Merhaba!
Bu kitapta birçok öğrencimiz dünya masallarını yeniden düzenledi.
Burada iyiler ve kötüler yer değiştirdi.
Yıllarca kötü olarak dinledikleri cadılar,üvey anneler ve devler gerçekten iyi olabilir mi?
Kötü bir masal karakteri nasıl değişebilir?
Düşünceler nasıl değişebilir?
“CTS”
Eleştirel Düşünme Becerileri(Critical Thinking Skılls)
Proje Takımı gururla sunar...
ÖĞRETMEN | OKUL | SAYFA |
SEVİL İPEK | SAKARYA SERDİVAN ANADOLU LİSESİ | 4 |
FAZİLET Ş. ŞENTÜRK | SAKARYA SERDİVAN ANADOLU LİSESİ | 37 |
RESUL DOKUMACI | TRABZON SAFFET ÇEBİ MTAL | 51 |
BETÜL DEMİRCİ | İSTANBUL ÖZDEN CENGİZ ANADOLU LİSESİ | 57 |
MERAL ULAŞ | KONYA ŞÜKRÜ DORUK AİHL | 59 |
FUNDA ARSLAN | ZONGULDAK EREĞLİ UZUN MEHMET MTAL | 61 |
SELEN ARAS | İSTANBUL BEŞİKTAŞ BİNGÜL ERDEM ANADOLU LİSESİ | 73 |
DUYGU YILDIZ | KIRKLARELİ LÜLEBURGAZ RAMAZAN YAMAN FEN LİSESİ | 82 |
BURCU SÖNMEZ | MANİSA SALİHLİ İMKB ANADOLU LİSESİ | 84 |
RABİA YAKAR | NİĞDE CUMHURİYET ANADOLU LİSESİ | 100 |
YUNUS YAKAR | NİĞDE FAİK ŞAHENK MTAL | 104 |
CAN ARTAN | ANTAKYA KARLISU SOSYAL BİLİMLER LİSESİ | 108 |
FİLİZ KABAK
FİLİZ YILDIZ TOPÇU PINAR ATMACA |
ANKARA ÇANKAYA ÜMİTKÖY AİHL FEN VE SOSYAL BİLİMLER PROJE OKULU | 113 |
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Sevil İpek
Yazar:Emirhan GAR.
Bir Garip Pamuk Prenses
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken.Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, az gittim uz gittim.Dere tepe düz gittim.Çayır çimen geçerek, lâle sümbül biçerek; soğuk sular içerek, ayla ayla bir güz gittim.Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim?Gide-gide bir arpa boyu gitmemiş miyim? Natal – matal martaval, işte size duyulmadık bir masal.
Bir zamanlar 60 arşın ağaçların olduğu kurdun aslan koyunun ayı kovaladığı süt şelalelerinin bal göllerinin şekerden dağların olduğu bir krallık varmış.Krallık krallıkta, bu krallıkta kral yokmuş.Bu krallığı kralsız bir aile yönetirmiş.Bu ailede güzel mi güzel, gözleri yeşil mi yeşil, saçları gece kadar siyah zincir gibi kıvrım kıvrım bir kraliçe varmış.Bu kraliçenin birbirinden yakışıklı iki oğlu varmış, Aybars ve Toybars.
Aybars çok yakışıklıymış lakin en az yakışıklı olduğu kadar kıskanç, kindar, kurnaz ve riyakarmış. Toybars da en az kardeşi kadar yakışıklıymış.Güçlüymüş, hoşgörülü ve yardımsevermiş. Kraliçe bu iki oğlunu büyütüp kralsız krallığa kral yetiştirmek istermiş.
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalarken Aybars ve Toybars iki genç delikanlı olmuşlar. Aybars yaptığı kötü işlerle halkın nefretini, Toybars yardımseverliği ve adaleti sayesinde halkın güvenini ve sevgisini kazanmış.Kraliçe durumun farkında olduğu gibi Aybars da durumun farkındaymış ve krallığın başına kardeşinin geçeceğini bilirmiş.Bilirmiş bilmesine de bunu kendine yediremez ve sindiremezmiş. Aybars krallıktaki tüm kızlara , külçe külçe altına mücevhere, en hızlı atlara, en geniş saraylara sahip olmak istermiş. Düşünmüş taşınmış kardeşine büyü yapmayı ve onu bir aynanın içine hapsetmeyi istemiş.Bunun için marifetli, marifetli olduğu kadar da kötü bir cadıya başvurmaya karar vermiş.
Krallığın dışında bir bataklıkta yaşan cadıya varmış isteğini dile getirmiş.Cadı bu büyü için Aybars’tan kırk kırmızı deve, beş boynuzlu at, doksan kanatlı koyun istemiş. Aybars gizlice Arabistan’dan kırk kırmızı deve, Akdeniz’den beş boynuzlu at ve Asya’dan doksan kanatlı koyun getirtmiş.Cadı da aynayı hazırlayıp Aybars’a teslim etmiş.Ve aynaya ilk bakan kişinin içine hapsolacağını sonsuza kadar kara büyüden kurtulamayacağını söylemiş. Aybars süratle sarayın yollarını zıplaya zıplaya kardeşinin yanına varmış.Kardeşine bu aynayı bir hediye olarak vermiş.
Zavallı Toybars kardeşinden gelen tek iyiliğin verdiği mutlulukla aynaya baktığı gibi aynaya hapsolmuş. Aybars durumun ciddiyetini sonradan anlamış.Cadının daha çok deveye daha çok ata daha çok koyuna onu ispiyonlayacağını ve idam ettirileceğini düşünmüş.
Ölüm korkusuyla aynayı da yanına almış ve krallıktan kaçmış.Büyük krallığın hükümdarı olma hayalleri suya düşen Aybars, yakışıklılığıyla başka kraliçeleri etkileyip kral olabileceğini düşünmüş.Bunun için Avrupa’ya doğru yola koyulmuş.
Avrupa’da çok zengin bir krallık bulmuş.Burada yerleşerek hile hurdayla büyü ile sıfırdan vezirliğe kadar yükselmiş.Bu krallığın güzeller güzeli bir kraliçesi varmış.Kraliçe o kadar güzelmiş ki yüzünü gören erkek büyülenir hemen ona aşık olurmuş.Kraliçe bu yüzden maske ile dolaşır kimseyi zor durumda bırakmak istemezmiş.Kraliçenin iç güzelliği dışa vurmuş olmalı ki kimseyi incitmeyen, adaletli, saf, temiz zeki ve güçlü bir kadınmış.
Bu krallıktaki kral yaşlıymış ve iyi bir insanmış kraliçeye çok aşık ve krallığı yönetirken de çok adaletliymiş.
Kraliçenin bir de üvey kızı varmış fakat Aybars onu hiç görmemiş.Kralın ilk eşinden olan bu kız çok güzelmiş.
Bembeyaz bir teni olduğu için ona Pamuk Prenses derlermiş.
Aybars hedefine odaklanıp türlü numaralarla gizliden kraliçeyi kendine aşık etmiş.Zavallı kralda Aybars’a çok güvenir onu sever ve sayarmış.Üç beş sene geçmiş kraliçe ve Aybars’ın aşkı iyice şiddetlenmiş.Kraliçe daha fazla dayanamayacağını krala itiraf edeceğini Aybars’a söylemiş.Aynı zamanda krallıktan da gitmek istemiş.
Aybars her ne kadar çaktırmasa da krallıktan gitmek, bunca zenginlikten ayrılmak hoşuna gitmemiş.Bu yüzden Kraliçeye dayanması için teselli vermiş ve kardeşinin hapsolduğu aynayı hediye etmiş.Bu hediyeyle kraliçe çok mutlu olmuş fakat olanları krala anlatacağını tekrar dile getirmiş.Bu sırada Kraliçenin ona uzak davranmasıyla kahrolan kral yataklara düşmüş. Aybars tek çareyi ölüm döşeğinde olan kralı zehirleyerek öldürmek olduğunu düşünmüş.Eğer kral ölürse kendisinin kral olacağını düşünerek kralın ilacına zehir katarak onu öldürtmüş.
Kralın ölümüyle tüm krallık yasa boğulmuş.Kraliçe tüm olan bitenden kendini sorumlu tutmuş.Kralın kızı ise üzüntüden ne yapacağını şaşırmış ve bu ölümden kraliçeyi suçlu tutmuş.Bunun üzerine prenses ormana kaçıp uzaklaşmış ve kraliçeden intikam için planlar kurmaya başlamış.
Sabahlar akşamlardan kaçarken Pamuk Prensesin karnı acıkmış ve üşümüş.Ormanda küçük bir kulübe görmüş ve can havliyle eve sığınmış.Krallığın dışında fakat yakınlarında olan bu evde yedi cüce yaşarmış bu cüceler madencilik yaparlarmış.Bu yüzden evdeki her şey elmastan, zümrütten ve altındanmış.
Cüceler büyükten küçüğe sırayla Bilgin, Cesur, Meraklı, Uykucu, Huysuz, Neşeli ve Şapşalmış. Bilgin çok zekiymiş ve çoğu şeyi bilirmiş.Cesur korkusuzmuş ve aralarında en cesuruymuş. Meraklı, her şeyi merak edermiş. Uykucu’nun tek işi tembellik ve uykuymuş.Huysuz hiç mutlu olmaz hep somurdarmış. Neşeli hep güler ve mutsuzluk, kötülük, öfke ona hiç uğramazmış.Şapşal daima başına işler açar ve sakarlığı eksik olmazmış.
Pamuk prenses bu yedi cüceye yemeğe ve yatacak yere ihtiyacı olduğunu ve acilen saklanması gerektiğini söylemiş.Yediler telaşla prensesi içeri alıp karnını doyurmuşlar.Pamuk Yediler’e kötü kalpli bir kraliçenin babasını öldürdüğünü ve onu da öldürecekken ondan kaçtığını söylemiş.Bu masum prenses cücelerden intikam için yardım istemiş.Cüceler bu savunmasız masum kıza inanmışlar ve yardım etmeye karar vermişler.Gece karanlığı yok olup sabah güneşi etrafı kapladığında planlarına koyulmuşlar.
Bilgin, Şapşal’a ve Uykucu’ya elma toplamasını söylemiş.Ama bir elmayı bataklıktaki elma ağacından almalarını söylemiş ve yola koyulmuşlar.Elma ağacına geldiklerinde Uykucu yorulmuş ve uyuyakalmış.Şapşal’da Bilgin’in söylediklerini yanlış anlayıp bütün elmaları bataklıktan toplamış.Sekiz tane elma varmış ve sadece elmalardan bir tanesi yeşilmiş.
Kulübeye vardıklarında Bilgin Pamuk Prenses’e bu elmadan kraliçenin bir ısırık alması gerektiğini ve sonrasında uykuya dalacağını söylemiş.
Bu arada krallıkta herkes çok üzülüyor Pamuk Prenses’in yokluğunu bile fark etmiyorlarmış. Aybars biricik sevgilisini hiç yalnız bırakmıyormuş.Kraliçe kralın ölümüne en çok üzülenmiş ve olanların Aybars ve kendisinin hatasının olduğunu düşünüyormuş.Bu sırada yaptığı hatayı anlamış ve Aybars’a olan aşkı tamamen bitmiş ama Aybars’a tek kelime edememiş çünkü üzüntüden dili düğümlenmiş.
Aybars kraliçeyi bir kaç saatliğine yalnız bırakmaya karar vermiş çünkü kendisini kral ilan etmek için yapılacak ufak tefek işler varmış.Bu sırada kraliçe odada yalnız kalmış.
Kraliçe Aybars’ın hiç üzülmediğini içten içe mutlu olduğunu düşünüyormuş o sırada aynadan sesler gelmiş.Bu konuşan Toybars’mış. Toybars kraliçeye sesleniyormuş.Aynaya kulak veren kraliçe Toybars’ı dinlemeye başlamış. Toybars Aybars’ın kardeşi olduğunu onun aslında nası biri olduğunu kralı Aybars’ın öldürdüğünü anlatmış. Toybars bunları anlatırken Aybars anlatılanları kapı arkasından dinlemiş ve hemen saraydan kaçmış.
Kraliçe anlatılanlara inanmış ve öfkeyle her yerde Aybars’ı aramış ve bulamamış.Bu sırada elmaları alan Pamuk Prenses saraya varmış.Kraliçenin yanına giden Pamuk Prenses kraliçeye elma ikram etmiş ve kendisi de sadece bir elmanın zehirli olduğunu düşünerek kırmızı elmalardan bir tane almış.Kraliçe olan biteni anlatmak için prensesi oturtmuş daha konuşmaya başlamadan prenses elmadan bir ısırık aldığı gibi uykuya dalmış.Kraliçe olan biteni anlamamış ve hemen en marifetli hekimleri çağırmış.Sıra sıra bütün hekimler odaya giriyorlar ve bir süre sonra çıkıyorlarmış.Kimse prensese çare bulamıyormuş.
Kraliçe üvey kızının derdine düşmüş ve dört bir yana haber salmış.Bu sırada Aybars kılık değiştirmiş ve fakir bir adam gibi giyinip ormanda saklanıyormuş.Yine hayallerinin suya düşmesiyle Aybars çok hüzünlenmiş.
Bu sırada Cüceler prensesi beklerken bir haberci eve ulaşmış.Prensesin uykuya daldığını ve neden olduğunun bilinmediğini prensesi uyandıran kişiye istediği her şeyin verileceğini söyleyen bir haberciymiş bu.Haberci gittikten sonra cüceler arkadaşlarının telaşına düşmüş.Bu sırada açlıktan midesi kazınan Aybars kulübeye dalmış ve yardım istemiş.Cüceler bu fakir görünen yabancıya güvenmemişler ancak prensesi kurtarma konusunda onlara yardım edebileceğini düşünmüşler.
Eve girdiği gibi dili tutulan Aybars gördüğü elmaslar, zümrütler ve altınlar karşısında şok olmuş.Yeniden hayalleri yeşeren Aybars oracıkta cüceleri öldürüp her şeye sahip olmak istemiş fakat cücelerin konuşmalarını duyunca cücelerin güvenini kazanıp onları tek tek avlamanın daha kolay olacağını düşünmüş.
Cüceler Aybars’a Pamuktan bahsetmişler ve Aybars hiç düşünmeden evet demiş.Sağlam bir plan yaptıktan sonra gece prensesi kaçırıp burada tedavi etmelerini uygun görmüşler.Gece olunca saraya doğru yola koyulan Aybars, Cesur, Bilgin ve Huysuz prensesi kaçırmışlar. Aybars girdiği sarayın eski saray olduğunu fark etmiş fakat çaktırmamış kendisi de olayı çözmeye çalışmış.
Prensesi kulübeye getirdikten sonra sabaha kadar prensesi uyandırmaya çalışan bilgin güneşin doğmasına yakın prensesi uyandırmış.Böylece Aybars cücelerin güvenini kazanmış. Sabah olduğunda prensesi bulamayan kraliçe her yere adamlarını yollamış ve kendisi de prensesi aramaya çıkmış.Günler haftaları kovalarken cücelerin Aybars’a olan güveni artmış ve hep beraber yaşamaya başlamışlar.
Aybars ile prenseste birbirlerine aşık olmuşlar. Aybars yeniden hedeflerine ulaşmış ve hayallerini gerçekleştirmeye yaklaşmıştı.Bundan sonra cüceleri tek tek avlayıp servete sahip olup prenses ile mutlu bir hayat sürecekti. Aybars cüceler ile tek tek gezilere çıkmaya başladı.Önce Cesur’la geziye çıkan Aybars Cesur’un zaafını bildiğinden onu bir ayı ile güreşmek için cesaretlendirmişti.Cesur dayanamayıp ayıya saldırmış boğuşmuşlar fakat bu adil bir dövüş olmadığı gibi Cesur’un da sonu olmuş.
Ev halkına çok üzgün olduğunu Cesur’u ayı parçaladığını söylemiş.Daha sonra Meraklı ile geziye çıkıp ona bilmediği bir mantarı yedirmiş ve onu öldürtmüştü.Sonrasında Uykucu’yla ava gitmiş Uykucuyu uykusunda bıçaklamış ev halkına da saldırıya uğradıklarını söylemiş.Bu ölümler karşısında şüphesi artan Bilgin olayı kavramaya çalışıyormuş…
Sıradaki kurbanı Neşeli olan Aybars Neşeli ile birlikte geziye çıkmış.Bilgin gizlice evde kalanları alıp bunları izlemeye koyulmuş.Başta her şey normal giderken Aybars’ın Neşeli’nin suyuna bir iksir karıştırması tüm ölüm olaylarını açıklamış…Neşeli iksirin etkisiyle kahkahalar içinde acı çekerken Huysuz, Bilgin, Prenses ve Şapşal çalılıklardan çıkagelmiş.Ama Neşeli’nin can vermesine engel olamamışlar.
Aybars soğukkanlılığını koruyordu çünkü üç cüce ve belki çıtkırıldım bir kadın onun için kolay lokmaydı.Derken kraliçe ve askerleri ormanın derinliklerinden çıkageldi.İlahi adalet!
İki tarafın da niyeti belli olmuştu.İki taraf da Aybars’ın kanını istiyordu.Kraliçe meydanda olan biteni bağırarak anlattı.Buna öfkelenen prenses askerlerden birinin elinde taşıdığı aynayı kırdı ve büyük bir cam parçasını Aybars’ın göğüsüne sapladı.Büyüyü yaptıran kişinin kanıyla yıkanan ayna sonsuza dek sürecek olan karabüyüyü bozdu ve Toybars kurtuldu.
Aybars’ın oracıkta can vermesi krık gün kırk gece sürecek bir şenliğin başlamasına neden oldu bu şenlik hem adalet hem evlilik mutluluğuydu. Toybars ve Pamuk yıllar boyu sürecek aşk hikayelerinin kahramanı oldular.Ve gökten üç elma düşmüş.Kırmızı olanlardan bir tanesi bu masalı okuyana, yine kırmızılardan bir tanesi Aybars’ın başına ve yeşil olanı da Yazarın başına…:)
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Sevil İpek
Yazar:Zeynep Nur TAT.
Jack ve Fasulye Sırığı
Bir varmış bir yokmuş , kocaman bir sarayın içinde dev ve karısı yaşarmış. Dev ve karısı çok zenginlermiş, altın yumurtlayan kazları ve sihirli arpleri varmış. Günün birinde dev evde yokken kapı çalmış , devin karısı kapıyı açmış ve karşısında insan bir çocuk görünce şaşırmış. Çünkü evleri insanların evlerin çok uzakta imiş.
Devin karısı çocuğa buraya nasıl geldiğini sormuş. Bunun üzerine çocuk , başından geçen olayları başlamış anlatmaya babasının yakın bir zamanda öldüğünü annesinin ve onun yokluk çektiğini , ineklerini satmak zorunda kaldıklarını sattıkları kadının inek karşılığı onlara fasulye verdiğini , bu fasulyenin sihirli olduğunu fasulye sırığı sayesinde buraya tırmandığını , buraya tırmanırken çok acıktığını söylemiş.
Devin karısı bunun üzerine çocuktan bir zarar gelmeyeceğini düşünerek çocuğu içeriye almış. Çocuk devin karısının ikram ettiği her şeyi yedikten sonra eve dev gelmiş. Dev çocuğu gördüğünde şaşırmış ve karısına bunun kim olduğunu sormuş. Devin karısı da çocuğun ona söylediği her şeyi anlatmış. Dev bunun üzerine çocuğa yardım etmek istemiş. Ve ona bir kese altın vererek evine göndermiş.
Ama çocuk aslında kötü niyetli, dev ve karısının zenginliğini kıskanan onları öldürmek isteyen bir insanmış. Günün birinde tekrar dev ve karısını öldürmek için onların evine gelmiş ve kapısını çalmış ama evde kimse olmadığı için kapıyı açan olmamış. Bunun üzerine çocuk eve zorla girerek gardıroba saklanmış. Ve bir süre bekledikten sonra dev ve karısı eve gelmişler.
Çocuk onların gardırobun yanına kadar gelmelerini beklemiş. Ve geldikleri anda dev ve karısını derin bir uykuya yollamış. Saraylarına ve hayvanlarına el koymuş . Annesi ile beraber saraya taşınmışlar. Ve hayatlarının sonuna kadar zengin yaşamışlar.
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Sevil İpek
Yazar: Yusuf Berke Tun.
Pamuk Prenses ve Yedi Devler
Bir varmış bir yokmuş zaman zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal horozlar imam iken orada iken çok güzel bir saray varmış. Bu sarayın çok kötü bir kralı varmış. Halka zulmedermiş. Birde kralın eşi kraliçe varmış. O da eşinin zıttı o kadar iyilik sever bir kadınmış ki tüm halk onu çok severmiş. Bu çiftin en büyük hayali çocuk sahibi olmakmış. Leylekler bu isteği duyup Pamuk Prenses adında bir kız çocuğu getirmişler.
Pamuk Prenses genç bir kız olmuş ancak huyları aynı babasına çekmiş. Çok yaramaz, kötü kalpli bir kızmış. Kral çok uzaklara savaşmak için gidince Pamuk Prenses saraydan kaçmış.
Ormanda kaybolmuş.Gün doğduktan sonra nehrin kenarında uyuyan çok yakışıklı bir prens görmüş ve onu öperek uyandırmış. Prens gözlerini açtığı gibi Pamuk Prensese aşık olmuş. Pamuk Prenseste onu çok beğenmiş. Prens tanıdığı yedi arkadaşına gitmeyi teklif ederek ve beraber yola koyulmuşlar.
Günler sonra ormanın içinde devasa büyüklükte bir eve gidenler. Yedi tane dev ile tanışmışlar. Bu yedi dev ve prens çalışmak için işe gitmişler. Prenses evde tek başına kalınca yataklarda zıplamış, yastıkları parçalamış ve çok fazla şımarmış. Pamuk Prensese kızmışlar ve onu doğru babasının sarayına bırakmışlar. Onu çok merak eden sinirli kral kızına çok kızmış ve özel hazırlattığı iksir ile kızını sonsuza dek uyutmuş.
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Sevil İpek
Yazar: Yağmur Çal.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde ülkenin birinde çok güzel bir saray varmış. Bu sarayda da güzeller güzeli bir kraliçe yaşarmış. Bu kadın herkese yardım eder, nazik ve herkes tarafından da sevilirmiş. Bir gün bu kadına bir mektup gelmiş, mektupta komşu ülkenin bir isteği yazıyormuş. Karısı ölmüş ve bir kızıyla yalnız kalmış bir kral onunla evlenmek istediğini söylüyormuş. Yalnızlıktan sıkılan ve artık bir yuva kurmak isteyen kraliçe bu isteği kabul etmiş ve eşyalarını toplayarak yola koyulmuş.
Saraya geldiğinde büyük bir coşkuyla karşılanmış bu durum güzel kraliçeyi çok mutlu etmiş. Güzel ve şaşaalı koridordan geçerek bir salona varmış. Kral ve küçük bir kız masada oturuyorlarmış. Kral kraliçeyi çok güzel karşılamış, küçük kız ise biraz utangaçmış. Kraliçe kızın ipek gibi yumuşak saçlarını yüzünden çekmiş ve adını sormuş. Bu kızın adı Pamuk Prensesmiş.
Aradan yıllar geçmiş kral büyük bir hastalığa yakalanmış. Kraliçe kral için elinden geleni yapıyor uzak diyarlardan en iyi hekimleri onun için getiriyormuş. Fakat ne kadar da uğraşırsa uğraşsın kral hastalığa yenik düşmüş ve hayatını kaybetmiş. Bu durum sonucunda yeni yeni kraliçeye alışmış olan Pamuk Prenses gitgide içine kapanmış ve odasından dışarı çıkmaz olmuş. Kraliçe bu durum için çok üzülüyor her günün odasının kapısını çalıyor onunla konuşmaya çalışıyormuş fakat prenses hiç cevap vermiyormuş.
Kraliçe de bir zaman sonra pes etmiş onu odasındaki büyülü aynadan kontrol etmeye başlamış. Yağmurlu ve soğuk bir günde kraliçe saraydaki işlerini bitirmiş ve aynanın karşısına geçmiş, fakat Pamuk Prenses odasında yokmuş. Telaşlanan kraliçe aynadan hemen prensesin nerede olduğuna bakmış, bir ağacın altında yağmurdan korunmaya çalışan prensesi görmüş.
Kraliçe pamuk prensesin saraydan kaçtığına çok üzülmüş ama Pamuk Prenses artık sarayda durmak istemiyorsa onu uzaktan korumak dışında başka bir şey yapamazmış. Hemen Pamuk Prensesi koruyup kollayacak ve onunla arkadaş olacak yedi tane cüceyi Pamuk Prensesin yanına yollamış. Artık gözü arkada kalmayacakmış.
Aradan aylar geçmiş kraliçenin artık eski gücü yokmuş, ya ben ölürsem de Pamuk Prensesi kimse koruyamazsa diye düşünüyormuş. En sonunda prensesi birisiyle evlendirmeye karar vermiş. Fakat bunu Pamuk Prensese gözükmeden yapması gerekiyormuş.
En sonunda bir gün yaşlı bir kadın kılığına girmiş ve Pamuk Prenses ile Yedi Cücelerin yaşadığı yere gitmiş. Prensese elindeki sepette duran sihirli elmalardan birini yedirirse en yakın zamanda evleneceği kişiyle tanışacakmış fakat bu tanışıklığın hangi yollarla olacağını kimse bilemezmiş. Kapıyı çalmış ve uzun bir süre beklemiş, tam gitmekten vazgeçecekmiş ki kapı açılmış ve kraliçe büyük bir özlem duyduğu güzel Pamuk Prensesi görmüş.
Hemen ona fakir birisi olduğunu bir tas çorbaya karşılık ona elma vereceğini söylemiş. Pamuk Prenses kraliçeye acımış ve hemen onu içeri davet ederek çorba vermiş. Bir iki saat evde sohbet etmişler en sonunda kraliçe hemen saraya geriye dönmüş ve aynasından olanları izlemeye başlamış.
Pamuk prenses elmayı yedikten sonra bayılmış, bu durumu gören kraliçe çok korkmuş. O sırada cüceler eve gelmiş, prensesi yerde görünce hemen yanına gitmişler ve soru sorup geri yanıt alamayınca pamuk prensesi camdan bir tabuta koyup büyük bir tepeye götürmüşler. Ağlayarak Prensesi taşıyan cücelerin karşısına yakışıklı mı yakışıklı bir prens çıkmış, bu prens prensesi görür görmez aşık olmuş ve cücelerden prensese çok iyi bakacağını onu ona vermelerini istemiş.
Cüceler kabul etmişler ve pamuk prensesi prense teslim etmişler. Prens, pamuk prensesi tabutundan çıkararak onu öpmüş ve bunun sonucunda prenses hayatının aşkının bularak hayata gözlerini yeniden açmış. Bu olayları aynadan büyük bir mutlulukla izleyen kraliçe istediği şeyi yapmanın verdiği rahatlıkla hayatını sürdürmeye devam etmiş. Pamuk Prenses ve Prens ise evlenerek hayatlarının sonuna kadar mutlu bir şekilde yaşamışlar.
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Sevil İpek
Yazar:Şevval Cemre B.
Fasulye Sırığından İnen Jack
Bir zamanlar fakir bir anne ve oğlu Jack birlikte yaşarlarmış. Bir gün, Jack’in annesi, ona paraları kalmadığını ve tek sahip oldukları ineklerini satmasını söylemiş. Jack pazara gitmiş, bütün gün ineğini satacak kimseyi bulamamış ve pazardan eve dönerken ineğini almak isteyen biriyle tanışmış. Jack ” İnek için bana ne vereceksiniz ? ” diye sormuş. Adam “Sana para veremem ama beş sihirli fasulye verebilirim.” diye cevaplamış. Jack hiç istemese de eve eli boş dönmek istememiş ve sihirli fasulyeleri alarak adama ineği vermiş.
Eve geldiğinde, annesine ineği sihirli fasulye karşılığında verdiğini söylemiş. Jack’in annesi bunu duyunca çok sinirlenmiş. Demiş ki “ah oğlum! Sen ineğimizi verdin ve adam sana beş fasulye mi verdi ? Adam seni kandırmış oğlum! Fasulyeyi pencereden dışarı fırlatmış. Jack çok üzülmüş ve akşam yemeğinden önce uyumaya gitmiş.
Ertesi sabah Jack uyandığında ve pencereden dışarı baktığında, beş sihirli fasulyenin büyüyüp göğe yükseldiğini görmüş. Fasulyeye tırmanmış ve gökyüzünde bir saraya ulaşmış. Burada bir dev ve karısı yaşıyormuş. Jack evin içine girmiş ve devin karısını mutfakta bulmuş. Jack, “Lütfen bana bir şeyler hazırlayabilir misiniz ? Çok acıktım.” demiş. Karısı ona ekmek ve biraz süt vermiş.
Jack yemeğini yerken, dev eve gelmiş. Dev çok büyükmüş ve Jack çok korkmuş. Jack dehşete kapılmış ve içeri saklanmış. Dev karısına seslenmiş. “Karıcım, ben burada insan kokusu alıyorum. Yemin ederim onu yakalarsam acımam yerim.” demiş. Karısı ” Burada insan falan yok” demiş. Dev yemeğini yedikten sonra odasına çekilmiş, altın para çuvallarını çıkarmış, saymış ve bir kenara bırakmış. Sonra uyumaya gitmiş.
Dev uykuya dalınca, Jack saklandığı yerden çıkmış, bir çuval altın parayı almış ve fasulye sırığına tutunarak aşağı inmiş. Evde paraları annesine vermiş. Annesi de demiş ki “Oğlum niye bana yuvarlak taş parçaları getirdin, bunlar ne böyle?” demiş. Jack ise “Anne bunun içinde altınlar var ne taşı onların hepsi altın. ” demiş. Sonra annesinden alıp bakmış ki ne görsün gerçekten altın çuvalının içinde sadece taşlar var…
Bunu gören Jack tekrar devin sarayına gitmeye karar vermiş.Altınların taşa dönüştüğünü gören Jack fasulye sırığına tırmanıp tekrar devin evine gitmiş. Jack devin karısına yiyecek bir şeyleri olup olmadığını sormuş, ama Jack devin karısının verdiği yemeği yerken dev eve dönmüş. Jack korkarak kalkıp yatağın altına saklanmış. Dev, “Karıcııım, ben burada insan kokusu alıyorum. Yemin ederim onu yakalarsam ham diye yerim!” diye bağırmış. Karısı, “Burada hiç kimse yok!” demiş. Dev, yemeğini yemiş ve odasına gitmiş. Odada eline bir tavuk almış ve tavuğa. “Yumurtlaaa!” Diye bağırmış ve tavuk altın bir yumurta çıkarmış.
Dev uyuya kaldığında, Jack tavuğu alıp fasulye sırığına tutuna tutuna aşağıya inmiş. Annesine “Bu tavuk altın yumurtluyor izle de gör.” demiş. Jack tavuğa ” Yumurtlllaa !” diye bağırmış. Tavuktan yumurta çıkmamış. Çünkü tavuk sahibinden ayrıldığı için yumurtlamak istemiyormuş. Jack tekrar kızıp odasına çıkmış.
Birkaç gün sonra Jack bir kez daha fasulye sırığına tırmanmış ve devin evine gitmiş. Üçüncü kez, Jack devin karısından biraz yiyecek istemiş. Bir kez daha, devin eşi ona ekmek ve süt vermiş. Jack yerken, dev eve gelmiş ve Jack hemen devden saklanmış. Dev, “Karıcııım, ben burada insan kokusu alıyorum. Yemin ederim onu yakalarsam ham diye yerim!” diye bağırmış. Karısı “Saçmalama! Burada hiç insan yok!” demiş.
Devin, güzel şarkılar çalabildiği sihirli bir arpı varmış. Dev uyurken Jack arpı almış ve tam gitmek üzereyken. Aniden, sihirli arp kendi kendine sesler çıkarmaya başlamış, “Efendim Yardım! Bir çocuk beni çalıyor! ” Dev uyanmış ve Jack’i arpla görmüş. Dev çok sinirlenmiş ve Jack’i kovalamaya başlamış ama Jack onun için çok hızlıymış. Jack, fasulye sırığına koşmuş ve hemen aşağı inmiş.
Dev yorulup Jack’i yakalamaktan vazgeçip sarayına dönmüş. Sonra annesine “Anne artık zenginiz bu arp konuşuyor.” demiş. Arpa “Konuş.” demiş. Ama arptan ses gelmemiş. Jack aldığı herşeyin sahiplerini çok sevdiğini ve ona özel böyle yaptıklarını anlamış. Bunu anlayan Jack yarın sabah ilk iş olarak saraya gitmeye karar vermiş.
Jack sabah erkenden kalkıp fasulye sırığına tırmanmış. Devin evine gidip devin gelmesini beklemiş. Dev gelince Jack demiş ki ” Ben senden altın çuvalını, altın yumurtlayan tavuğunu ve arpını çaldım ama yaptıklarımdan çok pişmanım. Onların seni sevdiğini anladım. Hepsini sana geri getirdim çünkü ne özellikleri varsa bunları sana özel olarak yapıyorlar. Bana hiçbirini yapmadılar. Bu yüzden sana hepsini geri veriyorum. Bir daha bir şey çalmamaya bana ait olmayan şeyleri almamaya söz veriyorum. Senden çok özür diliyorum.”demiş.
Dev bunları duyunca Jack’i affetmiş ve onu geri getirdiği için ödüllendirmek istemiş. Ona bir sürü altın vermiş. İhtiyacı olduğu zaman çalmak yerine gelip istemesini söylemiş ve sonunda Jack ile dev çok iyi dost olmuş…
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Sevil İpek
Yazar:Zeynep Boz.
Fasulye Sırığı ve Sonsuzluk
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir kasabada Jack isimli bir çocuk ,annesi ve ihtiyar babası yaşıyormuş. Jack ihtiyar babasını pek sevmiyormuş çünkü babası paraya çok düşkün, yalancı ve bencil bir insanmış. Bu yüzden Jack babasının yokluğunu aramazmış.
Bir gün Jack durumları iyi olmasına rağmen annesi ve ihtiyar babasında gizli inekleri satmak için pazara gitmiş. Pazarda bir kadın ile karşılaşmış ve kadın Jack’e inek karşılığında sihirli fasulye vermek istemiş ve Jack’te bunu kabul etmiş. Jack eve geldiğinde annesi çok sinirlenmiş ancak bu durum ihtiyar babasının hoşuna gitmiş ve Jack’in odasına gizlice girip fasulyeleri çalmış ve toprağa ekmiş.
Tüm gün umutla fasulyelerden bir mucize gelmesini beklemiş ancak gelmemiş. Yine de umudunu kesmemiş ve beklemeye devam etmiş. Bir şey olmayınca morali bozulmuş ve uykuya dalmış. Ama sabah kalktığında gördüğü şey onu çok mutlu etmiş. Çünkü fasulye sırığı gökyüzünün üstünde bir uzunluğa sahipmiş. Ve büyük bir heyecanla hemen fasulye sırığının üstüne tırmanmaya başlamış. Tırmandıktan sonraki manzara göz büyülüyormuş. Ağaçlar,yem yeşil bitkiler ve bir de olağan üstü güzelliğe sahip saray…
Jack’in ihtiyar babası bu sarayı görür görmez hemen içeri girmek istemiş ve sarayın kapısını çalmış. Bir de karşısında ne görsün? İki tane dev. İhtiyar adam devlerden biraz korkmuş ancak bunu belli etmemiş. Devler adamı içeri davet etmişler ve bir şeyler ikram etmişler.
Devlerin ikisi de kardeşmiş. İhtiyar adam devlerin zengin olduğunu anlamış ve onlardan bir şeyler çalmak istemiş. Ama aklına bundan daha iyi bir fikir gelmiş. O fikir ise iki dev kardeşi öldürmek imiş. Bunun amacı ise devleri öldürdükten sonra saraya sahip olmak ve daha zengin olmak imiş.
İhtiyar adam amacına ulaşmış ve devleri uzun bir uykuya göndermiş.Daha sonra ihtiyar adamın bir ailesi olduğu aklına gelmiş ve onları da kendisine hizmet etmesi için yanına alacakmış. Ama bir de ne görsün ki! Jack sırığın ne olduğunu anlamadığı için baltayla fasulye sırığını kesmiş. Ve ihtiyar adam evine geri dönmemek üzere ölene dek tek başına yaşamaya mahkum kalmış.
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Sevil İpek
Yazar: Sudenur D.
Güzel ve Çirkin
Bir zamanlar zengin bir tüccar varmiş. Üç kızı ile birlikte yaşayan bu tüccarın kızlarının ikisi son derece iyimsermiş ama üçüncüsü,adı çirkin olan adı gibi çirkin mi çirkin,bencil ve kaba saba biriymiş.bir gün tüccar gemilerinin şiddetli bir fırtınada battığı haberini almış.
Zavallı adam her şeyini kaybetmiş.Geriye bir tek kasabadaki küçük evleri kalmış.İyimser olan iki kardeş bu duruma pek üzülmemişler ama diğer kız kardeş kızıp bağırıp çağırmış.Bir zaman sonra tüccar kayıp gemilerinden birinin limana ulaştığını duyunca haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için yola çıkmaya karar vermiş.Kızlarına gelirken ne istediklerini sormuş; iki kız kardeş gül isterken diğeri çikolata börek çörek altın gibi pahalı şeyler istemiş.
Aradan birkaç gün geçmiş tüccar evine gitmek üzere yol almış bir sürü parası olmuş.Eve vardığında kızlarına hediyelerini vermiş.Daha sonra kapı çalmış kapıyı açtıklarında üstü başı perişan bir genç çocukla karşılaşmışlar.
Bu çocuk tüccardan borç para istemiş tüccar kabul etmiş ancak karşılığında çirkin kızıyla evlenmesini istemiş.Genç çocuğun başka çaresi olmadığı için kabul etmek zorunda kalmış.İkisini evlendirmişler.Ancak çirkinin herkesten sakladığı bir sır varmış aslında onu bu hale getiren bir büyücüymüş.
Çirkinin eski hale dönebilmesi için sakladığı gülün yaprakları dökülmeden birinin ona aşık olması gerekiyormuş.Bir zaman sonra genç çocuk ve çirkin birbirlerine aşık olmuşlar,çirkin eski haline geri dönmüş ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Fazilet Ş.Şentürk
Yazar:Ece Bil.
Güzel Ve Çirkin
Günlerden bir gün bir evde bir tüccar baba ve üç kızı yaşarmış. Bu kızlardan ikisi çok anlayışlı diğeri ise kız kardeşlerinin aksine çok bencilmiş. Bencil kız kardeş içinin pisliğini hiç yansıtmayan bir güzelliğe sahipmiş. Onu görenler ”bu kız ne kadar da güzel. Kötü biri asla olamaz” derlermiş. Bu kızın da adı zaten ”Güzel”miş.
Bir gün babaları kızlarını salona toplamış ve onlara artık fakir olduklarını, bütün gemilerinin battıklarını söylemiş. Bunu duyan kızlar çok üzülmüş. İki kız kardeş babalarını teselli ederken Güzel oturup ağlamaya başlamış çünkü artık o zengin hayatına veda etmek zorunda kalacakmış. Pahalı elbiseler, takılar, mücevherler artık olmayacakmış. Hemen babasını suçlamaya başlamış. Onun zaten beceriksiz olduğunu söylemiş ve ağlayarak odasına gitmiş.
Ardından birkaç ay geçmiş ve baba, kızlarını yine salona toplamış. Karşılarına geçerek ”bir gemimiz karaya vurmuş, gidip bakacağım. Gelirken benden istediğiniz bir şey var mı” demiş. Kızlar çok mutlu olmuş. Güzel, mücevherler ve bir adet gül istemiş. Diğer iki kız kardeş ise babalarının sağ salim dönmesinden başka bir şey istememiş. Baba yola çıkmış bu sırada Güzel zengin olmanın getireceği mutluluğu hayal ediyormuş. Fakat baba gemideki altınları bir dolandırıcıya kaptırmış. Dönüş yolunda ise sefalet içinde bundan sonraki hayatında neler yapacağını, nasıl kızlarını -özellikle de Güzel’i- mutlu edeceğini düşünüyormuş.
Biraz ileride ihtişamlı bir saray görmüş. Saraydan güzel yemek kokuları geliyormuş. Tüccar baba acıktığını hissetmiş.Sarayın pencerelerinden gözüken şömine ışıklarını görmüş ve üşüdüğünü hissetmiş. ”Acaba saraya girsem kral bana kızar mı” diye düşünmüş fakat açlığı ve üşüme hissi iç sesini bastırmış ve içeriğe girmeye karar vermiş.
Sarayın salonunda kocaman bir masada onun için hazırlanan yemekleri görmüş ve yemiş. Karnını doyuran tüccar baba az ileride duran şöminenin oradaki mindere yönelirken kendisi için hazırlanan temiz giysileri görmüş ve giymiş. Ardından da mindere uzanmış ve uyuya kalmış.
Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkarken bahçedeki güller gözüne çarpmış. Eğer Güzel’in istediklerinden birini dahi götürmez ise evde kopacak kıyametleri düşünmüş ve hemen bir tane gül koparmış.
Kopardığı anda ortalık bir ses ile sarsılmış. Çok yüksek bir ses ”ben sana evimi açtım, seni ölümden kurtardım. Bana bu şekilde mi teşekkür ediyorsun” demiş. Bunun üzerine tüccar tir tir titremiş. Tüccar, derin derin nefes almayı denemiş ve ”efendim özür dilerim. Kızım için aldım. Bağışlayın beni.” demiş.
Çirkin bir canavar ortaya çıkmış ve ”ben senin efendin değilim. Madem ki kızın için aldın. Üç ay içinde kızını getir yoksa ölürsün” demiş ve tüccar söz vererek oradan uzaklaşmış.
Eve vardığında üç kız da babalarını büyük bir neşe içinde bekliyorlarmış fakat baba başından geçenleri anlatınca üçü de çok üzülmüş. İki kız babalarına sarılarak ”olsun baba fakir olamamız önemli değil. Asık kötü olan şey Güzel’in o çirkin canavarın yanına gitmesi” demişler. Güzel ise ”zaten her şey senin beceriksizliğin yüzünden. Neden o gülü oradan almak zorunda gibi hissettin ki? Ben hiçbir yere gitmiyorum” demiş.
Aradan üç ay geçmiş ve baba, Güzel’i canavarın çok zengin olduğunu söyleyerek Güzel’i ikna etmiş. Baba ve Güzel şatonun önüne gelmiş.
Çirkin onları karşılamış ve güzelliği karşısında donup kalmış. Çirkin Güzel’e ”Kendi isteğin ile mi geldin?” diye sormuş. Çirkin’in zenginliğini gören Güzel de ”evet” demiş. Çirkin odasını göstermiş Güzel’e. Oda tam Güzel’in istediği gibi donatılmış. Bunun karşısında Güzel burada ömür boyu yaşayabileceğini düşünmüş.
Ertesi sabah babası gitmiş. Güzel bütün gününü elbiseleri deneyerek geçirmiş. Saat dokuzda da yemeğe inmiş ve Çirkin’i karşısında bulmuş. ”Seni izleyebilir miyim?” diye sormuş Çirkin. Güzel de ”tabi ki burası senin şaton” demiş. Çirkin de cevaben ”hayır, burası ikimizin” demiş sonra da ”benimle evlenir misin?” diye eklemiş Çirkin. Güzel bunun karşısında çok sinirlenmiş ve ”bunu aklından nasıl geçirebilirsin seni çirkin yaratık!”demiş ve kalkıp odasına gitmiş.
Ertesi akşam saat dokuzda yine çirkin ile masadaymış.Çirkin ”gerçekten de çirkin olduğumu mu düşünüyorsun” diye sormuş Güzel’e. Güzel de ”evet öyle düşünüyorum çünkü öylesin” demiş. Çirkin çok üzülmüş.
Aradan aylar geçmiş. Güzel babasını özlemeye başladığını hissetmiş. Yatarken kendi kendine ”keşke babamı görebilseydim” demiş ve birden aynada babasını görmüş fakat babası çok hasta gözüküyormuş. Bunu gören Güzel çok endişelenmiş ve hemen Çirkin’in yanına koşmuş. ”Lütfen babamın yanına gitmeme izin ver.” demiş.Çirkin üzülmüş ama kabul etmiş. ”Bir hafta sonra geri gelmek şartıyla git. Gelmek istediğin zaman ise yüzüğü masanın üstüne koy gözlerini bu sarayda açacaksın ” demiş. Güzel bir hafta sonra döneceğine söz vermiş ve gitmiş.
Eve vardığında babasını hasta bir şekilde gören Güzel çok üzülmüş ama babası onu görüğünde kendisini daha iyi hissetmiş. Yeni evlenen iki kız kardeş de geldiğinde Güzel onları da özlediğini anlamış ve Çirkin’in yanına dönmemeye karar vermiş fakat bir hafta geçince hatasının farkına varmış.
Ailesi ile vedalaşmış ve yüzüğü masanın üstüne koymuş. Gözlerini şatoda açmış. Etrafta Çirkin’i aramış ama bulamamış. Endişelenmeye başlayan Güzel bahçeye bakmaya karar vermiş. Bahçeye çıktığında Çirkin’i orada yatarken görmüş. Ağlamaya başlamış ve koşup Çirkin’e sarılmış.
”Her şey için özür dilerim Çirkin. Keşke hayatta olsaydın. Seninle evlenirdim.” demiş. Çirkin de ”gerçekten mi” diye sormuş. Bunu duyan Güzel, Çirkin’e bakmış fakat o büyük yaratık yerine çok yakışıklı bir prens görmüş. Güzel çok şaşırmış. Çirkin de ona yıllar önce bir büyücünün ona yaptığı kara büyüden bahsetmiş. Eğer biri ile evlenmezse hep bu şekilde kalacağını söylemiş. Bir ay sonra çok ihtişamlı bir düğünleri olmuş. Saray artık çok kalabalıkmış. Ve ömürleri boyunca mutlu mesut yaşamışlar.
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Fazilet Ş.Şentürk
Yazar:Tuana Parl.
Hansel ve Gretel
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir oduncu ve iki çocuğu ile yaşarmış. Bu iki çocuktan büyük olanın adı Hansel, diğerininse Gretel ‘miş. Hansel kardeşi doğduğundan beri ondan nefret edermiş çünkü annelerinin ölmesinin sebebi oymuş, annesi onu doğururken hayatını kaybetmiş. Severmiş. Gretel ise abisini bir o kadar çok severmiş. Bu küçük kız etrafına neşe saçan çok mutlu bir kızmış.
Ta ki o güne kadar… Babası tarafından yeni bir annelerinin getirilmesi.O andan itibaren küçük kız resmen hayata küsmüş. Hansel ise ondan daha mutlu çalışır çalışırmış. Kadın eve geldiğinde ise Gretel hiç onun yanına gitmez, aynı yerde bulunmazmış. Abisi ona ne yaparsa yapsın küçük kız hiçbir zaman eskisi gibi olamamış.
Babası onun bu halini pek umursamazmış yeni karısını çok sever ve bir tek onunla zaman geçirir, bir tek onunla ilgilenirmiş. Babası bir gün bu geçimsizlikten sıkılıp karısını ‘Hadi gel biz gidelim buralardan yeterli paramız ve yemeğimiz var bunlar bize uzun bir süre yeter, şehre gidip orada para kazanır dilediğimiz gibi yaşarız’ demiş.
O ne kadar üvey anne olsa da yine düşünüp ‘Peki ya biz ? Onları burada bırakıp mı gideceğiz? ‘ diye sormuş adamsa hiç tereddüt etmeden umursamaz ve mutlu bir tavırla evet anlamında kafasını sallamış. Tüm hazırlıklar yapılmış ve o gün gelmiş.
Sabahın ayazını bekleyen kaçak çift, biraz para bırakarak çocuklarını oracıkta terk edip gitmişler. İki kardeş uyandıklarında yapayalnız olduklarını anlarlar. Ormanın ortasında bir başlarına kalan kardeşler ağlayıp acıyla sarılmışlar.
Hansel kardeşine bir gün gidip etrafa bakmalarını söylemiş ve hemen harekete geçmişler. Çok ama çok uzaklarda bir kulübeye rastlamış ve şaşırıp kalmışlar. Çünkü karşılarındaki kulübe şeker, çikolata ve gofretten yapılmış. Bu ikili heyecana kapılıp bir anda içeriye dalmışlar. Karşılarında ne görsünler güzeller güzeli prenses… Upuzun saçları, ceylan misali gözleri ve incecik belini saran şaşaalı elbisesiyle kulübesinde şarkılar söyleyerek, yeni turtalar yapıyor…
Prenses çocukların neden burada olduklarını sormuş ve tüm hikayeyi dinlemiş. Buna çok üzülen prenses çocukların annesiymiş gibi onlara bakmış ve büyütmüş.
Masalların sonunda olduğu gibi iyiler iyilikle taçlandırılıp, kötüler ise cezalandırılmıştır. Bu masalda da babaları ve üvey anneleri şehre giderken tüm paralarını hırsıza kaptırmış ve eski evlerine geri dönmektedir. Fakirlik ve rezalet içinde yaşamışlardır. İki kardeşse prenses ile mutlu mesut sonsuza dek yaşamışlardır.
Okul:Sakarya,Serdivan Anadolu Lisesi
Öğretmen: Fazilet Ş.Şentürk
Yazar: Almina Sar.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
Bir varmış, bir yokmuş. Ülkenin birinde muhteşem bir saray varmış. Bu sarayda çok kötü kalpli bir kraliçe yaşarmış, ama Kraliçe hiç mutlu değilmiş. Tek isteği kırmızı dudaklı, yuvarlak gözlü, tombul yanaklı kötü bir kız çocuğunun olmasıymış. Bir gün kraliçe, yırtılan elbisesini dikerken eline iğne batmış ve kan damlamış. Bu sırada da bir dilek tutmuş, dileği gerçek olmuş. Bir kız çocuğu dünyaya getirmiş. Sarayda çok mutlu bir şekilde yaşamaya devam ederlerken, kraliçe hastalanmış ve bir gün gözlerini dünyaya kapamış.
Kral, başka bir kadınla evlenmiş. Bu kadın güzelmiş ve çok iyi kalpli bir kadınmış.
Bu kadın çok geçmeden şehirdeki herkesin sevgisini kazanmış. Tabii kadın buna çok sevinmiş. Bu arada Pamuk Prenses büyümüş, çok çirkin kötü kalpli bir genç kız olmuş.
Pamuk Prenses üvey annesini hiç sevmezmiş. Bir gün kötü kalpli Pamuk Prenses sihirli aynasının karşısına geçip;
-“Ayna ayna söyle bana var mı benden güzeli bu dünyada?” demiş.
Ayna;
– “Var efendim, Kraliçe sizden güzel daha güzel.” demiş.
Pamuk Prenses bu duruma çok sinirlenmiş.
En güvendiği adamı yanına çağırmış;
“Bana Kraliçenin kalbini getireceksin.” demiş.
Sarayın güvenlikleri Kraliçeyi Pamuk Prensesin yanına getirmişler.
Prenses;
-“Kraliçeye burada, kapalı yerde çok sıkılmışsındır. Birazcık ormana git orada temiz hava al İyi gelir, adamlarım seni koruyacak demiş. Kraliçe ormanda yürürken, bir kuşun yere düştüğünü görmüş. Hemen yaralı kuşu eline alıp iyileştirmeye çalışırken arkasında onu koruyan kişi elinde bıçakla onu öldürmeye hazırlanmış. Kraliçe kuşu iyileştirip uçurması, onu öldürecek kişinin bir anda vazgeçmesine neden olmuştur.
Muhafız;
-“Kraliçe sen ne kadar iyi kalpli birisin. Ben seni öldürüp kalbini Pamuk Prensese, yani üvey kızına götürecektim. Seni buraya bırakacağım, sakın saraya bir daha gelme. Pamuk Prenses seni de beni de öldürür.” demiş.
Kraliçe, ormanda ağacın dibinde oturmuş ve ağlamış. O sırada uyuyakalmış, sabah olduğunda etrafında kuşlar varmış. Kuşları takip ederek küçük bir eve varmışlar.
Kraliçe bu ne kadar kirli bir ev demiş ve evi temizlemeye başlamış. Bu evdeki eşyalar, yataklar niye bu kadar küçük diye düşünmeden edememiş. Karnı çok acıkmış, küçük malzemelerle bir çorba yapmış ve yemiş. Daha sonra uykusu gelmiş, yukarı çıkmış ve odanın birinde 7 tane küçük yatak varmış. Onları birleştirip uyumuş. Bu sırada çok çirkin ve kötü kalpli olan yedi cüceler işlerini bitirmişler eve doğru gidiyorlarmış;
“Biz tam yedi cüceyiz, 14 kollu bir deviz.” şarkısını söyleyerek eve doğru yürümeye devam etmişler. Eve vardıklarında, buraya ne oldu böyle? Evimize kim girdi demişler.
Bilgin düşünmüş; “evimize gireni bulup asalım.” demiş.
Uykucu;
– “Önce bir uyuyalım, ondan sonra dinamik kafayla ne olduğunu anlarız.” demiş.
Yatak odasına doğru gitmişler, bir bakmışlar ki, çok güzel bir Kraliçe yataklarında uyuyor. Kraliçenin yanına gelmişler ve onu hırpalayarak uyandırmışlar;
-“Ne olur bana kızmayın.” demiş Kraliçe.
Yedi cücelere her şeyi anlatmış fakat cüceler birden gülmeye başlamışlar ve kendilerine de bir köle gerektiğini söylemişler.
Yedi cüceler, ertesi sabah işe gitmek için hazırlamışlar. Kraliçeye de onlar geri dönene kadar evi temizleyip yemek yapmasını buyurmuşlar.
Bu sırada kötü kalpli Pamuk Prenses Kraliçenin öldüğünden emin olmak için aynaya:
“Ayna ayna söyle bana var mı benden güzeli bu dünyada?” demiş.
“Var efendim, 7 cücelerin evinde yaşayan Kraliçe sizden güzel.” demiş.
Pamuk Prenses çok sinirlenmiş ve adamının ona ihanet ettiğini anlamış. Bu işi ben halledeceğim demiş. Yaşlı bir kadın kılığına girip, Kraliçenin yaşadığı evin kapısına gelmiş ve kapıyı çalmış;
– “Ben yaşlı ve fakir bir kadınım bana yemek verir misin?” demiş. Kraliçe bu yaşlı kadın bana zarar veremez diye düşünmüş. Kraliçe, onu içeri almış bir güzel karnını doyurmuş
Yaşlı kadın, benim sana verecek param yok. Al bu kırmızı elmayı ormanın en güzel elmasıdır. Bunu senin için kopardım demiş. Yaşlı ve fakir kılığına bürünmüş kadın aslında onun üvey kızı imiş. Kraliçe zehirli elmadan ısırdığı gibi yere düşmüş.
Akşam olduğunda eve dönen yedi cüceler, Kraliçeyi yerde yatarken gördüklerinde onu uyuyor sanıp çok sinirlenmişler. Kraliçenin yanında ısırılmış elmayı gören Bilgin bunun zehirli bir elma olduğunu anlamış. Kraliçeyi kurtlar kuşlar yesin diye ormanda bir ağacın altına atmışlar. Günlerden bir gün, Kral ormandan geçerken Kraliçeyi görmüş. Kraliçenin haline üzülmüş ve ağlamaya başlamış. O sırada gözünden düşen yaş Kraliçeye dokunduğu gibi, Kraliçe gözlerini açmış ve uyanmış. Her şeyi Krala anlatan Kraliçe Prensesin saraydan kovulmasını sağalmış. Kraliçe ve Kral çok mutlu bir hayat sürmüşler.
Okul:Trabzon,Saffet Çebi MTAL
Öğretmen: Resul Dokumacı
Yazar: kerem.etw
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ
Her gün yaptığım gibi ormanı temizlemeye çıkmıştım. Orman benim evim, temiz tutmak da benim görevim. Derken bir kız beliriverdi. Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Bir kurnazlık peşindeydi mutlaka. Bir süre dikkatle izledim bu garip kızı Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu! Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyük annesinin evine gittiğini söyledi ama gel de inan.
Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı bir kere… Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime; gerçekten böyle bir büyük anne var mı?
Siz olsaydınız gerçekliğini kontrol etmek istemez miydiniz? Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim, hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum.
Neyse uzatmayayım… Gittim, baktım ve gerçekten bir büyük anne buldum. Sorduğumda Evet o küçük kız benim torunum” dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!” dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı.
Büyük anne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı. Ben onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım.
Küçük kız birazdan içeri girdi. Kız seslendi ve ben ona cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk. Beni büyük annesi sanıvermişti. Ben benim büyük annem değil sesinden kokusundan bile tanırım oysaki.
Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu? Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. Seni iyi dinlemek için… Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış? Ben zaten burnumu kendime sorun haline getirdim, öz güvenim sallantıda. Psikologlar, estetikçiler… Dünyalar kadar para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı! Tabi ki kızdım, siz olsanız kızmaz mıydınız?
O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz. Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni “seni hain kurt, büyük anneyi yedin değil mi?” diye suçlamaz mı? Halbuki büyük annenin kılına bile dokunmadım. O da saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık, kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi. Tabi ben de adalet bulamayacağımı hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi. Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün bugün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum. Adım haine çıktı.
Okul:Trabzon,Saffet Çebi MTAL
Öğretmen: Resul Dokumacı
Yazar: ceyhun.etw / oktay.etw
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ
Ormanda yemek arıyordum. Bayağıdır da yemek yememiştim. Belki yiyecek yemek bulurum diye ormanda gezmeye başladım. Biraz gezdikten sonra küçük çocuk sesi duydum. Bana da çok uzak değildi. O sese doğru gitmeye başladım ve kırmızı başlıklı bir kız gördüm. Elinde sepet vardı. Çok aç olduğum için hem kızı hem de sepettekileri yerim diye düşündüm ve hemen kızın önüne atladım. Kız benden korkmadı şaşırdım sordum.
– “Nereye gidiyorsun kırmızı başlıklı kız.” dedim.
– “Ormanın öbür ucunda hasta büyük annem var. Ona çorbayla çörek götürüyorum”dedi.
Ben de kızı yemekten vazgeçtim ve hemen kestirmeden ormanın öbür ucunda gittim. Bir kulübe gördüm. Kesin büyük annenin evi burası diye düşündüm ve hemen kulübeye yaklaştım. Kapıya vurdum. İçeriden”Kim o? ” diye bir ses geldi. Ben de sesimi incelterek:
-“Benim büyükanne, annemin verdiği çorbayla çörekleri getirdim.”dedim.
-“Mandalı kaldır da kapıyı açıver. “dedi.
Ben de kapıyı açtığım gibi büyük annenin üzerine atladım ve tek seferde mideme indirdim. Ama gene doymamıştım. Hala açtım. Kırmızı başlıklı kızın buraya geleceğini biliyordum. Hemen büyük annenin başlığını giydim, gözlüğünü taktım ve kapıyı kapadım. Yatağa yatıp beklemeye başladım kısa bir zamandan sonra kapı çaldı. Sesimi büyük annenin sesine benzetip “Kim o? “dedim .
-“Benim büyük anne kırmızı başlıklı kız, annemin verdiği çorbayla çörekleri getirdim.”dedi.
Ben de”mandalı kaldır da içeri giriver.” dedim. Kendimi de iyice büzdüm yaşlı gözükmek için.Sonra kırmızı başlıklı kız içeri girdi. Ben de yanıma çağırdım. Kırmızı başlıklı kız yanıma oturdu sonra şaşırarak sordu :
-“Ne kocaman kolların var büyük anne.” dedi .
-“Seni daha sıkı kucaklamak için yavrum.” dedim.
-“Ne kocaman kulakların var büyükanne.”dedi.
-“Seni daha iyi duyabilmek için.”dedim.
-“Ne kocaman ağzın var büyük anne.”dedi.
İçimden artık anlayacak kurt olduğumu diyerek “seni daha iyi yiyebilmek için”dedim ve bir anda üzerine atlayıp onu da tek seferde yuttum. Keyfim yerindeydi ve karnım doymuştu. Hem de bir yandan uykum gelmeye başlamıştı. Gittim büyük annenin yatağına tekrar yattım uyandığımda artık gitmem gerek diye düşündüm ama kendimi de çok değişik hissediyordum. Fazla aldırmadım ve koşarak ormana girdim. Uçurumdan atlayarak karşıya geçeyim derken her zaman atladığım yerden atlayamadım ve uçuruma düşüyordum. Yapacağım hiçbir şey yoktu çaresiz bir şekilde yere çarptım ve orada öldüm.
Okul:İstanbul,Özden Cengiz Anadolu Lisesi
Öğretmen: Betül Demirci
Yazar: Okul Takımı
Kırmızı Başlıklı Kız
Kurt o gün eşi ve çocuklarıyla piknik yapmaktaydı. Birden bire karşılarına bir sırtlan sürüsü çıktı. On beş yirmi sırtlan vardı nerdeyse. Kurt ve eşi yavrularını korumak için hemen atıldılar ama ne çare. En sonunda yenik düştüler.
Hain sırtlanların belli ki karnı toktu ve sırf eğlence olsun diye saldırmışlardı bu aileye.
Kurdun eşini ve çocuklarını esir alıp kurda bir anlaşma önerdiler. Kurt ne olduğunu bile sormadan “tamam” dedi.
Söz konusu ailesiydi.
Kurda yakınlarda bir yerde kırmızı başlıklı bir kızın yaşadığını, hergün büyükannesine yemek götürdüğünü söylediler. “Eee, bundan bana ne?” dedi kurt. Sırtlanlar,gayet eğlenir bir biçimde: “Senden kırmızı başlıklı kızı bize getirmeni istiyoruz.” dedi. Kurt: “İyi de nasıl getireyim, korkar benden.” dedi. Sırtlanlar: “O zaman büyükannesinin kılığına girip getireceksin,kafanı kullan.” dedi.
Kurt yola koyuldu, nasıl bir çözüm bulsam diye düşündü. Gidip büyükanneyi yutayım, yerine geçeyim, sonra kusup çıkarırım, diye düşündü. Ama kırmızı başlıklı kızı da bu acımasızlara veremem diye geçirdi içinden. En iyisi onu da yutayım, avcı da beni kesip onları kurtarır,sırtlanlar da benim sonumu görünce benden umutlarını keser ailemi bırakırlar diye düşündü. Her şey dediği gibi oldu. Ama sırtlanların aileyi bırakmaya niyeti yoktu. Kurt, artık son çare olarak durumu
avcıya anlattı ve avcı da onu dikip iyileştirdi. Ailesini de sırtlanların elinden kurtarmasına yardım etti.
Sonra hepsi mutlu mesut yaşadı. Sırtlanlar hariç…
Okul:Konya, Şükrü Doruk A.İ.H.L.
Öğretmen: Meral Ulaş
Yazar: Aliye etw./ Firdevs etw.
KÜLKEDİSİ MASALI
Ben külkedisinin annesiyim. Üvey kızım insanlara kendini güzel göstermek için yalanlar sıralamış ve şimdi kimse yüzüme bile bakmıyor. Kimse beni sevmiyor. Öncelikle külkedisi demiş ki; üvey annem ve üvey kardeşlerim benimle aynı sofrada yemek yemiyorlardı, onlarla aynı giyinmeme bile izin vermiyorlardı. Oysa ben ve kızlarım hep onu düşündüğümüz için yapıyorduk böyle.
Külkedisi sabahları erken kalkmaz, geç saatlere kadar uyurdu. Biz de erken yerdik yemegi. Yemek saatlerimiz uyuşmazdı. Bizim gibi giyinemezsin konusu da şöyle; biz yaşadıgımız yerin yabancısıydık ve köyümüze özel yöresel kıyafetler giyerdik. Külkedisi bizim köyümüzden olmadıgi için o kıyafetleri giymesi dogru değildi. Zaten bizimkileri de begenmezdi.
Balo günüydü. Balo sabahı ben ve kızlarım bütün evi temizlemiş ve çok yorulmuştuk. Sadece bahçede yapılacak biraz iş kalmıştı. Eşim bahçeyi böyle görmesin diye kalan küçücük işi de külkedisine vermek istedim. Bütün gün hiçbir şey yapmamıştı. işini bitirip baloya gelmesini söyledim.
Kızlarım ve ben erken çıkmıştık. Külkedisi verdigim görevi yapmayıp baloya gelmiş, prensle tanışmıştı. Sonrasını bildiginiz gibi. Prensle evlendiler. Tabii ki onun mutlu olmasını isterim. İnsanlarca kötü bilinmek beni üzdü…
Okul:Zonguldak,Ereğli Uzun Mehmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
Öğretmen: Funda ARSLAN
Yazar: Okul Takımı
Hansel ve Gratel Masalı
Merhaba, bana tatlı cadı derler, çünkü keki, çikolatayı, pastayı çok severim. Aynı zamanda çokta güzel bir kadınım, benim güzelliğimi, cazibemi çekemedikleri için ormanda insanlardan uzakta tek başıma yaşamaya karar verdim. Ama çocukları çok severim çünkü onlar hiç kötülük bilmezler.
Ormandan yolu geçen aç çocuklar olur diye onlara ikram olması için evimi çikolata ve pastadan yaptım. Bir gün iki çocuğun evimi yediklerini fark ettim, anladım ki karınları çok aç. Onlarla biraz muhabbet ettikten sonra üvey annelerinin onlara çok eziyet ettiğini ve babalarını da kandırarak çocukları ormana terk ettiklerini öğrendim. Ne şanslılar ki karşılarına kötü kurt çıkacağına benim gibi tatlı mı tatlı, iyi kalpli bir cadı çıktı.
Onlara evimi açtım, zavallılar çok zayıf ve güçsüzlerdi, üstleri başları kir içindeydi. Onları güzelce temizledim, kendi ellerimle yaptığım lezzetli yemeklerimle karınlarını doyurdum, onlara yeni giysiler diktim. Ben kilo alsınlar, güçlensinler diye uğraştıkça özellikle de Hansel düzenli yemek yemeyi reddediyordu bu yüzden sırf ona iyilik olsun, sağlığına kavuşsun diye onu yatağa bağlayıp ,lezzetli yemeklerimle zorla da olsa beslemeye başladım.
Ben yaşlı bir kadındım, her işin üstesinden gelmekte zorlanıyordum, gözlerim iyi görmüyordu, bu yüzden Gratel’den bana ev işlerinde yardımcı olmasını istedim, sonuçta onlara bakıyor, ilgileniyor ve de kalacak yer sağlıyordum üstelik onlardan hiçbir ücret talep etmiyordum.
Bir gün Gratel kazandaki suyu yahni yapmak için kaynatıyordu, o sırada bana kazana en sevdiği oyuncak ayısının düştüğünü söyledi, onu almaya çalıştığını gördüm , üzülmesin, bir yerine zarar gelmesin diye hemen kazana doğru eğilip, oyuncağı kendim almaya çalıştım. Ben onun için uğraşırken birden beni kazanın içine atıverdi ve yanmamı izledi.
Ah bu çocuklar! Ben onlar için uğraşıp didinirken ,saçımı süpürge etmişken meğer onların planları başkaymış. Gratel ben Hansel’i yatağa bağlayıp , ona zorla yemek yedirince ona bir kötülük edeceğimi düşünmüş ve birlikte bir plan yapıp beni ortadan kaldırmaya karar vermişler. Asıl amaçları bu sayede benim güzel ve lezzetli evime sahip olup, arkadaşlarını da buraya çağırıp hep birlikte partiler yapıp, eğlenerek yaşamakmış.
Okul:Zonguldak,Ereğli Uzun Mehmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
Öğretmen: Funda Arslan
Yazar: eren.f.2
Hansel ve Gratel
Bir gün duvarları ekmekten , çatısı pastadan ve pencereleri şekerden olan evimde oturuyordum ve birden sesler gelmeye başladı hemen “Evimi kim kemiriyor bakiyim?” diye bağırdım ve baktım ki iki tane güzel mi güzel çocuk gelmiş hemen onları içeri aldım, onlara yemek yedirdim. Ondan sonra çocukları kuş tüyü yataklarda yatırdım . Sabah oldu Hansel’i saçlarından tuttuğum gibi yataktan kaldırdım ve doğru ahıra gidip onu ahıra kitledim. Gretel’i ise sürüye sürüye mutfağa götürdüm ve hemen kardeşine yemek yapmasını söyledim . Gretele , Hansele bakıp onu şişmanlatmasını söyledim . Eti budu yerine gelesiye kadar ona bakmasını söyledim. Çünkü onu yiyeceğim dedim . Gretel kardeşi için ağladı ama söylediklerimi yapmak zorunda kaldı.
Sonra her sabah Hansel in yanına gidip şişmanlayıp şişmanlamadığını kontrol etmeye gidiyordum ve her sabah parmağına bakıp şişmanlamadığını anlıyordum ve Gretele bağırarak daha çok yemek yapmasını söyledim . Aradan bir ay geçti ve artık sabrım taşmıştı zayıf da olsa , şişman da olsa onu yiyeceğim dedim ve Gretele : Bugün Hansel böreği yapacam diye haykırmıştım. Ondan sonra Gretele fırına bakıp hamur kıvama gelmiş mi dedim . Gretel korku içinde başımı fırına sokamıyorum , hamuru göremiyorum dedi bende Greteli hızla kenara ittim ve kafamı fırına soktum Gretel de beni fırına itip , fırının kapağını kapatıp kaçtı.
Okul:Zonguldak,Ereğli Uzun Mehmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
Öğretmen: Funda Arslan
Yazar: Doğukan.f
HANSEL VE GRATEL
Daha biz küçükken annemiz ölmüş. Kardeşim Gretel ve ben annesiz büyüdük . Babam oduncu olduğu için hem iş yapmakta hem de bizi büyütmekte zorluk yaşadı. Bu yüzden bir kadınla evlendi kadın zengin ve asil bir aileden geldiği için bizden ve bu kulübeden nefret ediyordu.
Bir gece babam ve üvey annemiz konuşurken onları dinledik ,üvey annemiz bu kıs yiyeceğimiz bitecek ,hepimize yetecek yemek yok çocukları yarın ormana bırakalım dedi .Bunu duyan babam İlk basta olmaz dese de sonra kabul etti. Kardesım Gresel bunları duyar duymaz ağlamaya başladı. Ve ben gece çakıl taşı topladım .
Sonraki gün ormanda üvey annem ve babamla ilerlerken kimseye fark ettirmeden yerlere çakıl tası bıraktım ve kaybolmadan eve geri donduk sevinen babam ve sevinmiş rolü yapan üvey annem sonraki gün bizi tekrar ormana götürecekleri için üvey annem kapıyı kitledi çünkü çakıl taşı toplayacağımı anladı ve benim cebimde kalan küflü ekmek vardı.
Sonra tekrardan ormana gittik ve bu sefer geri dönerken kuşlar bütün ekmekleri yemişlerdi. Ve bizde geri dönemedık gittik gittik ve yine gittik sonunda karsımıza duvarları ekmekten çatısı pastadan etrafında sekerler olan bir ev belirdi.
Evi yemeye başladık, yerken kapıdan bir teyze cıktı bizi içeri aldı yemek yedirdi ve kus tüyü yataklarlarda yatırdı sabah uyandım ve teyze ortada yoktu içeriye gittim ve hazinelerle dolu bir oda vardı ve arkamızdan yırtıcı bir ses geldi cadı saçımdan tutup beni bir kafese kıtledı ben zayıf olduğum ıcın kardeşime dedi kı sen yemek yemeyeceksin ve her gun abıne yemekler yapacaksın cadının gözleri zor gördüğü için ben kafesin altına bir tünel kazdım sonra cadı kardeşim yemek pişirirken yemeğe bakmak için tencereye eğildi ve kardeşim cadıyı fırına attı ve sonrada iki kardeş evlerine döndü.
Okul:Zonguldak,Ereğli Uzun Mehmet Mesleki ve Teknik A.L.
Öğretmen: Funda Arslan
Yazar: elanur.f – seda.f.
Hansel ve Gratel
Merhaba, bana tatlı cadı derler, çünkü keki, çikolatayı, pastayı çok severim. Aynı zamanda çokta güzel bir kadınım, benim güzelliğimi, cazibemi çekemedikleri için ormanda insanlardan uzakta tek başıma yaşamaya karar verdim. Ama çocukları çok severim çünkü onlar hiç kötülük bilmezler. Ormandan yolu geçen aç çocuklar olur diye onlara ikram olması için evimi çikolata ve pastadan yaptım. Bir gün iki çocuğun evimi yediklerini farkettim, anladım ki karınları çok aç. Onlarla biraz muhabbet ettikten sonra üvey annelerinin onlara çok eziyet ettiğini ve babalarını da kandırarak çocukları ormana terk ettiklerini öğrendim. Ne şanslılar ki karşılarına kötü kurt çıkacağına benim gibi tatlı mı tatlı, iyi kalpli bir cadı çıktı.
Onlara evimi açtım, zavallılar çok zayıf ve güçsüzlerdi, üstleri başları kir içindeydi. Onları güzelce temizledim, kendi ellerimle yaptığım lezzetli yemeklerimle karınlarını doyurdum, onlara yeni giysiler diktim. Ben kilo alsınlar, güçlensinler diye uğraştıkça özellikle de Hansel düzenli yemek yemeyi reddediyordu bu yüzden sırf ona iyilik olsun, sağlığına kavuşsun diye onu yatağa bağlayıp ,lezzetli yemeklerimle zorla da olsa beslemeye başladım.
Ben yaşlı bir kadındım, her işin üstesinden gelmekte zorlanıyordum, gözlerim iyi görmüyordu, bu yüzden Gratel’den bana ev işlerinde yardımcı olmasını istedim, sonuçta onlara bakıyor, ilgileniyor ve de kalacak yer sağlıyordum üstelik onlardan hiçbir ücret talep etmiyordum.
Bir gün Gratel kazandaki suyu yahni yapmak için kaynatıyordu, o sırada bana kazana en sevdiği oyuncak ayısının düştüğünü söyledi, onu almaya çalıştığını gördüm , üzülmesin, bir yerine zarar gelmesin diye hemen kazana doğru eğilip, oyuncağı kendim almaya çalıştım. Ben onun için uğraşırken birden beni kazanın içine atıverdi ve yanmamı izledi. Ah bu çocuklar! Ben onlar için uğraşıp didinirken ,saçımı süpürge etmişken meğer onların planları başkaymış. Gratel ben Hansel’i yatağa bağlayıp , ona zorla yemek yedirince ona bir kötülük edeceğimi düşünmüş ve birlikte bir plan yapıp beni ortadan kaldırmaya karar vermişler. Asıl amaçları bu sayede benim güzel ve lezzetli evime sahip olup, arkadaşlarını da buraya çağırıp hep birlikte partiler yapıp, eğlenerek yaşamakmış.
Okul:Zonguldak,Ereğli Uzun Mehmet Mesleki ve Teknik A.L.
Öğretmen: Funda Arslan
Yazar: sıla.f.
Hansel ve Gratel
Bir cumartesi günü dışı dondurmadan olan evimde kimseye zarar vermeden oturuyordum, dışarıdan değişik sesler geldiğini fark ettim. hemen dışarı çıktım etrafa bakındığımda kimsenin olmadığını gördüm içeri girdi ,bir süre sonra tekrar aynı sesleri duydum bu sefer hızlı adımlarla tekrar dışarı çıktım ,bu sefer karşımda üşümüş iki tane çocuk gördüm. onların bu halini görünce çok üzüldüm ve hemen içeri davet ettim. ilk başta eve karşı çekingen olsalar da bir süre sonra alıştılar onlar alıştıktan sonra onlarla sohbet etmeye başladım. isimlerini sorduğumda birinin adının Hansel diğerin ise Gretel olduğunu öğrendim. karınlarının aç olduğunu fark ettim. Gretel’e yemek yapması için mutfağı gösterdim. geri içeriye döndüğümde Hansel’in salonda olmadığını gördüm. tam o sırada özel eşyalarımın olduğu odadan tıkırtılar duydum. hemen odaya doğru ilerledim. kapıyı açtığımda Hanselin eşyalarımı karıştırdığını gördüm, çok sinirlenmiştim; bu yüzden onu kafese kapattım ve beni çağıran Gretel in yanına gittim. bana ateşin az yandığını ve benim kontrol etmemi söyledi bende bunun üzerine ateşin içine doğru eğildim. ben eğildikten sonra Gretel beni acımasız bir şekilde bakarak keyif ile senin ölmeni izleyeceğim dedi ve ardından sinsice bir gülüş attı öylece ölmemi izledi .
Okul:İstanbul, Beşiktaş,Bingül Erdem Aadolu Lisesi
Öğretmen: Selen Aras
Yazar: İPEK Y.2
Uyuyan Güzel
Güzel prenseslerin masalı her zaman bir varmış bir yokmuşla başlar. O yüzden bu sefer onun masalı hiçbir şeyi yokmuşla başlasın.
Hiçbir şeyi yokmuş. Ne prensleri hayran bırakacak güzelliği ne de tüm ülkenin hayran olduğu bir iyiliği ne de ihtişamlı bir hayatı varmış. Bir peri de olsa daha doğrusu kendine bile hayrı olmayan çirkin bir peride olsa etrafında hep onu düşünecek ,sevecek birisi olsun istermiş. Ancak ne yazık ki bu da olmayanların arasındaymış. Bu kimsesizlik çirkin yüzünde buruk bir hüzün bırakırken bir kuşun bile uçmadığı ormanda çalılara çarpmadan yürümeye çalışıyormuş.
Bu gün büyük gün diye düşünmüş. Kralın uzun zamandır beklediği çocuğu doğmuş ve bunun üzerine ormandaki kuşlara kadar ülkedeki herkes saraya davet edilmiş. Tabi her zamanki gibi yine bir tek kendisi buna layık görülmemiş. Diğer kendisi gibi olan on iki peri saraya baş davetliyken onun çağrılmaması gerçekten onu sinirlendirmeye başlamış. Çünkü bu sefer az da olsa davet edileceğine dair bir umudu varmış. Ancak bu hayali de diğerleri gibi büyük bir kırılmaya uğramış. Belki de diğer periler gibi ışık saçmıyor olması ,insanların gözlerini güzellikten kamaştırmıyor olması onu diğerlerinden daha kötü ve çekilmez biri kılıyormuş. Ama artık hep görünmez olmaktan ,insanların kötü bakışlarından çok sıkılmış. İnsanlar ona uğursuz ve kötü gözüyle bakarken ,onu hiçbir suçu yokken bile dışlarlarken tek kötünün kendisi olarak gözükmesi onu bir hayli üzüyormuş. Ama bu sefer tüm gün ormanda oturup ne hata yaptığını düşünmek yerine saraya gitmeye karar vermiş ve yola koyulmuş.
Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş sonunda saraya ulaşmış. İhtişam ve ne neşe taşan saraya bakarken bu koskocaman yerde kendisine verilecek bir yer olmaması onun hırsla ana salona dalmasına neden olmuş. Neşe içinde gülen davetlilerin yüzleri korkudan donmuş ve çirkin perinin ne yapacağını merakla beklemeye başlamışlar. Peri bu olaya yüzünde çok yer vermese de baya kırılmış . Artık gerçekten de yok yere korkulacak birisi olmak onu sıkmaya başlamış. Ve o an salondaki tüm güzel yüzlerde gözlerini çevirmiş ve tüm bu insanların iyi olması yada öyle olduğunun bilinmesi artık katlanamayacağı bir hal almaya başlamış.
Krala doğru dönmüş. Kucağında yeni doğmuş kızı öylece suratına bakıyormuş. Kral susmayı bırakıp ne kadar sana davetiye göndermeyi unutmuşuz dese de yüzündeki alaycı ve küçümseyici gülüşten bunun kesinlikle böyle olmadığı belliymiş. Peri bir şey demeyi bile düşünmemiş .Tam arkasını dönüp gidecekken tüm salonun ona kahkahalar attığını, onunla dalga geçtiğini görmüş ve olduğu yerde durup söze başlamış:
“Ben on üçüncü peri olarak bu küçük prensesine hediyem bir lanettir. Tam büyüyüp serpildiği yaşta sivri bir iğneyle uzun bir uykuya dalacaktır ve onu ancak sahte olmayan bir duygu uyandıracaktır”demiş ve bir anda küllere karışıp ortadan kaybolmuş.
Sonunda bir şelalenin ucuna oturan peri yaptığından pişmanlık duymaya başlamış ve prensesin hayatında gerçekten de onu seven birisiyle karşılaşmasını ummuş. Ancak bu bir hayli zormuş çünkü kral bile sırf kızını sadece soyunu devam ettirdiği için seviyormuş. Zaten sevgiler hep yalanmış güzel olsan bile ancak ilgi görürmüşsün sevgi değil.
Peri uzun zamandır şelalenin başında bu vicdan azabıyla oturup düşünmeye devam etmiş. Ormanda artık cadı diye anıldığını fark etse de aldırış etmemiş. Ve prensesi üzüntüyle düşünmeye devam etmiş. Yıllar yılları kovalarken kehanet yine gecikmemiş ve prensesi bulmuş.
Prenses uzun yıllar yatağında hareketsiz yatarken kimse onu uyandıramamış. Peri gizlice prenslerin güzel kızı uyandırma çabalarını izlerken bu durumu komik bulmadan edememiş. Bu büyüyü ancak gerçek bir duygu bozarmış .Bir anda prensesi güzel bulup da ondan etkilenmek sahteymiş ve bu asla işe yaramazmış. Odadaki prenste bunun işe yaramayacağını anlamış olacak ki prensesi odasında yalnız bırakmış.
Peri boşalan odayı görünce yavaşça uyuyan kızın başucuna oturmuş ve ona bakmaya başlamış. Yaptığından büyük bir pişmanlık duymakla beraber bir türlü bu büyüyü nasıl bozacağını bulamamış. Prensesin adeta cansız gibi elini tutarken gözlerindeki yaşlara hakim olamamış ve büyük bir üzüntüyle ondan af dilemeye başlamış sessizce. Peri acıyla ağlamaya devam ederken gözünden düşen bir damla prensesin eline düşmüş ve bu da prensesin elini kıpırdatmasına neden olmuş.
Peri bunu görünce prensesin uyandığını anlamış. Uyanmasına neden olan prenses için gerçekten hissettiği üzüntü ve pişmanlıkmış. Peri yüzündeki gülümsemeyle tekrar odada görünmez olup gizlenirken prens tekrardan içeri girmiş ve prensesin uyandığını görünce sevinçle ona sarılmış ve kendisinin çabaları sayesinde uyandığını zannetmiş.
Peri onların birbirlerine sarılıp evlenme kararı almalarını izlerken yüzünde yorulmuş bir ifade varmış. Onlara ya da herhangi birisine gerçeği anlatmak oldukça zormuş ve bunun için gerçekten kendini iyi hissetmiyormuş. Artık aslında yakındığı yalnızlığın ne kadar içten ne kadar gerçek bir his olduğunu kavrayınca bu sahtelikler ona daha da ağır gelmeye başlamış. Ve sonsuza kadar mutlu olacaklarını düşünen prens ve prensesi o odada bırakıp bir daha birisiyle karşılaşmayacağı bir yerlere doğru gitmeye başlamış.
Ve masalın sonunda gökten üç elma düşmüş. Biri prensle prensesin başına ,biri kibirli kralın ve diğerlerinin başına, ve biri de hala periyi kötü bir cadı olarak tanıyanların başına.
Okul:İstanbul, Beşiktaş,Bingül Erdem Aadolu Lisesi
Öğretmen: Selen Aras
Yazar: dilay.g.1
Uyuyan Güzel
Yıllar önce kral ve kraliçenin küçük bir kızları doğmuş.
Kral bunun şerefine ziyafet vermiş ve perileri de davet etmiş.O kadar mutluymuş ki çünkü yıllardır çocuk sahibi olmayı bekliyorlarmış.Ziyafet sonrasında hediye verme sırası gelmiş;
İlk peri “Benim prensese hediyem akıl”,demiş.
İkinci peri “Benim hediyem mutluluk”,demiş.
12.’inci peri de “Benimki de derken , birden ortamda sessizlik olmuş içeriye yaşlı siyah giyimli bir kadın çıkmış ve herkes “Son peri”diye bağırmışlar.Kral o anki korku ile “Sana davetiye getirmeyi unutmuşlar”,demiş.Ve hemen Hizmetkarlar! sofrada hemen yer açın “Çabuk”.Fakat kral onu davet etmemiş çünkü sarayda periler için çok az sayıda tabak varmış
Hal böyle olunca başka birini davet etmemiş.Son peri bebeğin yanına gitmiş.Bebek çok masummuş,elini periye uzatırken peri birden “Benim de prensese hediyem 15. yaşına girdiği zaman parmağına iğne batar batmaz ölmesi”,deyip ortadan kaybolmuş.Sonra kraliçe ağlamaya başlamış.Sonra 12. peri “Ben daha hediyemi vermedim.Benim hediyem de bu büyüyü bozamam ama değiştiririm deyip Prenses’in parmağına iğne battıktan sonra ölmesi yerine yüz yıl uyuması olsun”demiş.
Aradan yıllar geçmiş ve prenses büyüyüp çok güzel ve akıllı bir kız olmuş.Kral ile Kraliçe de büyüyü unutmuşlar.Zaten önceden sarayda ki iğneleri yok etmişler.Fakat prenses 15. yaşında sarayda yeni bir kapı keşfetmiş.Kapıdan içeri girip ilerledikten sonra bir kadın görmüş.Kadına ne yaptığını sormuş.”İplik dikiyorum demiş”.”Gel istersen sen de dene demiş ve iğneyi ona uzatmış”.O anda iğnenin ucu prensese batmış ve bayılmış hemen oracıkta.Ve saray sessizliğe bürünmüş.
Zaman akıp gitmiş.Yüz yıl kadar sonra bir prens çıkmış ve saraydaki prensesi merak etmiş.Ve çalılıklardan devam etmiş,kılıcıyla çalıları keserek saray’a ulaşmış.Ve etrafı görünce şaşırmış çünkü insanlar hareket etmiyormuş,sorularına cevap da vermiyorlarmış.Birden kapısı açık bir kule görmüş ve içeriye girip ilerlemeye başlamış.İlerledikten sonra bir şeyin parladığını görmüş.Merdiveni çıkmış ve prensesi önünde bulmuş.”Uyuyan Güzel”diye fısıldayıp kızın güzelliğine dayanamayarak öpmüş.Prens onu öper öpmez prenses uyanıvermiş.Ve her şey eski haline dönmüş.Yüz yıllar sonra ilk defa bu kadar mutluymuş.Prens “benimle evlenir misin? demiş.Prenses hemen “Evet!”demiş.Ve prens prenses’i öpmüş.Kral bu haberi duyunca çok mutlu olmuş ve ziyafet hazırlamış.Prens ile prenses evlenip bir ömür boyu mutlu olmuşlar.
Okul:Kırklareli,Lüleburgaz Ramazan Yaman Fen Lisesi
Öğretmen: Duygu Yıldız
Yazar: İrem
Fareli Köyün Kavalcısı
Hamlyn kasabası bir zamanlar farelerle doluydu. Bütün yiyecekleri yediler, uyuyan bebekleri rahatsız ettiler ve çok ses çıkardılar. İnsanlar sıçanlardan bıkmıştı ama hiçbir şey yapamadı. Kediler bile sıçanları öldüremediler.
Bir gün, delici gözleri olan ibne bir adam şehre geldi. Ona Fareli Köyün Kavalcısı deniyordu. Belediye Başkanına gitti ve ona sordu, ” Kasabanı her sıçandan kurtarırsam bana ne Ödeyeceksin?”Belediye Başkanı Fareli Köyün kavalcısına elli pound teklif etti.
Tekliften memnun olan Fareli köyün kavalcısı kavalıyla oynamaya başladı. Tiz, keskin notu duyunca, her sıçan deliğinden çıktı ve onu takip etmeye başladı. Fareli köyün kavalcısı kavalını çalmaya devam etti ve sıçanlar onu takip etti. Kavalcı, arkasında milyonlarca fare bulunan limana doğru yürüdü ve onları suya götürdü ve her sıçan boğuluncaya kadar bekledi.
Şimdi kasaba küçük şeytanlardan özgürdü ve insanlar çok mutluydu.
Bütün sıçanlar öldükten sonra, kavalcı geri döndü ve belediye Başkanından parasını istedi. Belediye Başkanı, bu kadar kolay bir iş için ona sadece yirmi pound verebileceğini söyledi. Fareler öldüğüne göre Belediye Başkanı endişelenecek bir şey olmadığını düşündü. Ama kavalcı ona bir ders vermek istedi. Bu sefer farklı bir melodi çaldı. Müziğini duyan çocuklar evlerinden çıktı. Kavalcıyı takip etmeye, dans etmeye ve bağırmaya başladılar. Büyükler, kavalcının çocukları çok uzaklara götürmesini güvensizlikle izledi. Belediye Başkanı adamlarını kavalcıyı aramaya ve çocukları geri getirmeye gönderdi ama hiçbiri kayıp çocukları bulamadı.
Okul: Manisa,Salihli İMKB Anadolu Lisesi
Öğretmen: Burcu Sönmez
Yazar: murat ş.
Hansel Gretel
Merhaba ben Cadı. Çok güzel şirin bir köyde yaşıyordum. Arkadaşlarım arsında genel olarak sevilirim. Fakat evimin güzel olmadığını söylüyorlar. Ben de bu duruma çok üzülüyordum. Bu nedenle sırf arkadaşlarıma güzel görünsün diye onların istedikleri gibi evimin dış cephesni pastalarla şekerlemelerle süsledim. Benim en sevdiğim renk siyahtır,siyahın asaletine inanırım. O nedenle evimin iç dekorasyonunu ful siyah eşyalardan yaptırdım. yine çok güzel bir günde güzel evimin bahçe tarafına bakan tarafında bazı eksiklikler fark ettim.
Derken kenarda saklanan iki küçük çocuk fark ettim. Kıyafetleri yırtılmış saçları dağılmış kirlenmiş aç oldukları her hallerinden belli olan iki zavallı çocuk.. Kıyamadım dayanamadım o hallerine ve evime davet ettim. Güzelce banyo yaptırıp saçlarını taradım yeni ve temiz kıyafetler giydirdim. güzel yemekler lezzetli tatlılarla besledim onları.. Ama onlar ne yaptılar? Yıllar önce vefat eden kızımın odasına girip eşyalarını karıştırdılar giysilerini giyip giyip oyun oynadılar. Yavrumun anısına saygısızlık ettiler.. Ben de bu durum karşısında çok sinirlendim.Ama onları tekrar sokağa atmaya kıyamadım. bu nedenle ceza olarak en yaramaz olanı Hanseli bir süreliğine kafese koydum. Gretele de yemek işlerinde yardım etmesi için görevler verdim. Ona bolca yemekler yapıp Hansel’e yedirmesini söyledim. Çünkü zavallı çocuk iyice zayıf düşmüştü..
Sevgi dolu merhametli yüreğim bu çocuklara yardım etmem gerektiğini söylüyordu. Hansel bütün çabalarıma rağmen hala kilosunu toparlayamamıştı. ben de ona bol vitaminli lezziz mi lezziz büyük annemin tarifi olan tavuk yemeğinden yapmak üzere hazırlıklara başladım. Gratele de ocağı yakmasını söylemiştim. fakat Gretel boyunun yetmediğini söyledi. Ona yardım etmeye gittim. Ateşin harlanması için üflemek gerekiyordu.
Ateşi üflemek için tam ocağa yaklaşmıştım ki Gratel beni arkamdan itti ateşin içine ve ocağın kapağını kapattı. Yanarken anladım ki Hansel ve Gratel iki çocuk kılığına girmiş acıması kötü niyetli cadılarmış ve niyetleri beni ortadan kaldırıp güzel evimde keyifle yaşamakmış. ben de
iyi niyetimin kurbanı oldum…
Okul: Manisa,Salihli İMKB Anadolu Lisesi
Öğretmen: Burcu Sönmez
Yazar:Aycan K.
Uyuyan Güzel
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir krallık varmış.Bu krallıkta kral ve kraliçenin bir çocuğu olmuş.Ama bu kralın geçmişini kimse bilmiyormuş benden başka.Ben 13.peri bir
ormanın koruyucusuyum.Bu olaydan yıllar önce ormanda dolaşırken bir ses duydum.Karşımda bir erkek çocuk.Ama bilmiyordum onun prens olduğunu ve bilmeksizin bir
aşk yaşamaya başladık. Her gün atıyla ormana gelirdi.Ama bir gün gelmedi.Bütün gün onu beklemiştim.O günün gecesinde prens gelmişti.Ama 13.periyi görmeye değil ondan çok
değerli bir şey çalmaya gelmişti.Çünkü bu prensin bir göreviydi.Kimse sevmiyordu 13.periyi. Koruduğu ormanı ondan almak istiyorlardı.Ama onun mükemmel güçlerinin üstüne gecemiyorlardi.
13.peri sabah uyandığında fark etmişti kendisinin kanatlarının gittiğini.13.peri öyle bir çığlık atmıştı ki bütün ormandakiler onun bu çığlığı ile şaşırıp kalmıştı.13.peri ogünden sonra hiçbir insanı sevmemeye karar verdi.O prensin de hiçbir zaman mutlu olmayacağına yemin etti. Kralın çocuğu bir kızdı. İlk yaş gününde bütün perileri toplattırdı kral sarayına.Ama bütün perilerin içinden birini davet etmedi.Bunu duyan 13.peri saraya davetsiz bir şekilde gitti. Kralın çocuğunun olduğu beşiğe gidip çocuğa bir kara büyü yaptı.Ama büyüyü bozmaya çalışan diğer periler başaramadı.Sadece büyüyü değiştirmişlerdi. 13.peri intikamını aldığını zannetti.Ama asıl intikamı kral olduğunu unuttu ve yaptığı kara büyüyü
değiştirmeye çalıştı. Sürekli kızı takip ediyor onun ne yaptığını izliyordu. Çünkü 13.peri de kralın yaptığı kötülükten önce iyi biriydi.Kral emretti kızımı ormanın derinliklerine götürün
kimsenin bulamayacağı bir yere.
Başında sadece periler vardı.Ama 13.peri de ormanın korumasından sorumlu olduğu için biliyordu her şeyi. Uzaktan kızı izliyordu.İçinde hala bir şefkat ile. Periler evin içinde uğraşırken kız dışarıda kuşun peşinden koşmaya çalışıyordu. Koşarken uçurumu fark etmedi. 13.peri olmasaydı kralın kızı uçurumdan düşecekti 13.peri kıza yaptığı kötülüğü her gün düşünüyordu pişman oluyordu.bunlara sebep olan her şey aslında kraldı.13.peri kız büyüdükten sonra onunla tanıştı. Her şeyi anlatmayı düşünüyordu ama cesaret edemedi.Korktu kızın ondan uzaklaşacagını sandı.Kız saray geldi
yıllar sonra ve o girilmeyeceği odaya girdi.Orada bir iğne gördü. İğne o kadar çok parlıyordu ki kızın gözünde yaklaştı ve iğneye parmağını batırdı. Kız bir anda yere yıkıldı sarayda bir sessizlik ve 13.perinin içinde bir şey olmuştu.
Anlamisti ki kızın iğneye dokunduğunu.Bu pişmanlığı ile yaşanmayacağını anladı ve uzak krallıklardan yardım istemeye gitti.Tek bir çözüm vardı ama ondan da emin değildi. Gercek aşk öpücüğü.Bir prens buldu ve ona emretti
hemen gitmesini söyledi saraya ve kızı opecegini söyledi.prens uzun yollar kat ederek saraya gelmeyi başardı.Direk prensesin odasına gitti ve onu alnından öptü.13.peri bir anda
kötü oldu.Cunku saniyler geçmişti hala uyanmadı prenses. Tekrar denedi prens.13.peri üzgünlüğü ile umudunu bitirmişti.Bir anda prenses gözlerini açmıştı.Prenses 13.periye
insanları tekrar seveceğini öğretti.13.perinin içinde hala insanı duygular canlanmaya başladı.Prens ile prenses evlendiler ve 13.periyle beraber mutlu bir ömür sürdüler.
Okul: Manisa,Salihli İMKB Anadolu Lisesi
Öğretmen: Burcu Sönmez
Yazar:İbrahim Sabri
Hansel Ve Gretel
Merhaba ben doktor Harley Quinn. Bir akıl hastanesinde doktorum. Bugün her zamanki gibi durağan geçecekti. Ama iki yeni hasta geleceğini öğrendim. İkizlermiş,bir erkek çocuğu
Hansel ve bir kız çocuğu Gratel. Onların psikoloji seansına girmeden önce CV’lerini okudum.Ve gerçen büyük bir sorunumuz olduğunu fark ettim. Şu an 14 yaşındalar. Ve
doğduklarından beri anne ve babalarından şiddet görüyorlarmış. Ve bu durumda kendilerine verdikleri zararları emin olun kimse kimseye yapamaz. Çocuklardaki bu şiddet eğilimi eğitimlerine de yansımış. Okullarındaki birçok çocuğa çok fazla zarar vermişler. Ve okuldan atılmışlar. Bu süre zarfında anneleri vefat etmiş. Ve babaları bir üvey anneyle evlenmiş.
Üvey anne Hansel ve Gratel’i istemiyormuş. Ve evden yollamak için elinden geleni ardına koymamış. Şu doktorluk kariyerimde ilk defa böyle bir vakayla karşılasıyorum. Çocuklar şu an şizofren ve ağır bir karakter karmaşası içindeler. Ama ne tuhaf ki birbirlerine karşı en ufak
bir şiddete başvurmuyorlar. Semptonları aynı. Beni ilk gün çok sevdiler. Çok samimi buldular ve hoş karşıladılar. Ama akşam kendi kendilerine fısıltıyla konuştuklarını fark ettim.
Dikkat çekmemek için ordan hızlıca uzaklaştım.
Şöyle bir konuşma geçti. “BEN BU CADIYI HİÇ SEVMEDİM ” daha dikkatle dinlemek için yaklaştım ama hiç bir şey duyamadım ve evime geri dondum o aksam uyuyamadım bitmiş ve çökmüş haldeydim. Hastaneye vardığımda Hansel ve Gratelin kaçtığını öğrendim ama bu imkansızdı bunun duyulmaması için hastanedeki herkes onları aramaya koyuldu kaçmaları mümkün değildi ama kaçmışlardı.
Hastanenin hemen arkasinda bir orman vardı oblari bulmak icin ben ve gonullu iki ekip arkadasim aramaya cikmistik fazla uzaklasmis olamazlardi nede olsa sadece kuçuk cocuklardi ormanın derinliklerine indik bir kulube vardi cok farkli gorunuyordu tuhaf bir sekli vardi ama icerisi ondanda tuhaftı icerisi şırıngalar ve bir suru zehirli madde ile doluydu kulübenin bodrum katina indik hansel ve gratel orda tahta
kolonlari kemiriyor ve konuşuyorlardı hansel “Çabuk ol kardesim” gratel “Elimden geleni yapıyorum ama olmuyor ” biz olayı saskinlikla izlerken birden hansel ve gratel bize baktı ve aynı anda “Yardim edin” dediler ben donup kalmistim ekip arkadaşlarım onları sakinleştirmek icin yanlarına yaklasti. Ikisinde de cok tuhaf bir yuz ifadesi vardı ve aniden agresiftiler arkadaslarimi yakaladılar.
Donup kalmistim cantamdaki sakinlestirici iğnelerini bulmaya
calisiyordum o sırada hansel birden bana saldirdi “Dur cadı” diye bagiriyordu . Sakinlestirici ignesini vurmak icin onu yere yatirdim vurduktan sonra birden durdu ama sonra krize girdi
kardesini boyle goren gratel beni geri itti kardesi krize girmisti ve agzindan kopukler saciyordu ikisi de yuksek dozda madde kullanmis olmaliydi hanseli kurtarmak icin
yaklasmaya calistik ama gratel yaklasmamıza izin vermedi eline aldigi bir siringayla bizi engellemeye calisti ama kardesi birden hareketsiz kaldi butun dikkati daildi elindeki şırıngayı
aldik ve sıkıca tuttuk kardesini kontrol etmek icin yaklastim kalbini dinlemek icin egildim ama tek duydugum sessizlikti artik olmsutu gratel cirpinmaya ve kurtulmaya calisiyordu onu zapt etmek zorlasmaya baslamisti bu yuzden polisi ve ambulansi aradik biri ekip arkadasimizi kulubede biraktik ve hastaneye dogru ilerlemeye basladik vardigimizda gratel cok durgun ama kucuk bedeni boyle biseyi kaldiramazdi bir kac gun boyle ilerledi guvenlik arttirilmisti her zamankinden fazlaydı polisler grateli sorgulamak icin aldilar cok endiseliydim ama elimden birsey gelmiyordu polisler onu gotururken şu sozler dokuldu agzindan “Bu senin sucun cadi” dedi gratel ve onu goturen polis memurunun ustune zipladi ve onun boynunu isirdi diger polis memurlari onu uyardi ama durmadi ve birine daha saldirmak uzereyken ona 3 el ates ettiler kanlar icinden yere yigildi onu kurtarmak icin elimizden geleni yaptik ama kurtsramadik ve aylarca uyuyamadım vicdan azabi ve sucluluk duygusu icimi kemirip duruyordu kelimeler anlamsiz kaldi sanirim bu gunlugu doldurmak benim yaptigim tek iyi sey ve bunun sonu da mutlu bitmiyor.
Okul: Manisa,Salihli İMKB Anadolu Lisesi
Öğretmen: Burcu Sönmez
Yazar:Yunus D – Murat Ş
BREMEN MIZIKACILARI
Merhaba. Biz 4 kardeş. Bize herkes hırsız gözüyle bakıyor fakat biz sadece ekmeğimizin peşindeyiz. Bize hırsız gözüyle bakmalarının sebebi ise vakti,zamanında amcamızın bizi çok
ayırması. Babamız biz daha çok küçükken vefat etti. Ve biz amcamızın yanında kaldık. Ve amcam sürekli kendi çocuklarıyla ilgilenir bizi dışlardı. Biz 4 kardeş birbirimize bakmak zorunda kaldık. Amcam sürekli çocuklarına yeni ayakkabılar yeni kıyafetler alırdı. Biz onların eskilerini giyerdik ve sadece bakmakla yetinirdik. Zaman geçti ve amcam yaşlandı, elden ayaktan düştü. Amcama çocukları bakmadı ve biz bakmak zorunda kaldık. Amcam tabii çok pişman oldu. “Evlatlarımı bolluk içinde yetiştirdim fakat hepsi hayırsız oldu hiçbiri bana bakmıyor” diye ağıt yaktı.
Amcamıza bakmak için tek bir şart koştuk. Amcamıza o zengin evinde bakamazdık.Çünkü anılarım depreşiyordu. Amcamıza kendi fakirhamenizde bakacaktık. Bir akşam
yemeğinde amcam biraz ateşlendi. Erken yatırmak zorunda kaldık. O akşam yemek yemeye kimsemizin hâli kalmamıştı. O gece hepimiz erkenden yattık. Sabah kalktığımızda
amcamızın durumu daha da kötüleşmişti önümüzdeki günlerde de kötüleşerek devam etti ve aradan 3 ay geçmeden 90 yaşında hayata gözlerini yumdu. Amcamız öldükten sonra sözde evlatları çıktı ortaya. Ve mirastan pay almak için geldiler. Fakat amcamın kimsesi yok olarak gözüküyormuş devlette. Bu yüzdende de devlet malların hepsini kendine almış. Amcamızın tek mirası bir köpek bir kedi bir eşek ve bir horoz kalmış. Bu kalan değerli ve güzel mirası istemedi kuzenlerim. Dalga geçiyoruz zannettiler ve sayıp,sövüp gittiler. Biz aldık amcamın değerli mirasını. Çok güzel günler geçirdik. Ve mutlu mesut yaşadık.
Okul: Manisa,Salihli İMKB Anadolu Lisesi
Öğretmen: Burcu Sönmez
Yazar:Polat E.
Rapunzel
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde uzak bir ülkede bir kadın ile bir adamın çocukları yokmuş. Bu aile çocuk sahibi olmayı çok mu çok istiyorlarmış. Aradan bir zaman geçmiş, bir gün kadın bir bebeğinin olacağını fark etmiş. Sevinç ile kocasına müjde vermiş, ikisi de çok mutlu olmuşlar.
Günlerden bir gün kadın, penceresinden komşusunun bahçesindeki birbirinden güzel,rengarenk çiçekleri be sebzelere bakarken, birden kadının gözleri altın gibi parlayan özel birmarula takılmış.Bir gün;”Ben bu marullardan yemezsem kesin ölürüm.” demiş kendi kendine. Marulları
düşünmekten, yemekten, içmekten kesilmiş, çok zayıflamış. Eşinin zayıfladığını gören kocası durumdan endişelenmiş ve kadının derdini öğrenmiş.
Bir gece kocası komşusu olan cadının kapısını çalmış ve karısının marullardan istediğini yemekten, içmekten, kesildiğini söylemiş bunu duyan cadı marullarından seve seve vermiş.Başka bir gün kadının canı yine o altın rengindeki marullardan canı çekmiş. Kocası bu durumu öğrenince tekrar cadının evine gitmiş ve bir tane daha marul istemiş bunu duyan cadı bu sefer de anlayışla karşılayarak marullardan bir tane daha vermiş ve karısı bunu duyunca çok sevinerek marulu yemiş.
Günler günleri kovalamış ve bebek doğmuş. Kadın ile kocası çok sevinmiş ve çok mutlu olmuşlar ve bebeğe cadının bahçesindeki marulların isimi olan RAPUNZEL adını koymuşlar.
Bir gün kadın ve adam çok kötü hasta olmuşlar, bunu duyan cadı çocuklarına bulaşmaması için ona seve seve bakabileceğini söylemiş, kadın ve kocası çok mutlu olmuşlar cadı çocuğu almış ve günler geçtikçe büyütmüş kız adeta bir prenses haline gelmiş her tarafa mutluluk saçıyormuş günler geçmiş salgın hastalık bütün köye yayılmaya başlamış cadı bunu görünce ormanda merdiveni ve kapısı olmayan bir kule yapıp Rapunzel i bu kuleye koymuş.
Cadı her geldiğinde;”Rapunzel! Rapunzel! uzat bakalım altın sarı saçlarını” diyerek seslenirmiş. Rapunzel uzun örgülü, altın sarısı saçlarını pencereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutunup kuleye tırmanırmış. Yıllar geçmiş Rapunzel bir gün camdan kuşlarla şarkı söyler iken ormanda gezen prens Rapunzel in güzel sesini duymuş ve sese doğru gitmiş ve
Rapunzel e seslenerek;” Rapunzel! Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını!”diye seslenmiş Rapunzel saçlarıni uzatmış ve prens kuleye tırmanmış. Rapunzel karşısındakinin prens olduğunu görünce çok korkmuş. Prens Rapunzel e sesinden hoşlanıp ta geldiğini söyleyince Rapunzel in yanakları kızarmış biraz utanmış. Prens ile Rapunzel konuşurlarken birden cadı
gelmiş, cadının gelişinden korkan prens camdan aşağıya düşmüş ölmemiş ama aşağıdaki çalılıklar gözüne girince prens kör olmuş. Cadı prens in salgın hastalığa yakalandığını
sandığı için Rapunzel i çöle götürmüş ve orada güvende tutmuş. Prens yıllarca Rapunzeli arayıp durmuş ve en sonunda Rapunzel in güzel sesini duyar gibi olmuş ve sese doğru
gitmiş, sesin kaynağının Rapunzel olduğunu öğrenince çok mutlu olmuşlar. Cadı prens in hasta olmadığını öğrenmiş ve prensin gözlerini düzeltmiş. Rapunzel ve prens kendi
diyarlarına gitmişler ve mutlu mesut yaşamışlar.
Okul: Niğde,Cumhuriyet Anadolu Lisesi
Öğretmen: Rabia YAKAR
Yazar:Okul Takımı
HANSEL VE GRATEL’İ BİR DE ÜVEY ANNEDEN DİNLEYİN
Küçük bir kasabada eşim ve 2 üvey çocuğumla birlikte yaşiyorduk. Ekonomik olarak çok zor günler geçiriyorduk. Bu da yetmezmiş gibi kocamın çocukları Hansel ve Gratel bana hiç iyi davranmıyorlardı.
Onları seviyordum ve iyi anlaşmaya çalışıyordum çünkü annesiz bir şekilde büyümüşlerdi. Babaları ise iyi bakamamıştı.Sevgisiz büyüyen bu çocuklara sevgi aşılamak istiyordum ama onlar daha önce sevmeyi hiç öğrenmemişler. Onlarla iyi anlaşma yapabilirler yanlış anlıyorlardı . Ama ben elimden geleni yaptım
Kendi çocuğumdan onları hiç ayırmadım. Onlara da hep aynı sevgiyle yaklaştım. Ama bana karşı tavırlarını anlamıyordum. Elimden geleni yapıyordum onlar için. Belki beni birgün gerçek anneleri gibi severler diye umut ettim hep. Bunu gerçekten içten istedim. Benim bir değil üç çocuğum vardı. Ben bunu hep böyle bildim.
Maddi durumumuzdan dolayı eşim çocukları ormana bırakalım dedi.Bu çok acı veriyordu.Nasıl olur da insan evladını ormana atabilirdi ki?Kabul etmedim ama zorladı.Yapacak bir şey yoktu kabul etmek zorunda kaldım
Sonraki gün hep birlikte odun kesme bahsiyle ormana gittik. Eşim Hansel ve Gratel i biz biraz odun kesip geleceğiz diye kandırarak ormanda tek bıraktık ve eve döndük. İçim içime sığmadı.Bütün gece uyuyamadım sabah kalktığımızda çocukları bitkin bir şekilde kapıda bulduk. Meğer Hansel cebine koyduğu taşları ormana giderken yere bırakmış ve onları takip ederek eve dönmeyi başarmışlar. Çok sevindim ancak eşim aynı şeyleri hissetmiyordu ve o gün çocukları yeniden ormana götürdü. Ellerine de birer dilim ekmek vermişti.
Nasıl böyle bir şeye izin verirsin diye söylendim durdum günlerce.Ama ne fayda.Artık ne Hansel ne de Gratel vardı.Onlar benim evlatlarımdı. Hâla nasıl böyle bir şey yaptığıma inanamıyordum.
Aradan neredeyse 4 hafta geçmişti. Hansel veGratel in evin yolunu bir daha bulabileceklerini düşünmüştüm ama nafile ne gelen vardı ne giden.Meğer eve dönüş yolunu yeniden bulabilmek için Hansel in yollara bıraktığı ekmek kırıntılarını kuşlar yemiş. Bu yüzden eve dönememişler. Artık dayanamadım ormana onları bıraktığımız yere gitmeye karar verdim.
Gece gitmek ürkütücü olabilirdi.Gündüz olmasını bekledim.Nihayet sabah olmuştu ormanın yolunu tuttum.Hızlı adımlarla ilerlerken uzakta kurabiye ve şekerden yapılmış bir ev gördüm.Belki o evde yaşayanlar Hansel ve Grateli görmüş olabilirlerdi.Hızlı adımlarla eve yöneldim.
Hansel ve Grateli aramaya koyuldum. Ev ne kadar kurabiyeden de olsa içi oldukça ürkütücüydü. Birden kapı açıldı içeriden siyah şapkalı bir cadı çıktı. Buralarda 2 çocuk gördünüz mü diye sordum. Acımasızca gülerek bilmem belki de görmüşümdür dedi.
Aniden kapıyı kapattı tekrar tekrar kapıyı çalmama rağmen açmadı.Tam geri dönecektim ki küçük bir pencere gördüm belki içerdedirler diye baktım ve hansel in ceketinin yerde olduğunu gördüm .
Elbette ki şüphelendim. Hansel’in ceketinin orada ne işi vardı?Yoksa…Bu evdeki cadı Hansel ve Gratel’i kaçırmış mıydı?Tekrar döndüm ve kapıya hiddetle vurdum.Cadı açana kadar vurmaya devam ettim,usanmadım.Sonunda kapıyı tekrar açtı.İğrenç bir şekilde gülüyordu.”Hansel ve Grateli sen kaçırdın biliyorum”dedim.Ah o iğrenç gülüş.İşte o her şeyi anlatıyordu.
Kendimi daha fazla tutamadım. Çocuklarım Hansel ve Gratel’i kötü cadının elinden kurtarmam gerekiyordu.Onu etkisiz hale getirdim evin odalarının birine kilitledim. Hansel’i kilitlediği ahırdan çıkardım. Gratel’i de yanıma aldım. Evden çıkarken cadının altınlarından ceplerimize doldurduk.
Eve döndük eşim çocukları gördüğünde yaptığının çok büyük bir hata olduğunu anladı ve bizden özür diledi. Hansel ve Gratel de bana haksızlık ettiklerini kabul ettiler.Sevgiyle kucaklaştık. Yanımızda getirdiğimiz altınlarla borçlarımızı ödeyip yiyecek ve yeni eşyalar aldık.Artık hiç ayrılmayacağımıza her zorluğu birlikte aşacağımıza dair birbirimize söz verdik.
Okul: Niğde,Faik Şahenk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
Öğretmen: Yunus YAKAR
Yazar:Okul Takımı
BİZDEN KÜLKEDİSİ
Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesini kaybedince babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi iki kızıyla birlikte eve gelmiş. Üvey annesi aslında bu kızı çok severmiş, kendi kızlarından bile daha çok severmiş. Ancak kızları üzülmesin ona tepki vermesin diye ona hep kötü davranırmış. Üvey anne evin işlerini öğrensin becerilerini geliştirsin diye ona yaptırıyormuş. Kız kardeşlerinden büyük olan külkedisi çok kötü davranırmış. Küçük olan şişman üvey kardeş ise biraz daha Külkedisini severmiş ama o da Külkedisi kullanırmış.
Külkedisi kardeşlerinden çekindiği için akşamları onlarla beraber oturamıyormuş o yüzden kendini küllerle ısıttığı için kardeşleri ona Kül Kedisi adını vermişler.
Bir gün ülkenin kralı evlenmek isteyen oğlunu görebilmesi ülkedeki bütün evlenme yaşındaki kızları bir baloya davet eder. Bu baloyu sadece bir şölen olsun diye yapan kral aslında oğluna bir eş aramaktadır. Ülkedeki bütün evlilik çağındaki kızlara davetiye göndermiştir. Bu balo fermanlarla bütün ülkeye duyurulmuştur.
Bu davetiyeyi alan külkedisi ve kardeşleri balo için hazırlanmaya başlamışlar. Üvey annesi aslında kızlarının en güzeli Külkedisi olduğunu biliyor ve ona çok değer verdiği için prensesin eşi olursa külkedisine zarar vereceğini düşünüyor ve Külkedisini baloya hazırlamak istemiyor. Üvey kardeşlerinden büyük olansa külkedisinin baloya gelmesini engellemek için her şeyi yapıyor. Ancak küçük kardeş gönlünden gelmesini istiyor. Ancak büyük kardeş ve anne bunu kraldan gelen bir davet olduğu için engelleyemiyorlar.
Ancak baloya çok az bir zaman kala annesi çok üzülerek de olsa külkedisinin iyiliği için kapıyı kitliyor. Külkedisi buna çok üzülüyor. Ancak bunu gören küçük kardeş külkedisi için anahtarı bulup kapıyı açıp baloya gider. Külkedisi kardeşine çok teşekkür eder. Bu arada külkedisi önceden hazırlamış olduğu elbisesinin büyük kardeşi tarafından yırtıldığını görür. Ve ağlamaya başlamış.
Elbisesinin başında ağlayan külkedisinin gözyaşları elbisenin üstüne damlamış ve ortaya bir peri çıkarmış. Külkedisinin her isteğini yapacağını söylermiş ve elbisesini eskisinden de daha güzel hale getirmiş camdan ayakkabılar vermiş ona külkedisi çok sevinmiş ama yine bir sıkıntısı varmış, baloya nasıl gideceğini bilmiyormuş peride onun için bal kabağından araba ve farelerden de at yapmış ama bir sorun varmış saat 12 olmadan önce dönemezse her şey eski haline döneceğini söylemiş ve külkedisi baloya gitmiş.
Kimse ondan gözünü alamamış üvey annesi ve kardeşleri onu görmüşler annesi onu görünce biraz endişelenmiş ona zarar gelmesinden korkmuş ama onu çok beğenmiş ablası bu duruma çok sinirlenmiş onu çok kıskanmış. Külkedisi prensle çok güzel zaman geçirmiş ama zamanın nasıl geçtiğini anlamamış saat 12 olmadan dönmesi gerektiğini hatırlamış ve hızla balodan kaçmış fakat kaçarken camdan ayakkabılarının birini düşürmüş prens arkasından koşmuş ama yetişememiş külkedisinin düşürdüğü ayakkabıyı bulmuş ertesi gün bütün şehirde o ayakkabının sahibini aramış bütün kızlar ayakkabıyı giymeye çalışmış ama ayakkabı kimseye olmamış, son olarak külkedisinin yaşadığı eve gitmiş külkedisinin ablası ve kardeşi ayakkabıyı denemiş fakat olmamış. Prens “evde kimse yok mu başka?”diye sormuş ablası hayır yok demiş ama annesi külkedisinin de olduğunu söyleyip onu çağırmış.
Prens bunu duyunca sevinmiş çünkü külkedisi son kişiymiş. Prens külkedisini görünce çok sevinmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne evlenme teklif ederken üvey ablasına da öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi Prens’in teklifini tabii ki kabul etmiş. Ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar…
Okul: Antakya, Karlısu Sosyal Bilimler Lisesi
Öğretmen: Can ARTAN
Yazar:Okul Takımı
TRABZONLU ALİ BABA
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken, pireler berber iken çok mu çok uzak bir ülkede, Ali Baba adında bir adam yaşarmış.
Bu adam cimri mi cimri, huysuz mu huysuz, nankör mü nankör bir adammış. Aynı zamanda gözü açık olan bu adam kendisinden başkasını hiç düşünmez; bir gün zengin olurum, ümidiyle parayla ilgili düşler kurup dururmuş. Zengin olabilmek için de bazen çizgiyi aşar, hırsızlık yaparmış. Hatta bir hayvanat bahçesinden çaldığı orangutanı da iyi bir paraya satarım düşüncesiyle besleyip dururmuş.
Günlerini böyle para üzerine söylediği türkülerle geçiren Ali Baba, hanımıyla da iyi geçinemezmiş. Belki de bu nedenle bu adamın evinde huzur, bir türlü çiçek açmazmış. Hüzün ve mutsuzluğun yoğun olarak uğradığı bu evde saygısızlık başköşeye kurulur, kavga gürültünün başlıca sebebi olurmuş.
Ali Baba’nın evinde günler hep böyle tersi yönde akıp gider, sözler tükenirmiş. İşte tam da burada, sözlerin yine tükendiği bir günde, Ali Baba’nın hanımı eline terlik almış Ali Baba’yı kovalamaya başlamış. Çevredekiler, bir yandan olan bitene anlam vermeye çalışıyor bir yandan da Ali Baba’nın hanımını durdurmaya çalışıyormuş. Ama bunun beyhude bir uğraş olduğunun farkına bir türlü varamıyorlarmış. Çünkü Ali Baba’nın hanımı, Ali Baba’yı öyle bir kovalıyormuş ki gözlerindeki o yakıcı ateşle, Ali Baba’ya söylemediğini bırakmıyormuş. Ali Baba, bir yandan hanımına laf yetiştirmeye çalışırken diğer yandan da başını, hanımının savurduğu terlikten korumaya çalışıyormuş.
Böyle bir telaşla hanımından kaçarken aklına hayvanat bahçesinden çaldığı orangutanı gelmiş. Ali Baba, hayvanat bahçesinden çaldığı ve zengin olma arzusuyla beslediği bu orangutanın bir gün hanımın elinden kurtulmak için binek olacağını hiç düşünmemişti. Kaçanın anası ağlamamış ya Ali Baba da böyle büyük bir tehlikeden kurtulduğu için kendini çok kısmetli hissediyormuş.
Orangutanıyla bir dağın eteğine doğru kaçan Ali Baba, bir mağaranın önüne kadar gelmiş ve orangutanından inmiş. Bir yandan geceyi burada nasıl geçireceğini düşünen Ali Baba, diğer yandan da, “Nedur ula bu karudan çektuğum?” sorusuna benzeyen ama kendisinin de cevap veremediği sorular sormaya başlamış durmuş.
Bu sırada bulunduğu yere doğru yaklaşan ve Kırk Haramiler adı verilen zorba ve gaddar adamları gören Ali Baba, korkmuş ve orangutanına tekrar binip onunla beraber fındık ağacına tırmanmış. Fındık ağacında orangutanıyla fındık yemeye başlayan Ali Baba, Kırk Haramilerin neler yaptığını da anlamaya çalışıyormuş. Zira Kırk Haramiler, hem Ali Baba’nın o güne kadar hiç görmediği davranışlar sergilemişler hem de pek anlam veremediği sözleri söylemişler bir kaya parçasına: “Açıl susam, açıl!”
Mağaranın önündeki kaya parçası, Kırk Haramilerin bu sözlerinden sonra öyle bir açılmaya başlamış ki Ali Baba, ne olduğunu anlamamış, küçük dilini yutacakmış gibi olmuş. Önce horon vurulduğunu düşünmüş ama sonra bu konuda yanıldığını anlamıştı. Çünkü ortada ne kemençe varmış ne de horon vuran insanlar. Böyle insanlar yokmuş çevrede. Kayanın açılmasıyla birlikte ellerindeki çuvallarla mağaradan içeriye giren Kırk Haramilerin kısa bir süre sonra mağaradan elleri boş çıktıklarını gözlemlemiş. Bütün haramiler dışarı çıkıp da içeride kimse kalmayınca haramileri yöneten şahsın, “Kapan da susam, kapan.” diyerek bağırdığını ve bu komuttan sonra da kayaların mağaranın önünde bir kapı gibi kapandığını fark etmiş.
Çok meraklanan Ali Baba, Kırk Haramiler gittikten sonra mağaranın önüne gelmiş ve az önce haramilerin ağzından duyduğu sözleri tekrarmış: ‘’Açul da susam, açul.
Az önce haramileri seyrederken yaşadığı şaşkınlık ve tuhaflığı şimdi de yaşamaya başlamış Ali Baba. Çünkü kayalar çekilip de mağaranın ağzı açılınca altınlar çıkmış karşısına. Karşısındaki altınlara bir müddet öylece bakakalan Ali Baba kendini çok ama çok tuhaf hissetmiş. Şaşkınlığı öylesine büyükmüş ki horon vurmaya başlamış. Vurdukça kendinden geçmiş.
Geçtikçe aklı başından gitmiş, delirmişti.
Kendine geldiğinde üç çuval altınla evinin kapısının önünde duruyor, karısının: “Ulaaa, neden celdun hayırsız?” sorusuna cevaplar arıyormuş. Ali Baba, olup bitenleri anlatmaya başlayınca Ali Baba’nın hanımın gözlerinde bir ışıltı belirmiş. Ali Baba’nın altınlara düşkün olması gibi, Ali Baba’nın hanımı da altınlara pek ama pek düşkünmüş. Bu görüntüden sonra az önceki cadaloz kadın gitmiş, altının ve paranın şekillendirdiği bir kadın profili çıkmış ortaya.
Ali Baba’nın hanımı altınları görünce Ali Baba’ya karşı yumuşamış. Altınları nereden aldığını buraya bunca altını nasıl getirdiğini sormuş Ali Baba’ya.
Ali Baba, hanımının bu sorusunu cevapsız bırakmış. Zaten hanımının da bu sorunun cevabını arama gibi bir niyeti de yokmuş. Altınları tartabilmek için bir terazi derdine düşmüş. Nerede bulabilirim böyle bir terazi, diye düşünürken Ali Baba’nın kardeşi Kasım gelmiş aklına.
Kasım, Ali Baba gibi zenginlikte gözü olmayan yoksul bir adammış. Yoksulmuş yoksul olmasına ama iyi kalpli, vefalı, kimseye kötülük düşünmeyen bir kişiliğe sahipmiş. Geçimini ticaret yaparak sağlayan bir delikanlıymış Kasım. Yengesini karşısında görünce:
_ “Da buyur yengecuğum, ne etmeye celdun?” diye sormuş.
_ “Senden bir terazi isteyrum.” cevabını vermiş Ali Baba’nın hanımı.
Kasım, yengesinin bu isteğini sorgulamamış. Sorgulamamış ama getirdiği terazinin altına bal sürdükten sonra teraziyi yengesine vermiş.
Teraziyi alıp da eve doğru koşan bu kadını gören hiçbir komşu, yaşadığı hayreti saklayamamış yüzünden. Kadının, komşuları umursadığı da yokmuş zaten. Aklı ve fikri altınlarda olan bu kadın, ailede huzuru bulamadığı gibi çok uzun yıllar önce komşuluk ilişkilerinden de sınıfta kalmıştı.
Ali Baba’nın karısı eve gelmiş ve altınları tartmaya başlamış. Tartma işi bitince de teraziyi Ali Baba’ya vermiş ve Kasım’a götürmesini söylemiş. Kasım, teraziyi getiren Ali Baba’ya:
_ “Haçen durumun bu kadar kötüyken altınları nereden buldun?” diye sormuş.
Ali Baba bu soru karşısında şaşırmış. Şaşkınlığını da belli ederek şu soruyu sormuş Kasım’a
_“Benim altın bulduğumu nasıl anladun, nereden bildun?”
Kasım, karısının yaptığı planı anlatınca ve Ali Baba durumu inkâr edememiş, anlatmaya başlamış. Ali Baba, bu durumu kimseye anlatmayacağına söz verirse mağaraya onu da götüreceğini söylemiş. Kasım, Ali Baba’ya bu konuda söz verince birlikte altınları bulduğu mağaraya gitmişler.
Ali baba o sihirli sözcükleri söyleyince, mağara açılmış içerideki altınlar görünmüş. Kasım’ın aklına hemen haramiler gelmiş. Korkmuş ve Ali Baba’yı orada bırakıp eve dönmüş.
Açgözlü Ali Baba altınların güzelliği karşısında tekrardan büyülenmiş ve altınları orangutanına yüklemeye başladığı sırada haramilere yakalanmış. Ali Baba’nın altınları çalmak için orada olduğunu anlayan haramiler Ali Baba’yı oracıkta öldürmüşler.
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Ali Baba’nın eve gelmediğini öğrenen Kasım ona bakmak için mağaraya gitmiş ve mağara karşısında sihirli sözcükleri hatırlamaya çalışmış.
-Açul da finduk, açul!
-Açul da tahin, açul!
-Açul da hamsi, açul!
Ama kapı bir türlü açılmamış. En sonunda hatırlamış ve bağırmış:
‘’Açul da susam açul!’’
Mağara bu sözlerden sonra açılmış. İçeride öldürülen Ali Baba’yı gören Kasım üzülmüş ve ağlamaya başlamış ve şu sözler dökülmüş dilinden:
“Canum abim, canum abim.’’
Kasım, dilinden bu sözleri dökerken altınları da orangutana yüklemeyi ihmal etmemiş.
Aradan uzun bir zaman geçmiş. Kasım çok zengin olmuş. Zenginliğinin keyfini yaşamış. Yaşamış ama o kadar uzun sürmemiş bu keyfi. Çünkü altınların çalındığını fark eden Kırk Haramiler, köyde birden zengin olan bu tüccarı bulmuşlar. Çok beklemeden de Kasım’ın kapısına onu uygun zamanda öldürmek için bir işaret koymuşlar.
Tabii ki Kasım’ın uyanık karısı, bu işaretin anlamını anlamış ve köydeki tüm kapılara çarpı işareti koymuş. Kırk Haramilerin başı, olanlar karşısında çok şaşırırken bir anda karşısında Kasım’ı görmüş:
_‘’Ula uşağum! Sana yirmi kova zeytinyağı satayum mu?’’ der. Kasım, bu teklifi beğenmeyip kırk fıçı isteyince haramiler bu kişinin Kasım olduğunu anlamışlar.
Akşamında ise Kasım’ın evine gitmişler. Kasım’ın karısı çöp dökmek için dışarı çıkmış ve fıçıların içinden ses duymuş. Sesleri dinlemeye koyulmuş:
-Hadi çukalum ula!
-Da otur oturduğun yere, işaret gelmeden çıkamayız.
Kasım’ın karısı içeri girmiş ve yağ kızdırmaya başlamış. Kocasını öldüreceklerini anlayan kadın bu kızgın yağları fıçıların içine dökmüş. Gece yarısı olunca da haramilerin başı fıçıların yanına gitmiş:
-Ne zaman çıkmayu düşünürsünüz da uşaklar, demiş.
Fakat ses gelmez. Bir iş olduğunu anlamış ve fıçıları açmış. Bir de ne görsün. Meğerki haramilerin hiçbiri yaşamıyormuş. Hepsi de kızgın yağla birlikte son nefesini vermiş.
En sondaki fıçıdan da Ali Baba’nın karısı çıkınca Kırk Haramilerin başı, sıranın ona geldiğini anlamış ve oradan koşarak uzaklaşmış.
Kasım ve karısı horon vurmaya başlamışlar ve sonsuza kadar mutlu, zengin yaşamışlar.
Okul: Çankaya,Ümitköy A.İH.L. Fen ve Sosyal Bilimler Proje Okulu
Öğretmen: Filiz KABAK
Yazar:emin veli.e
Yaşlı Peri
Bir gün bir krallıkta güzel bir kraliçe doğmuş bu kraliçeye hediyeler vermeleri için bir sürü peri davet edilmiş doğumuna ama bir periyi yaşlı periyi unutmuşlar o sırada yaşlı peri onu neden unuttukları düşünüyormuş sonra sinirlenip gitmiş ve kızı 16 yaşına gelince bir iğ batıp ölmesi için lanetlemiş.Buna sinirlenen kraliçe saraydaki herkesin iğlerini toplatmış vermeyeni öldürmüş.Kız 16 yaşına gelince sarayda dolaşmış saray o kadar büyükmüş ki bilmediği odalar varmış o odalardan birinde bir makinenin üzerinde duran iği görmüş ve dokunmuş ki o sırada eline batmış ve bayılmış
Okul: Çankaya,Ümitköy A.İH.L. Fen ve Sosyal Bilimler Proje Okulu
Öğretmen:Filiz Yıldız TOPÇU
Yazar:Ömer Faruk Ayg./ Ömer D./ Muhammed Emin Ç.
Fedakâr Kurt ve Kırmızı Başlıklı Kız
Bir varmış, bir yokmuş. Ormanın derinliklerinde bir kurt yaşarmış. Kurt Çocuklarına yemek bulamıyormuş. Ve kendisi de uzun zamandır yemek yiyemiyormuş. Ormanda avlanmaya çıkmış. Ve küçük bir kızla karşılaşmış. Kurt aslında insanları seviyormuş. Ta ki dört yavrusundan birini avcı adam avlayana kadar. O günden sonra insanlardan nefret etmeye başlamış. Ve gördüğü kızı gözüne kestirmiş. Kıza:
-Nereye gidiyorsun. Diye sormuş. Anneanneme. Demiş kız. Kurt anneannesinin yanına gidip anneannesini yemiş. Tek parça halinde yutmuş. Çünkü kendisine değil, yavrularına yemek vermesi gerekiyormuş. Daha sonra yatağa girip beklemiş kızın gelmesini. Kız gelmiş sonra:
-Anneanne neden gözlerin bu kadar büyük demiş. Kurt:
-Seni daha iyi görebilmek için. Demiş.
-Burnun neden bu kadar büyük. Demiş. Anneannesi sandığı kurda. Kurt:
-Seni daha iyi koklamak için. Demiş. Kız:
-Dişlerin neden bu kadar büyük deyince. Kurt:
-Seni daha iyi yemek için.
Diyerek atılmış kızın üstüne ve kız içeri odaya saklanarak
-İçeri odaya kaçarak dolaba saklanmış.
Kızın kaçarken çıkardığı bağrışmaları duyan avcı içeri girip kurdu vurmuş büyükannesini midesini yarıp çıkarmış. Ve kurt yavrularına yemek bulabilmek için çıktığı yolda onlar için can vermiş.
Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu! Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyükannesinin evine gittiğini söyledi ama inanmadım. Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı. Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime. Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum.
Gittim, baktım ve gerçekten bir büyükanne buldum. Sorduğumda “Evet o küçük kız benim torunum” dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak; “bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!” dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı… Büyükanne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı, ben Onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım. Küçük kız birazdan içeri girdi. Seslendi cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk! Beni büyükannesi sanıvermişti. Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu? Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. “Seni iyi dinlemek için”… Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı? Küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış. Ben zaten burnumu kendime sorun haline getirdim, özgüvenim sallantıda. Dünya para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı?
O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz! Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni “Seni hain kurt, büyükanneyi yedin değil mi?” diye suçlamaz mı? Saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık, kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi. Tabi ben de adalet bulamayacağımı, hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi. Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün bugün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum.
Okul: Çankaya,Ümitköy A.İH.L. Fen ve Sosyal Bilimler Proje Okulu
Öğretmen:Filiz Yıldız TOPÇU
Yazar:Serdar Ekrem D.
Kırmızı Başlıklı Kız
Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu! Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyükannesinin evine gittiğini söyledi ama inanmadım. Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı. Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime. Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum.
Gittim, baktım ve gerçekten bir büyükanne buldum.
Sorduğumda “Evet o küçük kız benim torunum” dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak; “bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!” dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı… Büyükanne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı, ben Onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım. Küçük kız birazdan içeri girdi. Seslendi cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk! Beni büyükannesi sanıvermişti. Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu? Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. “Seni iyi dinlemek için”… Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı? Küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış. Ben zaten burnumu kendime sorun haline getirdim, özgüvenim sallantıda. Dünya para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı?
O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz! Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni “Seni hain kurt, büyükanneyi yedin değil mi?” diye suçlamaz mı? Saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık, kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi. Tabi ben de adalet bulamayacağımı, hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi. Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün bugün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum.
Published: Dec 25, 2019
Latest Revision: May 10, 2020
Ourboox Unique Identifier: OB-704431
Copyright © 2019