TUZ MASALI by Karkın Atatürk İlkokulu - Illustrated by KARKIN ATATÜRK İLKOKULU EMİR S. EMİR S. - Ourboox.com
This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

TUZ MASALI

by

Artwork: KARKIN ATATÜRK İLKOKULU EMİR S. EMİR S.

  • Joined Nov 2020
  • Published Books 7

2

 

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman için­de, bir padişahın üç oğlu varmış.

Padişah aklı oldukça kıt bir adammış. Yaşına, padişahlığına yakışmayan hareketler yapar, herkesi kendine güldürürmüş. Devlet işleriyle hiç uğraşmazmış. Vaktini hep ava gitmekle, eğ­lenceler tertiplemekle geçirirmiş. Günlerden bir gün üç oğlunu da yanına çağırmış, onlara:

– Söyleyin bakayım diye sormuş, beni ne kadar seviyorsunuz?

Babalarının böyle tuhaf hallerine alışık olan şehzadeler, onun bu sorusunu hiç yadırgamamış. Fakat onun, sorduğu bir şeye karşılık verilmediği zaman da ne kadar kızdığını bilirler­miş, önce en büyük şehzade cevap vererek:

3

 

 

– Babacığım demiş, sizi altın kadar, elmas kadar, pırlanta kadar seviyorum.

Büyük oğlunun bu cevabı padişahın pek hoşuna gitmiş. Kahkahalarla güldükten sonra ortanca oğluna bakmış:

– Ya sen beni ne kadar seviyorsun bakayım diye sormuş. O da:

– Babacığım demiş, ben sizi bal kadar, börek kadar, kadayıf kadar seviyorum.

Ortanca oğlunun cevabı da padişahın hoşuna gitmiş. Gene kahkahalarla gülmüş. Sonra en küçük şehzadeye dönerek:

– Söyle benim küçük oğlum demiş, ya sen beni ne kadar se­viyorsun bakayım?

4

 

 

Küçük oğlan, birdenbire cevap verememiş. Biraz yutkun­duktan sonra:

– Babacığım demiş, ben sizi tuz kadar seviyorum.

Küçük şehzadenin bu beklenmedik cevabı karşısında, ağa­beyleri, kendilerini tutamayıp gülmüşler. Padişahın da suratı birden asılmış. Kaşlarını çatarak:

– Ne dedin, ne dedin diye bağırmış. Beni tuz kadar seviyor­sun ha? Seni utanmaz, hain evlat seni. Dünyada tuzdan daha kıymetli bir şey bulamadın mı?

5

 

 

Sonra hiddetle, yanındaki küçük bir sedef sandıktan iki kese altın çıkarmış. Birini büyük oğluna, ötekini de ortanca oğluna atmış. Onlara, eliyle dışarı çıkmalarını işaret etmiş. Her iki oğlu da adeta yerleri öpüp geri geri giderken, padişah ellerini çırp­mış. İçeri bir Arap girince:

– Çabuk bana cellatları çağırın diye bağırmış.

Arap uşak hemen dışarıya çıkmış. Kısa bir zaman sonra iri boylu, yarı çıplak bir halde korkunç iki Arap cellatla içeri girmiş.

Padişah küçük oğlunu göstererek:

6

 

 

 

– Çabuk bunu alın. Kafasını uçurun diye bağırmış. Eğer em­rimi yerine getirmezseniz, ikinizi de parça parça doğratırım.

Herkes gibi sarayda küçük şehzadeyi cellatlar da pek çok se­verlermiş. Padişahın bu emri üzerine onu tutup sürükleyerek dışarıya çıkarmışlar. Hemen iki at hazırlatmışlar. Birisi küçük şehzadeyi yanına almış. Atları dağlara doğru sürüp gitmişler.

Saraydan oldukça uzak bir yerde, bir dağ başında durmuşlar.

Küçük şehzade pek üzüntülü imiş. Dokunsalar neredeyse ağlayacakmış. Cellatlar onun bu haline acımışlar. Bir tanesi:

7

 

– Şehzadem demiş, biz sana kıyamayacağız. Ama padişa­hımızın emrini sen de kulaklarınla duydun. Bari gömleğini çıkarıp bize ver de bir tavşan yakalayıp onun kanına bulaya­lım. “İşte şehzadeyi kestik” diye kanlı gömleği götürüp baba­nıza verelim. Sen de buralardan uzaklaş, bir daha memlekete dönme!

Şehzade cellatların bu teklifine sevinmiş. Hemen soyunup gömleğini onlara vermiş. Hayatını bağışladıkları için her ikisine de teşekkür etmiş. Atın birini de onlardan alarak uzaklaşmış, gözden kaybolmuş.

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz git­miş. Nihayet bir memlekete varmış. O kadar yorgunmuş ki ne­redeyse, attan inerek yere uzanıp uyuyacakmış.

8

 

Şehre girerken, yol kenarındaki ilk evin kapısını çalmış. Ka­pıyı ihtiyar bir kadın açmış. Ona, şehzade olduğunu bildirme­miş, dünyada kimsesi bulunmadığını, bu memleketin de ya­bancısı olduğunu söyleyerek kendisini evlatlığa kabul etmesini rica etmiş. Zaten ihtiyar kadının da hiç kimsesi yokmuş. Zah­met çekmeden yetişmiş bir çocuk sahibi oldum diye sevinerek şehzadeyi evlatlığa kabul etmiş.

İhtiyar kadın, şehzadenin önüne yiyecek koymuş. Karnını doyuran şehzade gidip çeşmede elini, yüzünü, ayaklarını gü­zelce yıkamış. Sonra atının da karnını doyurmuş. Bu işler bi­tince, kadının yaptığı yatağa kendini atarak derin bir uykuya dalmış.

9

 

Ertesi sabah uyandığı zaman şehzade pencereden halkın akın halinde bir tarafa doğru gittiğini görmüş, ihtiyar kadına:

– Anacığım demiş, herkes böyle nereye gidiyor? Bayram fi­lan mı var?

İhtiyar kadın:

– Bayram değil ama oğlum demiş, ondan daha önemli bir şey var. Bugün talih kuşunu uçuracaklar, padişahımızı seçecekler.

Bu sefer şehzade:

– Ne olur anacığım demiş, beni de götür. Hiç olmazsa sey­rederiz.İhtiyar kadın evlatlığını kıramamış. Kalkıp giyinerek sokağa çıkmışlar. Halkla beraber büyük meydana gitmişler.

10

 

Herkes toplandıktan sonra talih kuşunu uçurmuşlar. Talih kuşu, kalabalığın üzerinde dolaşmaya başlamış. Kimisi, “Aca­ba bana mı konacak” diye heyecan geçiriyor, kimisi de “Benim başıma konsun” diye ayaklarının ucuna basarak boyunu yük­seltiyormuş.

Neyse, kuş, döne dolaşa gelip bizim küçük şehzadenin başı­na konmamış mı?

Buna hiç kimse razı olmamış. Her kafadan bir laf çıkıyor, kimisi de:

– O yabancı, padişah olamaz diye bağırıyormuş. Çaresiz seçi­mi bozmuşlar. Ertesi sabah tekrar toplanmaya karar vermişler.

11

 

Ertesi gün herkes gene meydanda toplanmış. Bu sefer de bir yanlışlık olur da, halkı kızdırırım diye, küçük şehzade gidip yol kenarındaki mezarlıkta, bir taşın yanında oturmuş.

Talih kuşunu uçurmuşlar. Halk heyecandan kırılıyormuş. Ama kimsede de ses seda yokmuş. Gözler hep havada kuşun uçuşunu dikkatle takip ediyormuş.

Talih kuşu, döne dolaşa gidip bu sefer de mezarlık kenarın­da oturan şehzadenin başına konmamış mı?

Halk gene kıyameti koparmış. Bir taraftan da:

– Olmadı, olmadı, Türkün şartı üçtür; diye bağıranlar olmuş. Çaresiz bu seçimi de bozmuşlar. Yeniden toplanmaya karar vermişler.

12

 

Ertesi sabah, halk meydanda çok erkenden toplanmış. Şeh­zade ile ihtiyar kadın evlerinden henüz çıkmış, meydana doğru gelirlerken, talih kuşu uçurulmuş.

Kuş gene kalabalığın üzerinde birkaç defa dönmüş. Sonra oradan hızla uzaklaşarak, gidip meydana doğru yeni gelmekte olan şehzadenin başına üçüncü defa konmuş. Bu sefer hiç kim­se itiraz edememiş. Bizim küçük şehzade de padişah olarak o memleketin idaresini eline almış. Akıllı çocuk olduğu için, kısa zamanda halka kendini sevdirmiş. Birçok iş yapmış. Memleketi gül gibi idare etmeye başlamış.

13

 

Aradan yıllar geçmiş. Genç padişah kendisini bildirmeden, babasına bir mektup göndererek, memleketine davet etmiş. Babası, komşu bir memleket padişahından gelen daveti kabul etmiş. Gezip eğlenmeye bayıldığı için, bir tabur askerle birlikte hemen gelmiş.

Genç padişah çok güzel yemekler hazırlatmış. Fakat hiçbiri­ne tuz koydurmamış.

Genç padişah bıyık ve sakal bıraktığı için ilk karşılaştıkları zaman babasının kendisini tanımadığını hissedince, pek se­vinmiş.

Neyse akşam yemeğini yemişler. Misafir padişah yemekleri çok beğenmiş ama tuzsuz oluşuna hayret etmiş. İçine baygın­lıklar geldiği halde hiçbir şey söylememiş.

14

 

Ertesi gün, askerlerini dolaşmış. Hatırlarını sormuş. Onlar da yemeklerin tuzsuz oluşundan şikâyet etmiş.

O gün öğle yemeğini yerlerken misafir padişah:

– Kuzum, sizin memlekette tuz bulunmaz mı diye sormuş. Genç padişah gülerek:

– Vardır padişahım diye cevap vermiş. Hem o kadar çoktur ki bütün dünyaya tuz buradan gider.

Bu cevaba büsbütün şaşıran padişah:

– İyi ama demiş, bütün yemekleriniz tuzsuz. Sebebi nedir?

Genç padişah bu sefer:

15

 

– Sizin tuzu hiç sevmediğinizi, yemeklerinize koydurmadı­ğınızı söylediler de demiş, onun için koydurmadım.

Padişah derhal atılmış:

– Katiyen efendim demiş, yanlış söylemişler. Tuzsuz hayat mı olurmuş? Ben tuzu çok severim.

O zaman genç padişah gülerek:

– Ama demiş, küçük oğlunuz size: “Ben seni tuz kadar seve­rim” dediği zaman onu cellatlara teslim etmiştiniz?

Bu söz üzerine padişah kendine gelmiş. Karşısındaki genç padişaha dikkatle bakınca, oğlunu tanımış. Arkasından da göz­lerinden iki damla yaş yuvarlanmaya başlamış.

Baba oğul hemen kucaklaşmış. Sevinçleri görülecek şeymiş.

Onlar ermiş muradına.

16
This free e-book was created with
Ourboox.com

Create your own amazing e-book!
It's simple and free.

Start now

Ad Remove Ads [X]
Skip to content