HEDİYE

by neşe

This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

HEDİYE

by

  • Joined Jan 2018
  • Published Books 4

            Meslek hayatımızın her bir döneminde biz eğitimcilerde farklı duygular uyandıran birçok anı biriktirmişizdir. Ama bazılarının hafızamızda silinmez bir yere ve öneme sahip olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

            13 yıl önce doğu görevini yaptığım Kars’ın pansiyonlu bir okulunda yaşadığım bir hatıra dökülüyor satırlarıma şu an. Dün gibi anımsıyorum bu değerli hatırayı. 2004 sonbaharının başında, beni bu zamana kadar bir kartal gibi gözetmiş olan kıymetli insan; üçüncü omzum olan annemle Kars’ın yolunu tuttuk, başımı otobüs camına dayayıp dalgın dalgın gözümün önünde bir görünen bir kaybolan ağaçlara, dağlara hiç bitmez tükenmez gibi görünen yollara baktım durdum seyahat boyunca. Kars’a yaklaşıyoruz diye mırıldandı ön koltukta oturan ihtiyar bir kadın. Birden doğruldum; küçücük evler, küçücük pencereleri ve kapısı. Hepsi kerpiçtendi bu evlerin. Bu zamana dek, bu evleri sadece okuldaki coğrafya kitabında görmüşümdür sanırım. 4 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından varış noktamız olan yeni yaşam yerimdeydim. Annemle hemen çevreyi incelemeye başladık ve uzun arayışlar sonunda ucuz bir daire bulduk. Dediler ki kışlar çok çetin geçermiş bu şehirde, buzda neredeyse yürünmezmiş. Bir bavul kışlık getirmiştim memleketten, tabanı kaymayan botlar. Tuttuğum evin okula yakın olmasına da özen gösterdik, her halükarda buzda düşme tehlikesine mantıklı bir önlem. Okulum epeyce büyüktü, sınıflar ise hayli kalabalıktı. 30 saat ders verilmişti bana ama meslek aşkıyla 40 saat bile derslere girebilirdim.

           Heyecanlı bir şekilde ders anlattığım ilk haftalarda, 8.sınıflara girdiğim bir derste, arka sıralarda beni dikkatlice dinleyen kocaman ela gözlü, kumral düz saçlı, cılız bir çocuğu fark ettim hemen. Saçının bir kenarında madeni para büyüklüğünde bir açıklık vardı, saçkırandı bu…Tüm sınıfa soru yönelttiğimde; O, parmağını kaldırmadı ve ben yumuşak bir ses tonuyla ‘bu soruyu gelip yanıtlamak ister misin?’ diye sordum. Ağır adımlarla tahtaya doğru geldi, gözlerim gayri ihtiyari ayakkabılarına takıldı; ikisi de yırtıktı ve büyüklüklerinden dolayı da ayağında eğreti bir görüntü oluşturuyorlardı. Soruyu doğru bir şekilde yanıtlayıp yine ağır adımlarla yerine oturdu. O gece iyi uyuyamadım, aklıma hep o eskimiş pabuçlar takıldı ve çocukluğumda anamın giydiği kara lastikler.

           Kısa bir zaman sonra ilk maaş günümüz geldi, alın terimizin karşılığı. Bankamatikten bir tomar para çektim. Ne yapacaktım bu parayla? Fazla harcama yapmayı seven biri değildim, aldığım şeyler, elzem şeyler olmuştur hep hayatımda. Haftanın ilk günü her zamankinden erken kalkıp, masada duran keteden biraz alıp, çayımı içip okulun yolunu tuttum. O’nu bahçede gördüm. Ayakta, elleri cebinde bir halde, okul bahçesinde top oynayan çocukları izliyordu. Yanına yaklaşıp: ‘Okul çıkışında çarşıya gidelim mi, ne dersin’ diye sordum. Başını kaldırıp şaşkın bir edayla onaylamakla yetindi. Çıkışta yürüyerek çarşıya vardık, bir kunduracının önünde durdum, hadi içeri girelim diye işaret ettim. Büyük bir ayakkabı mağazasıydı burası, hadi birini seç lütfen. Bir tane siyah renkli bir bot denedi ve belli belirsiz bir ses tonuyla ‘bu olur’ dedi.

           O günden sonra benimle hiç konuşmadı, göz teması kurmaktan da itinayla kaçınıyordu. Acaba utanmış mıydı? Ve yahut bu durumdan rahatsız mı olmuştu? Bunun cevabını uzun bir zaman kendime veremedim. Sadece emin olduğum bir şey vardı ki artık o küçücük ayakları kar yanığı olmayacaktı. Ve artık yavaş adımlarla yürümek zorunda kalmayacaktı. Ayakkabıları ayağından fırlar, çıkar korkusu taşımayacaktı. Belki de bahçede futbol oynayan arkadaşlarına katılabilecekti. Tüm bu olasılıklar zihnimde gezine dursun, bu gizemli çocuk sessizliğini tüm sene boyunca korudu, ağzını açmamak için büyük bir yemin etmişçesine.

            Sene sonu diğer öğrencilerle beraber Onu da mezun ettim bir üst öğrenime…

            Yaz tatili hızlı geçti memlekette. Anneme hep öğretmenliği ne denli sevdiğimden söz ettim, o da beni büyük bir sabırla dinledi ve her seferinde yüzünden tebessümler eksik olmadı. Keşke şu an sağ olabilseydi ve bu satırları ona okuyabilseydim ve O yine tebessüm edebilseydi. Ama hangimiz en büyük gerçekten kaçabiliyor?

            En nihayetinde görev yerime geri döndüm.  Birkaç ay geçti aradan. 24 Kasım’dı; bahçe nöbetçisi olduğum gün. Bahçede öğrencilerin oynadıkları oyunları izlerken, bana doğru hızlı adımlarla yaklaşan iki lise öğrencisi fark ettim, mezun ettiğim öğrenciler değildi bunlar. Elime çevik bir hareketle bir şey tutuşturdular. ‘Bunu eski bir öğrenciniz gönderdi, tanıyormuşsunuz onu, ayrıca size çok çok selamı var.’ Avucumu tuhaf bir heyecanla açtım, iki tane mavi renk pilot kalem ve katlanmış bir not kağıdı. Notta ince ve silik bir el yazısıyla sadece iki kelime ‘teşekkür ederim’ yazıyordu. Gözlerimden dökülen yaşlara mani olamadım, bu ondan başkası olamazdı; ta kendisiydi. Ve o lahza farkettim ki, ben bir yüreğe dokunabilmişim, bunu başarabilmişim. Zil çaldı, öğrenciler koşarak içeri girdi, bense yavaşça okul merdivenlerinden yukarı çıktım, kendi kendime söyleniyordum: ‘Ben bir yüreğe dokundum, bir yüreğe dokunabildim. 

             Hayatımda verdiğim ilk ve en anlamlı hediye: bir çift ayakkabı oldu.

             Hayatımda aldığım en kıymetli hediye: bir çift kalemdi.

             Ve hayatımda duyduğum en dokunaklı iki kelime: ‘teşekkür ederim’…

 

2
This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

Ad Remove Ads [X]
Skip to content