ADANA’DAKİ EFSANELER
Sıla TURUSKAN
10/5000
Anavarza Efsanesi
Çukurova’nın doğası, Savrun suyunun Ceyhan Irmağı’na kavuştuğu yerin yakınında bir kale vardır. Adına “Anavarza Kalesi” derler. Ceyhan’dan Kadirli’ye giderken, Anavarza Kalesi’nde sağda, ovadan bitercesine birden bire yükselir. Kale yalçın bir kaya üzerindedir. Şehir kalenin eteklerine kurulmuştur. Bugün şehir ve kale kalıntısı halen ayakta durmaktadır. Bu tarihi kalıntının güzel bir efsanesi vardır.
Vaktiyle Anavarza yiğit insanların, güzel kızların yaşadığı büyük bir şehirmiş. Dıştan Kent ve kale onu beklemekgüngünmış karşılamak. O zamanlarda yaş yaşa taş ustaları taştan oymalarla evleri, meydanları süsler, insana şaşkınlık verecek hayranlık uyandıracak eserleri yaratırlarmış.
Anavarza Kralı’nın (Aya sen doğma, ben doğayım) diyen dünya güzeli bir kızı varmış. Bu kız akıllı mı akıllı, güzel mi güzelmiş. Günlerden bir gün işte bu kız yüzünden kentin huzuru kaçmış, Kralın o gülen yüzü kararmış, kaşları çatılmış.
Gündüzleri halka, kentten çıkar, tarlıada bayırda işini görür, akşamında kente geri dönermiş. Kentin dışı hendeklerle ve yüksek duvarlarla çevriliymiş. Kentin kapısındaki asma köprüden başka içeri girilebilecek herhangi bir yer yokmuş.
Halk bu güzel kentte yaşarmış huzurda yaşarmış. Akşamları her eve kahkahayla dolarmış, ağıtlar şarkı diye söylenirmiş. Halk mutluymuş, tabii ki kentin kralı da mutluymuş, günler böyle gelir geçermiş.
Bir gün Sis Kralı’nın elçisi, Anavarza Kralı’na gelmiş.
– Ulu Şiş Kralı adına Anavarza Kralına söyleyerek güneşarım, demiş.
Kral:
– Söyle bakalım ne diler kralın bizden? Deyince de elçi:
– Kralım kızınızı oğluna isterim.
– Ya, öyle mi?
– Evet yüce kralım.
– Ya istekmek kabul etmezsem?
– Ulu Kralım bunu da düşünmüştür. Kızınızı oğluna vermezseniz, Krallığınıza savaş açacağını bildirmekle görevli bulunuyorum.
– Savaş diler demek?
– Hayır … Ama …
– Sis Kralına söyle, bu işi düşünmemiz gerekir.
Anavarza Kralı işte böyle demiş.
Dert geldi mi geldi mi üst üste gelirmişti. Misch Kralı’nın bu defa elçisi gidince elisisi köfte kapıya dayanmış. O da Misis Kralı’nın oğluna istemeye gelmiş. Aynı istek ve tehditler de bulunmuş.
Anavarza Kralı, çok halim selim, iyi yürekli bir insanmış. Ne yapacağına karar verememiş, dalmış kara düşüncelere. Durum çok çetin. Kızını bu krallardan hangisinin oğluna verse diğeri yine kendi halkına savaş açacak.
Belki de ülkesi elden gidecek. Hiçbirine vermezse bu defa iki ülke halkı ile savaşmak zorunda kalınacak diye düşünüp durmuş.
Kız babasının haline çok üzülmüş yüreğinden vurulmuş, babasına :
– Olur mu Kral babam. Ben senin kızın değil miyim? Bana derdini niçin açmazsın? Diye kahırlanmış.
Kral :
– Kızım, güvercin topuklu yavrum demiş. Çok haklısın. Bilmem ki ne etsem. Sis Kralı elçi göndermiş, oğluna seni ister. Misis Kralı da elçi göndermiş. O da oğluna seni ister. Vermezsem, savaş açılacak, hangisine peki desem yine olacağı bu. Ne yapmalı bilemedim demiş.
Kız gülmüş :
– Ondan kolay ne var?
– Şeytan bile çözemez bu düğümü kızım, demiş Kral.
– Hayır Kral babam; bundan kolay bir şey yok. Dersen ki onlara, ben kızımı veririm, veririm ama, bir koşulum var. Anavarza’nın suyu az. Buraya bol suyu ilk önce kim getirirse, onun oğluna veririm kızımı. Onlara böyle söyleyin siz. Gerisine karışmayın.
– Bak işte, bunu hiç düşünmemiştim. O zaman savaşsız çözeriz bu işi.
– Elbette babacığım. Halkımız rahat, huzur içinde yaşıyor. Onların benim yüzümden acılara katlanmalarını, ölmelerini istemem hiç, demiş.
Böylece aradan günler geçmiş her iki kralın elçileri, Anavarza Kralı’nın kararını öğrenmek üzere Anavarza’ya gelmişler. Kral onlara kızının öğrettiğini söylemiş.
Misis Kralı da kerpiçten yaparmış su yolunu. Bu yüzden Misislilerin su yolu görünmüş. Sislilerden bir haber yok. Misilsilerin su yolunun kente yaklaşmakta olduğunu gören kızı almış bir üzüntü. Meğer içten içe yiğitliğini duyduğu Sis Kralı’nın oğlunu seviyormuş. Ona adamlar göndermiş ve :
– İyiye kötüye bakma. Elini çabuk tut, demiş.
– Anavarza’ya bol suyu ilk getirenin oğluna kızımı vereceğim. Kararımı krallarınıza böyle iletiniz.
Elçiler bu kararı hemen kendi krallarına iletmişler.
Bunun üzerine, Sis Kralı yukardan, Misis Kralı aşağıdan başlamışlar su yolunu yapmaya, Sis Kralı su yolunu yontma taşlardan, çok güzel, sağlam biçimde yaptırmaya uğraşırmış. Bu yüzden işi geciktirmiş.
Ama taş yol bu. Peynir değil ki doğrana, çamur değil ki sıvana. Sonunda Misislilerin yolu bitmiş. Dayanamadı. Sı gelmiş. Dayanmış dayanmasına ama, kız buna dayanamamış. Kayıpalıklı atmış da kendisini aşağı kaldırmış.
Derler ki, Anavarza o günden sonra bir daha şenlik nedir bilmemiş. Kentin evlerinden neşe dolu kahkahalar yükselmemiş.
Lokman Hekim Efsanesi
Çukurovalılar ölümsüz hayatın peşine düşmüşler. Kendileri için ölümsüzlük ilacını yapmasını istemişler.
Lokman Hekim Çukurova’yı adım adım dolaşmış bütün adımlarla bitkileri incelemişiz adım. Bir gece dolaşmaktan yorgun düşmüş ve ulu bir çınarın altında uyuya kalmış. Bir ara bir ses duymuş: “Ey Lokman” sözleri ile “ben ölümsüz hayatın deviayım.Bundan böyle insanların ve hayvanlara ölüm yok”. Lokman Hekim seskini geldiği bitkiye doğru yürüyüp koparmış.
Adana ve Lokman Hekim efsaneleri yüzyılları yaygın olarak anlatılmaktadır. Bunlardan bir tanesi şöyledir:
Lokman Hekim inanışa göre bütün hekimlerin piri üstadıdır. Ona çiçeğin yaptığı lokman ilaçlarıyla tanıyan lokumun özelliklerini dertlilere deva bulurmuş yapar. Bütün dünyayı dolaşmış. Çukurova’ya gelleştiler ve hayran olarak Misis’e yerleşmişlerler çoğaldılar. Çevredeki bütün hastaları iyileştirmiş
Bu arada Tanrı, Cebrail’e “Yetkili Cebrail, Lokman ölümsüzlüğe çare bulursa bu insanların hali ne olur?” Demiş. Bunun üzerine Cebrail pir-i fani kılığında Misis Havraniye tarafına bir gelmiş. Misis Köprüsü’nün üstünde Lokman Hekimle ile karşılaşmıştım. Cebrail: “Selamün-aleyküm” ten sonradan söndürüldü. Lokman’ın elindeki kitaba bakmak istemiş. Ceyhan Nehri’ne atılan Atabaşkan Alş Coşkuyla Akan.
Kitabın ardından Lokman da suya atlamış ama bulamamış.
Yaz gelip sular çekilince ırmak boyunda
aramaya devam etmiş. Sonunda kitabın sadece bir
Arpa tarmuşa bulmuşa yaprağını.
Bugünkü tıp biliminin o günkü yapraktan geliştiğine
inanılır. Yörede hâlâ efsanenin izlerine
rastlanılmaktadır. Kitabın bulunduğu arpa tarlasının
toprağı kutsal sayılır. Çocukların karınları
ağrıdığında bu toprağı ıstıp beze sararak çocuğun
karnına koyarlar
Lokman Hekimle ile ilgili olarak anlatılan efsanelerden bir tanesi de şöyledir:
Lokman Hekim doktor ve eczacıymış. Her şeyden önce her şeyi yaptım. Ilacın şişesi, salınması. Girmiş bir gün. Bunun hiçbir şişe sallanmamış. Lokman Hekim’de üzerine: “Senin hastalığının çaresi yok öleceksin” demiş.
Tas yemyeşil olmuş. Ağrıları iyice azan adam: “Gidip şu zehiri içeyim de ölüp kurtulayım” diyerek zehirli sütü içmiş. Bir süre sonra ishal olmuş ve kusmaya başlamış. Ancak oldukça hafiflediğini hissediyormuş. Ölmek için içtiği zehirden sonra daha iyi olduğunu görmüş. Gün geçtikçe iyileşmiş ve hastalığı tamamen geçmiş.
Adam ölümden kurtuluşun olmadığını öğrenince çok üzülmüş. Her şeyini satmış. Yanına bir at, tüfek ve av köpeği alarak dağlara çıkmış. Vurduğu hayvanları yiyip yörüklerden yoğurt süt alarak yaşıyormuş. Bu arada hastalığı da iyice artmış. Bir ağacın altına gelmiş. Atını bağlayıp köskelmiş. O sırada bir yörük kadını bir tas sütü saylığa koymuş. Yılanların sütü sevdikleri bilinir. Tasa yaklaşan bir yılan sütü içmiş sonra da zehrini süte kusmuş
Lokman Hekim’e gidip sen
bana öleceğimi söylemiştin. Ama ölmedim “demiş. Lokman:” Ben sana ala ineğin sütünü nereden bulayım sütü yılana içirip nasıl tasa kusturayım. Hastalığının çaresi var ama bu ilacı temin etmek zor olacak için öyle dedim “diye cevap vermiş.
Lokman Hekim’e ait halkın yanında halkın yanında eczacılık ve tıp biliminin simgesi olmasın.
Ulu Camii Efsanesi
Ramazanoğlu’na bir gece düşünde, cami yaptırmasını söylerler. O da bugünkü Ulu Cami’yi yaptırmaya karar verir. Caminin temeli atılır. Bir gece, yine düş görür. Kendisinden çocuğunun kanını caminin temeline akıtması istenir. Ramazanoğlu’nun bir tek erkek çocuğu vardır; ama, “Allah bir tane daha verir.” diyerek onu kurban etmeye karar verir.
Temeli atan ustalara: “Çocuğumun kanını temele akıtın; ama ben görmeyeyim. Kanlı gömleğini getirin yeter.” der. Ustalar, “Bey’in bir tane çocuğu var. O da kesilmez.” diyerek, yoldan geçen garip, bir çocuğu keserler. Kanlı gömleğini Bey’e götürürler.
Aradan zaman geçer. Bey, çocuğunun ölmediğini anlar. Temel atan ustaları çağırır ve hangi çocuğun kanını akıttıklarını sorar.
Oradan geçen garip bir çocuğun kesildiğini öğrenince ustalara kızar.
“Vay Adana’m, gariplerin şehri olacak.” der.
Cami, yapılıp bitirilir ve ibadete açılır. Adana da gerçekten gariplerin şehri olur. İnsanların her yerden akın akın Adana’ya göç etmeleri bu efsaneye bağlanır.
Taş Köprü Efsanesi
Adana’da bir padişah yaşarmış. Padişahın kızı bir yılanın ölümüne neden olmuş. Bu yılanın eşi, kızı öldürmek için peşine düşmüş. Padişah bunun farkına varmış. Kızını tanıdığı birisinin evine saklamış. Evden çıkması yasak olan kız, bir gün dayanamayarak bahçeye çıkmış ve elma toplamaya başlamış. Bunu gören yılan, kızı sokarak öldürmüş. Padişah da kızının anısına Taşköprü’yü yaptırmış. Halk bugün bile padişahın, yıkıldığında yeniden yaptırılabilsin diye köprünün altına para ve altın koyduğuna inanır.
Published: Dec 5, 2017
Latest Revision: Dec 5, 2017
Ourboox Unique Identifier: OB-391643
Copyright © 2017
Strike the blood