döneme ait kıyafetlerle donatılmış insan minyatürleri vardı. Daha neler göreceğim derken yine tarihi bir yapının yanında durduk. Burası eskiden kilise olan ama şimdi müze olarak kullanılan etkileyici bir yapıydı. Bina restore edilerek Doğa Tarihi Müzesi’ne dönüştürülmüş. Bu müzeden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Kısa bir moladan sonra tekrar yola koyulduk. Şehir merkezine elli kilometre uzaklıktaki Yeşilova ilçesine doğru giderken iyi ki Burdur’a gelmişim diye düşündüm. Yeşilova küçük, şirin bir ilçeydi. Burayı önemli kılan yer ise Salda Gölü’ydü. Salda Gölü’nün manzarası beni büyüledi. Yeşilin ve mavinin içiçe geçtiği bir yerdi burası. Hele sahildeki kumun rengini görünce hayranlığım bir kat daha arttı. Ülkemizde bir benzerinin daha olmadığını söylediler. Bu kumun bir benzerinin Mars’ta olduğunu duyunca şaşkınlığımı gizleyemedim. Salda Gölü’ne Türkiye’nin Maldivleri deniyormuş. Bembeyaz kumu, masmavi ve berrak suyu sayesinde bu isimle anılıyormuş. Ayrıca dünyanın üçüncü derin gölü (ölçülebilen derinliği 185 metre) olduğunu öğrendim. Ömrümün sonuna kadar burada yaşayabileceğimi düşündüm. Ama ne var ki zamanımız kısıtlıydı. Yeşilova’ya gelmişken ünlü yazarımız Fakir BAYKURT adına yaptırılan anıtı görmeden gitmek olmazdı. Evet burası Fakir BAYKURT’un memleketiydi. Hemen aklıma “Yılanların Öcü, Irazcanın Dirliği” romanları geldi. “Çok gezen çok bilir.” sözüyle tekrar yola çıktık. Şimdi sırada Gölhisar ilçesi vardı. Burada yine antik bir şehir olan Kibyra’yı görme fırsatımız oldu. Kibyra göz kamaştırıcı bir yerdi. Lahitleri ve antik tiyatroyu gezdikten sonra yorgunluğumuzu gidermek için otantik bir yere girdik. Burası Gölhisar ilçesindeki meşhur “Çörek Otu” kahvecisiydi. Gerçekten çok farklı bir tatla karşılaştım. Çok beğendiğimi itiraf etmeliyim. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” atasözünde belirtildiği gibi unutulmaz arkadaşlıklarla ve güzel duygularla Burdur’dan ayrılma zamanı geldi. Burdur’u tanıma fırsatını veren Şengül Öğretmen’imize ve öğrencilerine teşekkür edip annem ve babamla Denizli’ye doğru yola çıktık. Yolda babamın ağzından şu dizeler döküldü: “Hayır hayal ile yoktur benim alışverişim, İnan ki ne demişsem görüp de söylemişim.” Evet, İstiklal Marşımızın şairi, Burdur’un ilk milletvekili ve Burdur’daki üniversiteye adını veren Mehmet Akif ERSOY’a ait bu dizeler…

18
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ’NÜN DENİZLİ MACERASI
Burdur’dan çıkmış Denizli’ye doğru yol almaya başlamıştık. Denizli’ye gideceğim için içim kıpır kıpırdı. Birazda nasıl karşılanacağız diye merak içindeydim. Buluşma noktamız Çınar Meydanı’ydı. Etrafımıza bakınırken, ellerinde çiçeklerle ‘’Öykü Denizli’ye Hoş Geldin’’ pankartıyla bizi bekleyen Zengiye Öğretmen’i ve öğrencilerini gördük. Hemen yanlarına gittik. Bizi sıcacık bir gülümsemeyle karşıladılar. Bizi karşılayan arkadaşların isimlerinin Sena, Şerif;Hüsem ve Beyza olduğunu öğrendim.
Zengiye Hanım, Denizli horozu ile ünlüdür diyerek Çınar Meydanı’nda bulunan camdan yapılmış horoz heykelini görmeyi teklif etti. Dünya’nın en uzun öten horozuymuş. Heykel büyüleyiciydi. Bir dönem Türkiye’ye damgasını vuran,Türk halk müziği sanatçısı Özay Gönlüm’ün heykelini inceledik. Elinde üç kardeş dediği üçlü bağlaması vardı. Çok ilgimizi çekmişti. Adım adım Denizli’nin yollarını gezerken acıkmıştık. Kuyu tandır kebabı yanında bol köpüklü ayran enfesti. Ahmet arkadaşımız Hacı Şerif bizim en eski tatlıcılarımızdandır. 1938 yılında kurulmuştur.Aradan seksen yıl geçmesine rağmen tat hep aynıymış.Yediğimiz dondurmalı irmik helvası damağımızda muhteşem bir tat bırakmıştı.
Yemekten sonra Zengiye Öğretmeni’ miz şehir merkezinde bulunan tarihi Kaleiçi Çarşısı’na gideceğimizi söyledi. Çarşıyı dolaşmaya başladık. Burası gerçekten tarih kokuyordu. Çarşıda bakırcılar,demirciler,yorgancılar,kuyumcular, birbirinden güzel geleneksel el sanatları ürünleri satan dükkanlar vardı.Bu çarşının Bizans döneminden kalma olduğunu anlattı Hatice arkadaşımız. Annem ve babam kendilerine bakır cezve takımı ve birçok hediyelik eşya satın aldılar.
Atatürk Etnoğrafya Müzesi’ne doğru yola çıktık. Müzeye vardığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu. Zengiye Öğretmeni’min öğrencileri Denizli yöresine ait zeybek oyununu oynadılar. Babam o anı kameraya alarak ölümsüzleştirdi. Atatürk Denizli’ye geldiğinde burada kalmış. Odası,eşyaları korunuyor.Ayrıca eski dönemlere ait süs eşyaları, ev eşyaları, kıyafetler, savaş aletleri ve Denizli Sancağı yer alıyordu.
Gideceğimiz yer uzak olduğu için, servis aracı ile Dünya miras listesinde yer alan turizm mekanı Hierepolis ve Pamukkale Travertenleri’ ne doğru yol almaya başladık. Yol boyunca şarkılar söyledik, sohbet ettik. Burası muhteşem, inanılmaz bir yerdi.Travertenler kayaların çökmesiyle meydana gelmiş. Sıcak sular bu traverten yataklarına doğru uzanmaktadır. Sıcak sular kayaların çökmesine sebep olmuş. Bu sular 363 derecedir ve içinde bolca kalsiyum ile karbonhidrat bulunmaktadır. Su yüzeye çıktığında havayla iletişime geçtiği için karbondioksit ve karbonmonoksit uçar. Bunların uçmasıyla travertenlerin üzerine kalsiyum karbonat birikir. Bunlar beyazdır, zamanla setleşir ve kayalaşır.Bunun sonucunda katlar halinde travertenler meydana gelir.
Hemen arkasında yer alan Hierapolis Antik Kenti’ nden de bahsetti Zengiye Öğretmeni’ miz.Burası tarihte kutsal kent olarak adlandırılmış. Burada birçok tapınak olduğunu ,dinler tarihi açısından önemli bir merkez olduğunu, antik tiyatro sahnesinde zaman zaman konserler olduğunu öğrendik. Buradan Leodikya Antik Kenti’ne geçtik. Burada kazılar hala devam etmekteymiş. 12 yılda 3 bin 663 eser gün yüzüne çıkarılmış. Leodikya’da her yıl birbirinden güzel eserler ortaya çıkıyormuş. Bu baş döndürücü bir şeydi. Ayrıca Denizli’de Arkeoloji Enstitüsü Müdürlüğü kurulmuş.Böyle tarih kokan bir şehir bunu hak ediyordu.
Dönüş yolunda Denizli’nin en gelişmiş on altı şehirden biri olduğunu ve Türkiye’ nin sanayi, ticaret, turizm ve ihracat merkezi haline geldiğini öğrendim. Aynı zamanda 30 bini aşan öğrenci sayısıyla bir üniversite şehri olmasının yanı sıra düzenlenen yerel, ulusal, uluslar arası etkinlikler ve kongrelerle Türkiye’ nin kültür ve sanat merkezi olma vb. özelliklerini taşımakta olduğunu Ali arkadaşımdan öğrendim.
Servis aracından neşeyle inmiştik ki Mehmet, Sude, Semiha, Ceylin bize meşhur karlı pekmezlerini uzattılar. İçince ferahlamıştık. Artık Denizli’deki misafirliğimizin sonuna gelmiştik. Çok güzel bir günün sonunda, güzel dostluklar edinerek Muğla’ya doğru hareket ettik. Hoşça kal Denizli…..

20
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ MUĞLA’DA
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Muğla’ya varmak üzereydik. Biraz yorgun ama oldukça heyecanlıydım. Muğla hakkında oldukça şey duymuştum. Acaba Cansu Öğretmen ve sınıfı beni nasıl karşılayacaktı? Sorularıma cevap ararken Muğla’ya gelmiştik.
Otobüsten inerken davul seslerini duydum. Acaba düğün mü oluyor derken birde baktım ki tüm bu hazırlıklar bizim içindi. Cansu Öğretmen’ imin sınıfı Muğla’nın yöresel halk oyunu olan Kerimoğlu, Çökertme, Harmandalı oyunlarını sergiledi. Onları hayran hayran seyrederken kendimi birden arkadaşlarıma eşlik ederken buldum. O kadar eğlenmiştik ki karnımızın açlığını unutmuştuk. Muzaffer ve Adil’in “Öğretmenim kahvaltı yapmayacak mıyız?” sorusuyla hem gülüştük hem de acıktığımızı hissettik. Heyecanla bizim için hazırlanan otobüse bindik. Sıradaki durağımız Köyceğiz Gölü’ydü. Göl manzaralı kahvaltı bizi bekliyordu. Kahvaltıda özellikle Muğla’nın tadına doyulmaz meşhur zeytinini ve simidini yedikten sonra muhteşem bir geziye başladık.
Köyceğiz gölünde bizim için hazırlanmış olan tekneye binince heyecanım artmaya başladı. Kardelen, yeşilin ve mavinin her tonunu barındıran bu yerin Dalyan olduğunu söyledi. Bir yandan Dalyan’da Kral Mezarları’nda fotoğraf çekilip bir yandan buraya özgü portakal-nar suyunu yudumlayarak yolumuza devam ettik.
Sonra en uzun kıyı şeridine sahip İztuzu plajına gittik. İlker, burada nesli tükenmesin diye koruma altına alınan dev Caretta caretta kaplumbağalarını göreceğimizi söyledi. Carettaların bakımı için açılmış kaplumbağa hastanesini ziyaret ettik. Teknemizden mis gibi balık kokuları yükselmeye başlamıştı. Lezzetli mi lezzetli balıkekmeklerimizi yedikten sonra müthiş tekne gezisini sonlandırıp gezimize farklı bir rotadan devam ettik.
Sırasıyla Kelebekler Vadisi, Saklıkent, Ölüdeniz’ i dolaştık. Ölüdeniz de yamaç paraşütü yapanları izledikten sonra rotamızı Bodrum’a çevirdik.
Fahreddin yolculukta “Bodrum’a da gittik beraber” şarkısını söyleyerek hepimizi eğlendiriyordu. Bodrum Kale’si ve Sualtı Arkeoloji Müzesi’ni de gezdikten sonra sırada en ilginç yerlerden biri olan Zeki Müren Sanat Müzesi’ ne vardık. Elifnaz ve Mustafa ünlü şarkıcımız Zeki Müren hakkında bize bilgiler verdi. Muğla’da gezilecek o kadar yer vardı ki hepsini bir günde gezmek imkânsızdı. Günün sonuna yaklaşırken şöyle kısa bir Marmaris –Datça turundan sonra Cansu Öğretmen’in evine doğru yol aldık.
Cansu Öğretmen’in evinde öğrencilerinin annelerinin hazırladıkları yöresel yemekler tatmamız için bizi bekliyordu. Börülce, çökertme kebabı, kabak çiçeği dolması, borana, zeytinyağlı sarmalar bir de üzerine Muğla saraylısı ve kıtırmak tatlısını da yedikten sonra yorgunluğumuzu hissetmeye başladık… Tüm arkadaşlarıma bana Muğla’yı gezdirdikleri için teşekkür edip vedalaştım. Onları da Konya’ya davet ettim. Derken o gece Cansu Öğretmen’in misafiri olduk.
Sabah erkenden Aydın’a gitmek için kalktık. Cansu Öğretmen’le vedalaştık. Her şey çok güzeldi, bakalım Aydın’da beni neler bekliyor olacak?

22
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ AYDIN’I GEZİYOR
Muğla’dan Aydın’a doğru yolculuğumuz başlamıştı. Aydın’a yaklaştıkça tabeladaki yazı dikkatimi çekti. Tabelada “Dağlarından Yağ, Ovalarından Bal Akan Şehrimiz Aydın’a Hoş Geldiniz. ” diye yazıyordu. Bunun anlamı üzerinde düşünürken Aydın’a vardık. Orada bizi Özgür öğretmen ve öğrencileri karşıladı. Hepsi birden “Efeler diyarı Aydın’a hoş geldiniz” diyerek kendilerini tanıttılar. Akif ,Ceylin, Efekan ,Efe, Sudenur ve Mustafa. Hepsi de çok neşeli çocuklardı. Ceylin , “Öğretmenim hadi kahvaltıya gidelim artık ben de acıktım Öykü de çok acıkmıştır. Hem annem bizi bekliyor. ” dedi. Ceylinlerin evine doğru gittik. Ceylin’in annesi öyle güzel kahvaltı hazırlamış ki: Çörek , gözleme, bazlama, tereyağı, peynir ,incir reçeli, zeytin… Kahvaltıya oturduk. Ceylin “Bizim Aydın’ın zeytinleri ve incirleri meşhurdur. Zeytinlerin çok eskiye dayanan hikayesi vardır. ” dedi. İncirin de dünyada en kalitelilerinin burada olduğunu ve değişik ülkelere ihracatının yapıldığını söyledi.
Efekan , Aydın’ın birçok yerinde geçmişten günümüze ışık tutan tarihi yerleşim yerlerine rastlanıldığını ve şimdi Karacasu’da bulunan Afrodisias(Afrodisyas) antik kentine gideceklerini söyledi. Arabalara bindik yola çıktık .Kısa bir yolculuktan sonra Afrodisias’a vardık. Afrodisias M.ö. 2 ile 5. yüzyılda Romalılar tarafından mimarlık, sanat, heykeltraşlık ve tapınma merkezi olarak kullanılmıştır. Dünya miras listesinde de yerini almış. Burayı gezerken antik tiyatronun bulunduğu yerde kalabalık gördük. Tiyatroda zeybek gösterisi varmış. Biz de oturup izledik. Efeler zeybek oyununu oynarken heybetli görünüyorlardı. Efekan yanıma gelerek “Efelerin Kurtuluş Savaşı zamanında yurdumuzun düşmanlardan temizlenmesinde çok büyük önemi var .Yörük Ali Efe ve arkadaşları bunlardan biri. Milli mücadele döneminde Yunanlılara karşı baskınlar düzenleyerek düşmanın direncini kırmıştır. ” diye söyledi. Buradan ayrılırken bir başka güzellik olan Kemer Barajı’ndaki Arapapıştı Kanyonu’na gideceklerini söyledi Özgür Öğretmen. Buraya vardığımızda manzaranın oldukça güzel olduğunu gördüm. Özgür öğretmen, burada kaya mezarları ve manastır bulunmakta olup Roma ve Bizanslılalara ait olduğunu söyledi. Aydın’da hava çok sıcaktı. Sıcaklıkla birlikte Özgür Öğretmen ve öğrencileri bizi bir parka götürdü. Parkta bize kar helvası yedirdi. Hemen hemen her parkta böyle kar helvası satıcıları varmış. Akif, kar helvasının kışın Madran Dağı’na yağan karların toprak altına gömülerek saklandığını ve yazın bu karların şerbetlerle karıştırılarak bardaklarda satışa sunulduğunu söyledi. Bu sıcak havada içimi serinletti doğrusu. Efe arkadaşım Aydın’ın Sultanhisar ilçesine doğru yola çıkacağımızı ve orada bulunan Nysa(Nisa) Antik Kenti’ne gideceklerini söyledi. Buraya vardığımızda Efe ,buranın yapılan araştırmalara göre M.Ö. 3. yy.da Yunanistandan gelen Spartalı göçmenler tarafından kurulduğunu belirtti. Burayı gezdikten sonra Efe bana Kuşadası’na doğru yola çıkacaklarını söyledi. Arabalara binip yola çıktık. Yolculuk sırasında arabadan bakarken yol kenarlarında zeytin ve incir ağaçlarının sıra sıra dizildiğini gördüm. Ne de olsa Aydın’ın zeytin ve incirinin meşhur olduğunu öğrenmiştim. Kuşadası’na yaklaştıkça denizin inanılmaz maviliği ve güzelliği bizleri büyüledi sanki. Havası bile bir başkaydı. Denizin o güzel kokusu insanı rahatlatıyordu. Arabalardan indiğimizde karnımın çok acıktığını farkettim. Özgür Öğretmen de bunu farketmiş olmalı ki ‘‘Hadi hepimiz çok acıktık, yemek yiyelim artık.’’ dedi. Ben acaba ne yiyeceğiz diye düşünürken Aydın pidesi oldukça ünlüymüş. Pide yemeye bir lokantaya oturduk. Garson pidemizin neli olacağını sordu. Kıymalı, peynirli, kuşbaşılı, otlu ve tahinli. En lezzetlisinin kıymalı pide olduğunu onun ardından tahinli pidenin tatlı olarak yendiğini öğrendim.
Biz de kıymalı ve ardından tahinli söyledik. Pidelerin gelmesini beklemeye başladık. Pidelerin yapıldığı fırından mis gibi kokular geliyordu. sonunda geldi ve yemeye başladık. O mis kokular gerçekten de pidelerin lezzetli olduğunun işaretiymiş. Karnımızı doyurduktan sonra Hatice, lokantadan ayrılıp Dilek Yarımadası Milli Parkı’na gideceğimizi ve orda Zeus mağarasını göreceğimizi söyledi. Oraya geldikten sonra Zeus Mağarası’na girdik. İçerisi çok serindi. Hatice, mağaranın suyunun yaz-kış 5 derece olduğunu bu yüzden yazları serin kışları ılık olduğunu söyledi. Hemen ardından milli parkı dolaştık. Hem milli park hem de mağara bir harikaydı doğrusu. Orayı dolaştıktan sonra Kuşadası Güvercinada Kalesi’ne geldik. Hatice bu kalenin tarihinin Bizanslılara kadar dayandığını ve o dönemde dışarıdan yani düşman gemilerinden gelen saldırılara karşı inşa edildiğini söyledi. Hatta geceleri kalenin aydınlatmasının denizde oluşturduğu yansımasıyla ortaya çok güzel bir manzara çıktığını belirtti. Keşke bir akşam burada kalabilsem diye düşündüm. Fakat gezmem gereken daha bir sürü il beni bekliyordu. Kaleyi gezdikten sonra Didim’e doğru yola çıktık. Kuşadası gerçekten görülmeye değer bir yer. Buraya daha sonra tekrar gelmeyi çok isterim. Mustafa Didim’in de Kuşadası gibi eski uygarlıklara ait birçok tarihi yapının bulunduğunu , sahillerinin görülmeye değer olduğunu söyledi. Buraya vardığımızda Kuşadası’ndaki gibi yerli turistlerin yanında yabancı turistler de vardı. Mustafa “Milet Müzesi’ni gidip görelim. ” dedi. Orası da bize geçmişten izler taşıyan heykeller, motifler sunmaktaydı. Daha sonra Didim plajlarından Altınkum ve Akbük plajlarını gezdik. Oldukça güzel ve kalabalıktı. Didim’i gezerken hava iyice kararmaya başlamıştı. Geceyi Özgür Öğretmen’in evinde geçirmek için yola çıktık. Kısa bir yolculuktan sonra öğretmenizin evine ulaştık. Bir günlük Aydın gezimiz artık sona gelmişti ve ben çok yorulmuştum. Sabah erkenden ayrılacağım için, Özgür Öğretmen’imin öğrencileriyle vedalaştık. Hepsine birer birer teşekkür ettim. Özgür Öğretmen’in evinde akşam yemeği yedikten sonra yorgunluk iyice gözlerime vurdu. Sabah İzmir turu için iyi dinlenmem gerekirdi. Erkenden yattım.
Ertesi sabah erken kalktım yine. Kalktığımda Özgür Öğretmen uyanmıştı. Bana o güzel Aydın incirlerinden bir paket vererek ” Yolculuk sırasında afiyetle yersin. “dedi. Ben de her şey için ona çok teşekkür ettim. Vedalaştık. Artık İzmir’e doğru yolculuğumuz başlamıştı.

24
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ EGENİN İNCİSİ İZMİR’DE
Ailemle birlikte İzmir’e gelmiştik.Bizi burada Serap Öğretmen karşılayacaktı. Gaziemir’de buluşmaya karar verdik. Gaziemir’de kıvırcık saçlı,güler yüzlü Serap Öğretmen ve öğrencileri: Beyza,Damla,Kaan,Emre ,Arda,Irmak bizi bekliyorlardı.
Yaz tatili olmasına rağmen bize okullarını göstermek istiyorlardı.Cengiz Han İlkokuluna geldiğimizde Müdürleri Fatma Hanım ve diğer arkadaşlar okulda bizi bekliyorlardı. Hepsi İzmir’in sıcak havasını bize hissettirecek şekilde bizleri çok sıcak karşıladılar.Okullarında bize kahvaltı hazırlamışlar. İzmir’in meşhur boyozu, simiti(tabii İzmirliler gevrek diyor),tulum peyniri,tazecik zeytini,mis kokulu pembe domatesleri ile çok güzel bir kahvaltı yaptık.Hem dinlendik hem de muhabbet ettik.Kahvaltı da adaşım Öykü ile tanıştık. Güler yüzlü ve saçları çok güzeldi. Sonra gezme zamanı gelmişti. Zaman kısa ve gezilecek çok yer vardı. Serap Öğretmen ,Hikmet,Meyra,Melda ve Gülşen ile yola çıktık. Nereye gittiğimizi çok merak ederken Gülşen ‘’Sasalı Doğal Yaşam Parkı’na gidiyoruz harika bir yer.’’dedi. Vardığımızda gözlerime inanamadım çok büyük bir yerdi. Zaten Avrupa’nın en büyük yaşam parklarından biriymiş. Zürafalar,filler,ayılar aklıma gelmeyen bütün hayvanlar doğal hayatlarında özgürce yaşıyorlar.Tabii hızlı hızlı gezip tekrar yola çıktık.
Yolda arkadaşlarım İzmir’in eski isminin Smyrna olduğunu söyledi. Konak’a gelmiştik. Konak İzmir’in merkeziymiş. Meşhur Saat Kulesi’ni gördük. Bu kule 1901 yılında yapılmış. Kulenin en ilgi çeken yanı bugüne kadar saatinin hiç durmamış olmasıydı. Saat kulesinin hemen yanında Hasan Tahsin İlk Kurşun Anıtı vardı.Tabi Hasan Tahsin İzmir’in kahramanıydı.Saygıyla selamladık Hasan Tahsin’i.
’’Konağa kadar gelip vapura binmeden olmaz.’’dedi Meyra. Meyra’nın babası vapurlarda çalışıyormuş. Vapura binerken arkadaşlarım bir sürü gevrek aldılar. Aslında toktuk. Sonradan anladım ki gevrekleri yemeyecekmişiz onları martılara atacakmışız. O kadar güzeller ki bembeyaz özgürlüğe kanat çırpıyorlar tıpkı İzmir gibi…Resmen simit bekliyor martılar. Bazılarını tam ağızlarına denk getirdik, çok eğlendik hepimiz.
Karşıyaka’ya geçtik.Karşıyaka da bizi bir sürpriz bekliyormuş. Sahil de gezip tertemiz deniz havasını içime çektim. Sonra bir şeyler yiyeceğimizi söylediler. İsmini duyunca çok şaşırdım. Kumru yiyeceğiz deyip kıkır kıkır güldüler. Benim gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ben yemem dedim.Yersin yersin dediler. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne çıkıp kumru yedik. Meğersem kumru sandviç gibi bir şey ama ekmeği,içi farklı.Çok lezzetliydi. Öğretmenimiz ‘’Öykü, güzelce dinlen daha gezecek çok yer var’’dedi. Arkadaşlarımla burada vedalaştık eve gitmeleri gerekiyormuş. ‘’Hadi bakalım sırada Tarihi Asansör var. ‘’ dedi Serap Öğretmen. ‘’Nasıl tarihi?’’dedim. 1907 yılında yapılmış iki caddeyi birleştiren 155 merdiven varmış. Bir gün Musevi Devidas düşüp ayağını kırmış. Komşusu Nesim Levi bu olay üzerine Tarihi Asansörü yaptırtmış. İzmir ayaklarımızın altındaydı.Manzara çok güzeldi. İzmir’e bir kez daha hayran kaldık. Burada büyükler çay içmek istedi ben de hemen bir sürü fotoğraf çektim, bu güzel manzarayı kaçıramazdım. Ben fotoğraf çekerken yanıma çocuklar geldi.Beni fotoğraflarımdan tanımışlar, meğer Serap Öğretmen’ in öğrencilerinden Samet, Poyraz, İhsan, Damlanur, Nisa ve Nehirmiş.Ailecek gezmeye gelmişler. Ben de onlarla kısa bir sohbet ettim buradan da ayrılma zamanı gelmişti. Sonra Kemeraltı’na geldik. Burada 15.000 den fazla iş yeri varmış.
Dünya’nın en büyük açık hava çarşısıymış. Birkaç hediyelik eşya aldık ve Kızlar Ağası Hanı’na geldik. Büyükler Türk kahvesi içerken bana da meşhur Osmanlı Şerbeti gelmişti. Sıcak İzmir havasında çok ferahlamıştım.
Şimdi biraz yolumuz uzunmuş. Selçuk Efes Antik Kenti’ ne gidiyormuşuz. Bir saat yol gittik ama Serap Öğretmen’imle İzmir hakkında konuşmak iyi geldi. Vardığımızda hemen bilgi vermeye başladı öğretmenim. Dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nı gezdik. UNESCO Dünya Mirası listesine 2015 yılında girmiş. Buradan Meryem Ana Evi’ni ziyaret ettik. Hepsi çok etkileyiciydi. Artık gezme işimiz bitmişti zaten çok yorulduk.Serap Öğretmenim, Eylül arkadaşına akşam yemeğine davetliyiz dedi. Eve vardığımızda Eylül, Yaren, Kayra ve Eren bizi bekliyordu. Yemekler çok güzeldi. Balık, zeytin yağlı taze fasülye, Radika, İzmir köfte, Keşkek vardı.Üstüne de sakızlı dondurma, revani, zerde vardı. Afiyetle yemeğimizi yerken yarın aklıma düşmüştü. Sıra da Manisa var. Acaba beni ne maceralar bekliyordu?

26
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ MANİSA’DA
İzmir’den sonra yeni rotam Manisa oldu. Orada beni Leman Öğretmen ve öğrencileri karşılayacaktı. Manisa’nın simgesi olan Beyaz Fil buluşma noktamızdı. Lidya olarak bilinen bölgenin tamamına yakınının Manisa’da olduğunu bilmek tarihte geniş ve anlamlı bir yolculuğa çıkacağımında işaretini veriyordu. Heyecanımı dindirmek için tanışacağım yeni arkadaşları hayal ederek buluşma noktamıza vardım. Samimi ve sanki daha önce tanışıyormuşuzçasına sıcak bir karşılanma ile Leman Öğretmen’ imize ve öğrencilerine sarıldım.Onlara Manisa hakkında bilmem gereken çok şey olduğunu söyledim. Leman Öğretmenimiz Manisa’nın her taşının altından tarih çıktığını söyledi. İlk altın paranın basıldığı Lidya’nın başkentinin Salihli ilçesindeki Sart bölgesinde olduğunu duyunca Manisa’nın geçmişe uzanan gizemli tarihini öğrenme isteğim daha da arttı. Manisa sokaklarında gezerken öğretmenimiz Manisa Kent Müzesi’ne geldiğimizi söyledi. Müzedeki gezimizde arkeoloji bölümünde Manisa’nın kültürü ve tarihi hakkında bilgi sahibi oldum. Yeni yerler keşfetme isteği ile oradan ayrıldık. Sohbetlerimiz sırasında Kula evleri,Kuladokya peri bacaları,kaplıcaları,camileri,yeni han gibi birçok doğal ve tarihi güzelliklerden bahsedildi.Gezip görülecek çok yer vardı; fakat karnımızın da açıktığını hissettik ve meşhur Manisa kebabını yemek için bir lokantaya geçtik.Tadı çok güzeldi ve unutulmaz bir lezzet oldu benim için. Lafımız yemeklerden açılmış karnımız da doymuşken Leman Öğretmenimiz Manisa’nın özel lezzetlerinden biri olan mesir macununun hikayesini anlattı. Kanun-i Sultan Süleyman’ın annesi hastalanınca sarayın doktorları tedavi edememiş ve 41 çeşit baharatın karışımıyla hazırlanan mesir macunu ile şifa bulmuş. Bu dönemlerden beri adına şenlikler düzenlenen mesir Manisa’nın vazgeçilmez şifa kaynağıymış, 465 yıldır da yapılmaktaymış.
Gelelim Manisa’nın diğer lezzetlerine.’’Acaba neler var.’’ diye içimden geçirirken Leman Öğretmen ve öğrencileri aklımdan geçenleri saymaya başladı. Manisa denince üzüm birinci sırada geliyormuş. Üzüm mevsimi olmadığı için tadına bakamadım ama; her tarafta gördüğüm üzüm heykelleri ilgimi çekti. Üzümü zeytin , pamuk , kiraz,çilek takip ediyormuş. Eko turizmin yapıldığı ve tarımsal üretimde üçüncü sırada yer alan Manisa 2004 yılında Fashion Times tafafından dünyanın en uygun yatırım kenti seçilmiş. Bu bilgileri öğrenince yaz tatilinde de Manisa’ya gelip mevsiminde bu meyveleri tatmak istedim.
Gezip, dolaştıkça Manisa hakkında daha birçok bilgi edineceğimi biliyordum. Ben soruyordum, sordukça merakım artıyordu. Uzun bir yürüyüşten sonra Manisa Kalesi’ne çıktık. Çıktığımda beni büyüleyen Manisa’nın kuşbakışı manzarası ile karşılaştım. Düz ve geniş bir arazi üzerine kurulmuş bu kent tarihi, kültürü ve doğası ile tam bir Ege kenti olarak bizi selamlıyordu. Kale gezimizden sonra geldiğimiz yoldan yavaş yavaş inerken öğretmenimizden camileri, Kurşunlu ve Emir kaplıcaları, Sardes ve Sart Antik Kentleri ile ilgili birçok bilgi aldım. Bunlardan en çok en Ağlayan Kaya diğer adı Niobe ‘nin hikayesi ilgimi çekti.

Rivayete göre Niobe kralın kızıdır ve Lidya kralının oğlu ile evlenir. Yedi kız , yedi erkek çocukları olur.Bu çocuklardan Leto’nun Artemis ve Apollon adında bizlerin de tanıdığı çocukları varmış. Leto büyük bir şenlik düzenlemiş ve bu şenlikte Niobe’nin çocuklarını öldürmüş. Sadece bir tanesi sağ kalmış. Niobe bu çocuğunu alarak Manisa’nın ünlü dağı olan Spil Dağı’na götürmüş. Burada acı ve hüzün dolu günler yaşayan Niobe sürekli ağlıyormuş.Tanrı’dan bu acıya daha fazla dayanamayacağı için kendilerini kayaya dönüştürmesini istemiş. Dileği kabul olan Niobe kayaya dönüşmüş. O zamadan sonra Spil dağındaki bu kaya ‘’Ağlayan Kaya’’adını almış.
Hikayenin etkisine kapılıp saatin nasıl geçtiğini anlamamışız , hava iyice kararmış. Güneş doğarken buluştuğumuz bu güzel şehirden güneş batarken veda etmek için beni bir diğer ilimize götürecek aracımıza doğru yürüdük. Her şey için biribirimize teşekkür ettik. Yeni arkadaşlarla tanışmanın sevinci ve bir o kadar da onlardan ayrılmanın hüznü ile biribirimize sarıldık. Biribirimize iletişim adreslerimizi verdik ve bu arkadaşlığı mektup aracılığı ile de olsa devam ettirme sözü verdik.
Sırada Ege Bölgesi’nin bir başka güzel kenti Uşak vardı . Arabamızın arka camından bana el sallayan konuksever dostlarıma bakarak Manisa’dan uzaklaştık.

28
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com

ÖYKÜ’NÜN UŞAK MACERASI
Manisa’dan Uşak’a yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Tarihi, kültürel ve sosyal özellikleri ile nasıl bir yerdi diye düşünürken Uşak Terminali’ne geldik. Aysel Öğretmen’ imle terminalde buluşacaktık. Bizi terminalde bir grup öğrencisiyle ve okul müdürüyle karşıladı. Güler yüzle ve sıcak tavırlarıyla karşılamaları adeta yorgunluğumuzu almıştı.
Arabadan inince Berra, Yağmur, Ela, Burak arkadaşlarımla tanıştım. Hepsi de benim gibi çok heyecanlıydılar. Sonra Aysel Öğretmen’imiz sizleri sürprizler bekliyor dedi ve arabalara binerek onlar önden gittiler, biz arkadan onları takip ettik. Kısa bir süre sonra Uşak’ın girişinde Huzurpark denilen bir yere gittik. Orada bizleri 4/C sınıf öğrencileri ve aileleri karşıladı. Arkadaşlarla tek tek tanıştık. Hepsi de güler yüzleriyle, içten ve samimi davranışlarıyla dikkatimi çekti. Huzurpark çam ağaçlarıyla kaplı olduğu için yaz günü için oldukça uygun bir yerdi. Adı gibi tam da insana huzur veriyordu. Bu arada erkek öğrenciler “Zeybek” kıyafeti giymişti ve dikkatimi çeken bir başka şey de farklı giyimli davulcuydu. Onu da merak ediyordum çünkü normal davulculardan farklı gözüküyordu. Huzurpark’taki masalar üzerinde çeşit çeşit kahvaltılıklar dizilmişti. Mehmet ve Deniz arkadaşım bana tek tek yöresel yiyecekleri tanıttı. Tarhana çorbası,döndürme(börek çeşidi) katmer, bükme, peksimetin de çok lezzetli olduğunu söyledi. Kendisinin yemekleri çok sevdiği fiziksel özelliğinden de anlaşılıyordu. Yalnız sabah saatlerinde olduğu için katmer, bükme, peksimetle kahvaltı yaptım. Kahvaltıdan sonra davulcu çalmaya başladı. Davulcunun adı “Çılgın Erkan”mış. Gerçekten de davulu çılgın çılgın çalıyor ve şovlar yapıyordu. Uzun saçlarıyla ve 6 tane davulu boynuna geçirerek hepsini de ayrı ayrı çalıyor ve muhteşem bir gösteri sergiliyordu. Davulcu Çılgın Erkan’ın Guinness Rekorlar Kitabı’na girdiğini öğrendim. Daha sonra bir grup öğrenci Uşak oyunlarından İslamoğlu’nu oynadılar. Arkadaşım M.Deniz Uşak’ın ayrıca “On yedi benli Şadiye’m”, “Karanfil Oylum Oylum”, “Takmak Hanı” oyunlarının da olduğunu söyledi. Bu sıcak karşılaşmadan sonra, yemekler yenilip oyunlar oynandıktan sonra arkadaşlarıma veda etme zamanı gelmişti. Aysel Öğretmen’imiz bizi şehir merkezindeki tarihi eserleri olan yerleri gezdirecekti. Şehir merkezine doğru giderken Aysel Öğretmen’imiz Uşak’ın; Banaz, Karahallı, Sivaslı, Ulubey ve Eşme ilçelerinin olduğunu belirtti. Uşak’a “Aşıklar Diyarı” denildiğini ve 6 bin yıldır yerleşim yeri olan Uşak’ın, çeşitli medeniyetleri barındırdığı gizemli bir yer olduğunu öğrendim. Uşak’ın İstiklal Savaşı’mızda önemli bir yeri olduğunu ve Yunan ordusu komutanı General Trikopis’in merkez Göğem köyünde esir alınmış olduğunu ve 1 Eylül 1922’de Uşak işgalden kurtulmuş ve 2 Eylül 1922’de Atatürk ve İsmet İnönü şehre gelerek karargah kurduklarını, General Trikopis’in kılıcını bugün “Atatürk ve Etnografya Müzesi olan evde teslim aldıklarını söyledi. İlk önce “Atatürk ve Etnografya Müzesine” gideceğimizi söyledi. Müzeyi gezdik. Yunan ordusu komutanı ‘General Trikopis’in’ kılıcının teslim edildiği yer ayrı bir bölümle ayrılmıştı. Atatürk’ün yatak odasını, giydiği kıyafetleri gördük. Silah çeşitleri ve takılar da dikkatimi çekmişti. Oradan ayrılırken o mahallede koruma altına alınan eski Uşak evleri olduğunu gördüm. Daha sonra merkezdeki “Arkeoloji Müzesi’ne” gittik. Müzede balmumu heykelleri, takılar, çoğunluğu altın olan tarihi eserler vardı. Bunlardan en önemlileri de “Karun Hazineleri”ymiş. Bunların arasından denizatı şeklinde olan dikkatimi çekti. Broş halindeydi. M.Ö. 6.yüzyıl Lidya döneminden kalma 450 parçadan oluşan hazine olduğunu öğrendim. Aysel
Öğretmen’ imiz Uşak’ın Karun Hazineleri’ne ev sahipliği yaptığını, Karun’un Lidya’nın son kralı olduğunu, Uşak’ın Lidyalılara, Frigyalılara, Selçuklulara ve birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını anlattı. Paranın kullanılmasıyla ilkler şehrinin UŞAK olduğunu ve “Karun kadar zengin” deyiminin de Uşak’tan çıktığını öğrendim. Türkiye’nin ilk şeker fabrikasının da “Nuri Şeker “ öncülüğünde Uşak’ta kurulmuş olduğunu ve ilk iplik fabrikasının da burada açılmışn olduğunu öğrendim. Ayrıca da ilk elektrik kullanımının da Uşak’ta olması beni Uşak’a karşı yeni bilgiler öğrenmemi sağladığı için daha da heyecanlandırıyordu.
Şehir merkezine doğru giderken valiliğin önünde Kurtuluş Savaşı’nı temsil eden “Atatürk Anıtı’nı”gördüm. Bu anıt üç gruptan oluşuyordu. Atlı süvariler, zafer sütununun önünde Atatürk, bilim ,sanat yazan kitapları taşıyan genç kız ve erkek bulunuyordu. Bir de Kurtuluş Savaşı’nda desteklerini esirgemeyen kadın figürleri ve mermi yüklü kağnı vardı. Bu meydana önceden Atatürk Heykeli Meydanı deniliyormuş. 15 Temmuz şehitlerinden sonra 15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve Şehitleri Meydanı olarak değişmiş. Müze gezilerinden sonra dört yolda bulunan Şehit Pilot Asteğmen “Mehmet Bozkuş Köprüsü”nden geçerek Ulubey ilçe yolu üzerinde Öğretmen Mahmut Özgöbek İlkokulu’na giderek arabamızı bıraktık. Aysel Öğretmen’imiz bizi kendi arabasıyla okula yakın olan at çiftliğine götürdü. Oradaki atların engelli çocuklara rehabilitasyon amaçlı kullanıldığını söyledi. Küçük atlara da pony denildiğini öğrendim. At çiftliğinin kalabalık olması dikkatimi çekti. Meğer o gün cirit oynanıyormuş. Bu arada cirit oyununun bir Ata sporu olduğunu ve Uşak’a has olduğunu öğrendim. Orada bulunan kafede çay ve meyve suyu içtikten sonra Ulubey ilçesine doğru yola koyulduk.
Ulubey Uşak’a 20 km uzaklıktaymış ve Ulubey’de dünyanın 2.büyük kanyonunun yani “Ulubey Kanyonları”nın olduğunu söyledi. Kanyonun 75 km uzunluğunda ve 170 metre yükseklikte olduğunu söyleyince oldukça heyecanlandım. Aysel Öğretmen’imiz, akarsuların yeri oyması sonucunda meydana gelen dar ve dolambaçlı boğaza “kanyon” denildiğini anlattı. Kanyona vardığımızda cam teras denilen yere çıktık. 170 metre üzerindeydik ve altı boş olduğu için çok korkmuştum. Aysel Öğretmen’ imin güler yüzlü bakışlarıyla korkum çabucak geçti. Ailemle hep birlikte hatıra fotoğrafı çekildik. Böylece kanyon gezimiz de bitmişti. Sıra Ulubey ilçesi Sülümenli Köyü sınırlarında ve Uşak iline 40 km mesafede olan Blaundus Antik Kenti’ndeydi. Sonra da Aysel Öğretmen’imizin köyü olan İnay Köyü’ ne gidecektik. Blaundus Antik Kenti’nde kaleler, tapınaklar, tiyatrolar, stadyumlar ve kaya mezarlıklarını gördük. Uşak’ın gerçekten de çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yaptığı tarihi eserlerden belliydi. Aysel Öğretmen’ imizim köyü olan İnay’a 10 dakikalık bir yolculuktan sonra gelmştik. İnay istasyonunda tren garını gördük. Köy biraz daha aşağıdaydı. Köyün içine girdiğimizde köy muhtarı bizi karşıladı. Daha önce Aysel Öğretmen’ imiz muhtarla konuşmuş ve geleceğimizi söylemişti. Sıcak bir karşılamadan sonra yorgunluk çayı içtik. Muhtar döndürme, bükme ve peksimet yaptırmış ve çayın yanında ikram etti. Sonra da tarihi mekanları gezdirdi. Kervansarayın eskiden deve ile gelen yolcuların konaklama yeri olduğunu söyledi. Hemen yanında tek gözlü taş köprü ve yedi oluklu çeşme, üçü birarada, bulunuyordu. Muhtar hepsiyle ilgili bilgiler verdi. Selçuklular zamanından kalma tarihi eserler vardı. Köyün yapısı hilal biçiminde ve orta noktada da in(mağara) bulunduğu için “İnay” denilmekte olduğunu anlattı. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlıların burada yaşadıklarını ve “Himmet Çocuk” hikayesini anlattı. Aysel Öğretmen’ imiz bize baba evini gezdirdi. Ev iki katlı tarihi bir yapıttı.
Pencereleri kubbe biçiminde yapılmış olduğundan diğer evlerden farklı gözüküyordu. İnay Köyü gezimiz bittikten sonra tekrar Ulubey ilçesi yoluna koyulurken Aysel Öğretmen’imiz Eşme ilçesinin de dokuma kilimlerinin meşhur olduğunu ve her yaz “kilim festivalinin”yapıldığını söyledi. Uşak’ın Taşyaran Vadisi’nin, Kayaağıl Termal tesislerinin ve Banaz Hamamboğazı’nın olduğunu da söyledi. Ulubey döndürmesi(börek çeşidi), köy ekmeği, haşhaş ve susam sürtmelerinin de güzel olduğunu söyledi ve geçerken bunlardan paket yaptırdık. Karahallı ilçesine doğru yola koyulduk. Aysel Öğretmen’ im Karahallı ilçesinde “Frigyalılar” döneminden kalma tarihi bir köprü olduğunu ve adının da “Clandıras Köprüsü” olduğunu söyledi. Banaz çayı üzerine yaklaşık 2500 yıl önce yapılmış ve toplam uzunluğunun 24 metre olduğunu öğrendim. Clandıras Köprüsü’nün arkasında muhteşem bir şelale vardı. Manzara harikaydı. Burada bulunan park yerlerine oturarak ekmek arası ciğer yedik, ayran içtik. Karahallı’nın ciğeri meşhurmuş. Akşam olmak üzereydi. Uşak’a doğru yola çıktık. Aysel Öğretmen’im mayıs ayında gelseydiniz Sivaslı’nın “çilek festivaline” giderdik dedi. Çileğin Avrupa’ya ihraç edildiğini söyledi. Ayrıca Uşak’ın battaniyesinin de meşhur olduğunu söyledi.
Uşak’ta okula yakın olan Burakların evine gittik. Orada Burak, Ela, Berra, Yağmur, Serpil, Oğuz Kağan, Eser, Anıl, M.Deniz, Neslihan, Gülsün arkadaşlarımız bizi sabırsızlıkla beklemişler. Bu kadar geziden sonra yorulmuştuk. Arkadaşlarımın sıcak karşılaması bütün yorgunluğumuzu gidermişti. Burak ve arkadaşların aileleri akşam yemeği hazırlamışlar. Önce tarhana çorbası içtik. Tarhana çorbası Uşak’a özel yöresel yemeklerdenmiş. Sonra keşkek, tas kapama, alacatene, salata çeşitleri ve son olarak da demir tatlısı yedik. Yemekler gerçekten çok güzeldi. Annemle babam çay içerken ben de arkadaşlarla tombala oynadım. Annem ve babam Burak’ın ailesiyle ve Aysel Öğretmen’imle oldukça kaynaşmıştı. Derken vakit hayli ilerlemişti ve gitme zamanı gelmişti. Babam okuldan arabayı getirdi ve yolculuk başlayacaktı. Arkadaşlarımdan ve Aysel Öğretmenimden ayrılacağım için üzülüyordum ama yeni yerler keşfedeceğim için de bir o kadar heyecanlıydım. Uşak-Ankara yolu üzerinden giderken Uşak Şeker Fabrikası’nı gördük. Sonra Banaz’a yaklaşırken Göğem Köyü’nden geçtik.
Buranın General Trikopis’in esir edildiği yer olduğu aklıma geldi. Uşak’ta daima haberleşeceğim arkadaşlarımın olması düşüncesiyle yolculuğumuza devam ettik. Hoşça kal Uşak…

30
81 il bir hikaye by Efsaneler  - Illustrated by Mehtap DEMİR - Ourboox.com
This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

Ad Remove Ads [X]
Skip to content