by izzet TÜRKMEN
Copyright © 2018
ENAYİ DÜMBELEĞİ
En güzel gözler onundu. Ok gibi kirpikler, kahverengi, buğulu gözleri… Melul melul bakan bakışlarının altında bir dolgunluk akisleri sezilmekte… Ağzıyla değirmen çarkı misali bir ileri bir geri gelmekte; üzüntüm, sıkıntım var ama halime bin şükür demektedir. Kırlaşmış tüyleri yılların emek mücadelesini sırtında gururla gezinmektedir. Hemen yanıbaşında yıllardır cefasını çeken eyeri… Yarım ay şeklinde sıralanmış tahta çıtalar, üzerine geçirilmiş iki kalın tahta, altta salınan urgan parçaları… Yanından hiç ayrılmadı, bir anne gibi sırtında taşıdı. Her gün erken saatlerde yola çıkarlar, onunla ekmeğe, aşa ortak olurlardı. Bazı günler dayak yediğinde sessizce ağlardı. Kimse bilmezdi onun ağladığını, kimse anlamazdı onun neler çektiğini. Sadece yol arkadaşı onu sessizce dinler, hüzünlü besteler çalardı can dostunun feryadına. Sahibi sabahleyin ilk iş sırtına eyerini vurup ipinden tutarak onu dışarı çekerdi. Kahverengi, cepken pantolon, siyah paltosu, sigaradan altları sararmış bıyıkları, hafif nasırlaşmış gözleriyle ipini çekiştiriyordu Recep Ağa…
Hadiii! Seni gidi inatçı. Hadi len uğraştırma beni. Senin…
Bazen inat ettiği olurdu ama sahibi de inatçıydı. Bir yandan ipini çeker, yine de olmazsa arkadan vurur, üzerine bir de küfür savururdu. Hepsini birden içince mecburen kendini sahibinin ellerine bırakıverirdi. Recep Ağa, koltuklarını sabah horozu gibi kurumlu kurumlu gererek ona doğru bakıyordu. Kölesine bakan saray burjuvasıydı şimdi. Kölesine taktığı isimle seslendi:
Hadi bakeeem. Enayi dümbeleği. Gidiyoz.
Evet adı ile sanı ile Enayi Dümbeleği. Sevmiyordu bu ismi ama sahibinin hoşuna gidiyordu. Çocuklar onu bu isimle çağırır, onunla oyunlar oynarken bu sözle alkış tutarlardı. Recep Ağa’nın karısı Emine ona bu sözlerle haykırır, en güzel hakaretlerini böyle yapardı. Recep Ağa ile beraber Oduncu Abdullah’ın yanına vardılar. Kapıdan ona seslendi:
Abdullah, nerdesin?
Abdullah kerpiç evin, gıcırdayan kapısından yalın yapıldak çıkıverdi. Recep Ağayı görünce yüzünde belirsiz bir gülümseme oluştu:
Hoş geldin ağam. Gelmişsin Dümbelekçi başıyla.
He ya geldik. Şu işi bitiriverelim dedik.
Eyi yaptın ağam. Gel bi çay iç hele birazdan başlarız.
Tamam, şunu bağlayam gelem.
Recep Ağa Abdullah’la beraber içeri geçince yalnız kaldı arkadaşıyla. Kaçmasın diye boynundan zincire vurmuşlardı. Sahibinin gelip onu işe koşmasını bekleyeceklerdi. Recep Ağa ona yemesi için bir şey bırakmamış, çayırda bulduğunu yemesini tembihlemişti. Hakkına razı olmayı öğrenmişti , yoksa onu da göremezdi. Hakkı bir tutam ot, bazen saman, bazen dayak, bazen küfür…
Hepsine yarabbi şükür… Bunlara razı olmazsa kapı dışarı ediliverirdi. Sahibinin kurallarına riayet etmek, boynundaki medeniyet yularının bir gereğiydi. Yaklaşık yarım saat sonra Recep Ağa Abdullah’la dışarı çıktı. Bağlandığı yerden çözerek odunların olduğu yere geçtiler. O gün akşama kadar odun taşıdı sırtında enayi. Yorulduğu zaman bile arkasında bir acı hissederek yola koştu kendini. Gözlerinden aşağıya çağlayanlar akıyordu sanki. Akşam olduğunda Abdullah Recep Ağa’ya parasını verdiğinde ağanın keyfinden geçilmiyordu. Sevincinden enayinin sırtını bile okşamıştı.
Yorduk biraz dümbelekçi başını ağam.
Alışkındır o. Boş ver. Hadi eyvallah. Görüşürüz.
Sağ ol ağam görüşürüz.
Recep Ağa enayiyi yularından tutarak evin yolunu tuttuğunda güneş yüzünü enayi için son olarak gösteriyordu. Enayi evine geldiğinde boynu yine ağaca bağlanmış, önüne biraz ot bırakılmıştı. Recep Ağa, hakkına rıza isteyen bir adamdı. BU gün iyi çalışmıştı o yüzden aşını fazla vermek gerekti.
Bugün eyi iş gördük. Yemini fazla kattım önüne. Eğer bir inatçılık etseydin bu akşam bir şey yiyemezdin.
Sahibine doğru mahzun mahzun bakan Enayi Dümbeleği “hakkıma razı olmam lazım.” der gibi yüzünü yere eğerek, aşını yemeye koyuldu.
Published: Jan 30, 2018
Latest Revision: Jan 30, 2018
Ourboox Unique Identifier: OB-421298
Copyright © 2018