KAMERA ARKASI
Ne yazsammm?
Nereden başlasammm?
Çok şey var anlatacak hocam…
Bir terapistin terapi odası notları gibi sizin danışmanlığınızla alakalı önsöze yazsam da sığdıramadıklarımı burada paylaşmak istedim. Okuyacağınızdan şüphem yok o sebeple umarım sıkılmazsınız.
7/24 MESAİ
Bu tez kaç mekanda ne şartlarda çıktı meydana. Dersi kaynatan öğrenci gibi sonraki aşamalarla tezi kaynatıyordum. Sema hocamın (bundan sonra Sema diye hitaba devam edeceğim.) İsmail hocamla işbirliği varmışçasına dediği şeyler birebir örtüşüyordu.
“100 kişiye sorduk. Tek popüler cevap aldık.”
misali zihnimde gezinen o fikirleri somuşlaştırma isteğime
“Kızım, sen bir yaz şu tezi. En alasını yaparız merak etme. O iş kolay.”
“Eeee, tamam kolay da ben imgelemek istiyorum. Güç almak istiyorum. O hayalin bana verdiği enerjiye güvenerek daha iyi yazmak istiyorum. Yap boz gibi o düşündüklerimi parça parça tamamlamak istiyorum.”
Tabi ara ara kaytarmalarım devam etti. İlerleme kaydettikçe molalarda çıtlatıyordum hemen. Orada olacağımı varsaydığım için hediye için nasıl güzel çiçekler düşünüyorum. Tamam, çiçekçi Darende’de ne gezer. Çiçek sepeti falan halleder. Fakat bu kesmiyor. Yeterli gelmiyor.Daha da güzel olmalı, farklı olmalı, mükemmelliğe oynamalı… Düşün kızım. Çalıştır saksıyı….
O ara Denizli’de oluşum hediye seyrini tamamen değiştirdi. Bu sefer de Denizli menşei bir şey olsun diye kafa yoruyorum. Sema seçenek sunuyor. Ben yaptım diyorum.
“Eee, kızım sen de Nirvana’ya taşımışsın. Bana bile kal geldi hediyede.”
Aklımda olan önce Hacı Şerif çikolatalarıydı. Zira yine Denizli menşei ve yakınen tanıdıklar. Dedim nazım niyazım geçer. Sorduk, fikir aldık. Her harf bir çikolata ile İsmail Şan yazdıracaktım. Tamam, çikolata halloldu deyip gittik o gece zamanı gelince sipariş vermek üzere….
Ama tabi fikirler insan beyninde durduğu gibi durmaz.
Değişir…
Gelişir…
Demlenir…
Ta ki daha iyisini görene kadar…
ROTA YENİDEN OLUŞTURULUYOR….
Sonra tabi o fikirler demlendi.
Rota yeniden şekillendi.
Bir başka firma da belirlendi.
Ve tabikiiiiiii….
SÖZ KONUSU HOCALARIMSA…
“Söz konusu tatlıysa: Tabea”
mottosuyla sizler için olacak pakete burada karar kıldım. Fakat Metaverse için Hacı Şerif olacaktı.
Her iki firma elbet şaşkınlıklarını gizleyemedi. Sadece söz nişan için yapılan bu durum epey hayretlerini cezbetti. Bana evlilik nasip olursa (başlarına bela olacağım kişi sayısı artıyor) ön hazırlık oldu.
PAHA BİÇİLEMEZ BİR DEĞER ARTIŞI
Herkes içini döküp de ders ‘seans odasına’ evrilince, sonrasında sizinle ilgili fikirler değişince…. Ohhhh mon Dieu, kıymete bindiniz. Tabi dersten sonra ‘After Party’ yapıldı.
‘Aslında İsmail hoca, sandığımız kadar gaddar değilmiş.’
‘Öğrencileri de dinleyip, onların isteklerine kulak veriyormuş.’
‘ Oh be, içimizi döktük. Hocalardan ne çektik. Ne çok ödev veriliyordu.’
Bla bla bla…
Ben hep söylüyordum da işte mahallenin delisi gibi düşünüldüğümden ciddiye alınmıyordum.
‘İsmail hoca sevilir mi yeaaaa.’ ifadeleri ‘İsmail hocam (iyelik eki de dahil oldu) düşünüyor bizleri.’ noktasına gelindi.
Ama size karşı fikir değişikliğinde sebep olan bir durum vardı. İşte ne olduysa o 4.5 saat yazıyla dört buçuk saat olan terapi odasına evrilen derste oldu. Bunun cevabını en iyi Nihan Kaya’nın paylaştığı bu resimle anlatabilirim. Özellikle ‘..onları rahatsız eden şeyle alay etmeyenleri. İnsanların dünyayı farklı görme biçimiyle empati kurabilenleri…’
‘Meğer İsmail hocanın da kalbi varmış.’ keşfini yaşadıkları için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Su-i zan edilen biri hüsnü zan edilmeye başlandı. Bu elbet güzeldi. Ama bana dönütü iyi olmadı (ne kadar da bencil bir öğrenci). Proje danışmanı için Nihat hoca çok revaçtaydı. Kendi kendime dedim ‘İsmail hocamı seçen olmaz. Açık ara farkla o iş bende.’ Ama o da ne? Proje danışmanı olarak sizi yazma ihtimalleri yokken birden sizde yığılma oldu. Hani sokak röportajlarında sorarlar ya ‘Kadın programı izliyor musunuz?’ ama cevap ‘Asla, hayır tabiki.’ deyip, izlenme oranlarının yüksek çıkınca ‘Kim bu izleyenler o zaman’ tepkisi gibi kimdi ya o yazanlar?????? Ben mi kandırıldım. Erken sevinmiştim ama sonuç hüsran. Boğazıma dizdiler sevinci. Meğer ne çok seveniniz varmış (bana) T harfine gelene kadar….. :/ :/ :/ :/
Artık bir derdim daha vardı.
KAFES DÖVÜŞÜ MİSALİ
Kendi halimde olan bu derdi çözmek için önceliğimiz tabiki resmiyetti. Lakin yetersiz kaldı. Olmadı olmadı olmadı… Kaç kapıya gittiysem yine olmadı. Hele ki sizi seçenin (ismini zikretmeyeceğim) o hanfendi olduğunu öğrenince resmen kafes dövüşü başladı.
Sahne arkasında neler mi oldu?
Trajikomik bir hikaye geliyor….
Allahım, birden ‘bulunmaz Hint kumaşı’ kadar kıymetli oldunuz. Üst mercilerle hallolmayan iş, ancak o hanfendiyle anlaşmama bağlıymış. Becaiş misali danışman değiştireceğiz. Hanfendiyle konuşmuyorum malum sebeplerden ama el mahkum…Her şeyi göze aldım. Az ikna oluyor gibi ama yok yine geri vites. Hele birde benim sizi sevdiğimi bildiği için kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı resmen benle. Zafer elde etmişçesine yaşadığı zevki biliyorum ama ispatlayamam. Kim kazanacak diye üzerimize bir bahis oynanmadığı kaldı, yoksa başka her yolu denedim. Yine olumsuz. Ama ben biliyorummmmm.
Ah kötülesem, ah başına gelecek senaryoları göz önüne sersem belki fikri değişirdi ama yanlış taktik uyguladım. “Tayyibe bu kadar ısrar ediyorsa vardır bir şey.”şüphesi uyandırdım :/ .
Tüm spot ışıkları size döndü ve perde kapandı :/ .
SANAT KİM İÇİNDİR?
Sanatçının yaşadığı süreci en iyi özetleyen bu karikatür.
Sema için “piece of cake” olan tablo yapımı, sıcaklar anormal hale geldiği için süreç de gayet anormal bir boyut aldı.
(Bunu paylaşmama izin olduğu için gönül rahatlığıyla yazıyorum.)
Ben tez için mekan mekan geziyorum. Bunlardan biri Sema’nın evi.
Ama ne ev…..
Kedi evi…
Kendinin tabiriyle 7 kedinin yaşadığı bir evde o sığıntı yaşıyor. Evin tek kullanım alanı var o da yatak odası. Salon kedilere tahsis edilmiş vaziyette.Hele bir tanesi var ki koğuş ağası gibi zaten rahat vermiyor. PC paramparça olurdu elinde. Mutfak deseniz cehenneme 5 kala gibi bir ısı. Diğer odalar da ‘TLC İstifçiler’ programına aday. O konuya hiç gelmeyeyim. Ben klimadan üşüyorum mutfak iyi aslında. Ama Sema kıyamıyor (değer veren, üzülen var Allah’tan 🙂 ) ben de yatak odasına terfi ediyorum.
Ben sandalyede, yatağı masa niyetine kullanıp yazıyorum. Sema yatağı sandalye niyetiyle kullanıyor ve ütü masası evet evet bildiğimiz ütü masasında mevzilenip hedefine kilitleniyor. Temel ihtiyaçlar hariç, aralıksız 12 saat çalışmayla ütü masasında bir şahaser meydana geldi.Kendisini Frida Kahlo ilan ediyorum. O da isterdi atölyeler, çokça imkanlar…Ama şartlar öyleydi. Bizde de böyleydi.
Deliler gibi kahkaha atıyoruz. Sabah 5 gibi feneri söndürdük.
Süreç çok keyifliydi…
Ütü masası + 7 kedi + 2 deli = Sanat sizin içindi 😉
NEDEN BU TABLO?
DOĞRUCU DAVUT!!!!
Siz mükemmelliyetçi, ben mükemmelliyetçi, aaa ne tevafuk ki sanatçı hanım da mükemmelliyetçi….
Süper Lig gibi bir ekibe elbet muhteşem bir eser olmalı.
Tabi bunlar benim zihnimde olan şeyler. Bakalım benim beğendiğimi sanatçı yapacak mı? Bundan sanatçının haberi var mı mesela? Ben kendimce sizi tasvir edecek tablo bakıyorum. Ama ikna olmuyorum, olamıyorum. “İşte budur.” diyemiyorum.
Sizi siz eden şeylerle donatılsın istiyorum. Hem sizi anlatsın hem de ilgi alanınıza dair şeyler serpiştirmek istiyorum….
Yoğun arayış içinde epey beyin fırtınası yapıldı. Zihnimde olan şeyin resme dökülmesi epey zaman aldı. Her bulduğum fikir ‘eksik parçalı puzzle’ gibi kalıyordu. Bu değil, bu değil, bu hiç değil diye diye çok resim eledim.
Günler geçen arayışlar sonunda, ‘İşte bu’ edasıyla bu resme kalbimi bıraktım; tam 12’den vuruldum. Şimdi asıl olay size ait şeylerle donatıp, yorumlamaktı. İnsanın zihnindekileri bir başkasına somut hale getirerek aktarmak ne zormuş gerçekten. Davut heykeli tam manasıyla sizi temsil ediyordu: Asalet, duruş ve karakter. Her şeyin doğrusunu söylemek ya da yapmak huyunda olan kimseler için kullanılan Davut ismi sizdiniz. Bu kanaatim bir dersinizde verdiğiniz örnekten beridir böyle. (Diyeceksiniz nereden hatırlıyorsun? Ben bile unuttum. Ama biliyorsunuz malum psikopatlık makamı bunu gerektirir) Kendi aleyhinize olsa da doğruları söylemekten vazgeçmediniz. Üniversiteye şikayet yollarını adım adım anlatıp, arkadaşlara yol göstermiştiniz. Hem idareci hem hocamız hem rehberimiz ve günün sonunda bize her şeydiniz. o gün dedim ki; sizin niyetinizi anlamayan ya hiç sevmiyor ya da tam tersi çok seviyor. Ama nedense ilk gruba fazlasıyla katılanlara şahit oldum.Amacınızın eziyet vermek anlaşılması da maalesef o kişilerin tercihiydi. Fakat ibrenin yönü sizi göstermesi pahasına doğrucu olmanız cezbeden diğer güzel özelliğinizdi. Bu yönünüz bu tabloya karar kılmama vesile.
Eeee, tabiki METAVERSE vurgusu tablonun esaslı kısmı. Aman Allahım, nasıl güzel bir tasvir. Becerim olsa hemen fırça boya ben yapacağım. O kadar bir beğeni. İçim içime sığmıyor. Bir an önce zihnimdekiler tabloda can bulsun istiyorum.
Her adımda, her fırça dokunuşunda, heyecan dorukta…
Hayır, tablo emin ellerde. Sema’nın sanatçılığı, becerisi mükemmel ötesi. Ama işte denetçi gibi başındayım.
O kadar titizlenmişim ki Sema’nın ‘Tayyibe, iyi mi? Nasıl gidiyor?’ soruşu tüm şüpheciliğimi ortaya dökmeye yeterdi. Hani bir söz vardır: İş bilmez ama iş beğenmez. O tam olarak benim. Aklımdakinin tabloya dökülüşünü adım adım seyretmek keyifli. Evet, gerçekten süreç değerlendirmeye 10 numara 5 yıldız veriyorum.
Süreç + Ürün = ?
Kaç verirsiniz hocam? Nereden puan kırdınız hocam?
Süreci de kısmen somutlaştırmak adına vaziyetlerim resimleriyle ektedir:
Ek 1: Sağım Solum kedi, Sobe
(7 kedi içinde savaş vererek hayatta kaldığımız ve tablo üretim merkezi evde kendimizi yatak odasına kapattık çünkü salon ke(n)dilerine ait biz de misafir. Serengetide 7 kediyle karşılaşan masum köylüydüm. Ulvi görev için biz gibi onlar da mevzilenmişti. Ah, keşke onlar da tabloları görse ve mahvetse. Resmen nöbet tuta tuta mutfağa girip çıktık. Niye? Kapı yok mu odayı ayıran. Bu resimde yer alan sağdaki masum görünümlü kedi tünel kazan mahkum azminde olduğu için kapı kilit dayanmıyordu.)
Ek 2: Size İthafen Seçilen Fincan
(‘Kahveyi zevkli kılan içilen fincan.’ sloganıyla çıktığım yolda süreci her şeyiyle bu ulvi göreve özel kıldım. Fincan: Ben ne alaka dese de o da olaya müdahil.)
Ek 3: Prensesler Gibi Hissettiren Tez Masam
(İnanması güç dedirtecek bir olaya şahitlik edeceğiz yine. PC’yi alıp evden arkadaşıma diye çıkan kızdan 4 gündür haber alınmadı olayı yaşandı. Neden? Delilik makamı bunu gerektirdiği için galiba. Evde tezi yazamadıkça başka yerlere sığındım. Bu seferki durak;
Mavi Balina Görev 27: Çocuk odasına kendini kilitle ve bulduğun imkanlarla tezi yaz)
KANATLARIM…
İTİRAFLARIM 1…
Süreç içinde siz değerli hocalarıma duygularıma tercüman olan resim buydu:
Sağ sol kanatlarım…
Genel manada çok kişinin söylediğinin aksine ben 2 danışmanın paha biçilemez güzelliğini yaşadım. Kolum kanadım birçok şeyden o kadar kırıldı ki sizdiniz yeniden uçmama vesile, sizdiniz ayağa kaldıran her düşmemde. Abartmadan, en yalın haliyle böyle.
Kendimden bile vazgeçtiğim sürede siz bir an olsun ümit kesmediniz. Desteğinizi esirgemediniz. Aile şansım yoktu ama okul her zaman şansım oldu. ‘Allah bir yerden alır bir yerden verir’ denilen durumu en canlı kanlı haliyle iliklerime kadar eğitimin bu kademesinde yaşadım. Dünya için küçük olabilir ama benim için büyük bir olaydı. Süreç benim bile inanamayacağım düzeyde acayipliklerle doluydu. Ben olayın esas kızıyken bile bu kadar şaşkınlık yaşarken, senaryoda rolü bile olmayan kişilerin ‘Yok deve, bu kadarı da fazla’ nidalarında çok haklılardı. Bazı şeyler o kadar uç noktadaydı ki inanmasanız, güvenmeseniz sonuna kadar haklısınız. Diyorum ya, ben bile hayretler içinde Truman Show gibi hayatımın gerçekliğini sorgularken, seyirci ne yapsın? Bazı seyirci replikleri:
‘Annen üvey galiba.’ (Eziyetin başka açıklamasını bulamadıklarında)
‘Paraya ihtiyacın var galiba, amcaya kız halinle bakmak zor olur yoksa.’ (Hastanedekilerin günlerce tek başıma olmamı sorguladıklarında)
‘Hocanım, doğudan bir iki yılda kaçmak için bu yollara başvurmanıza gerek yok.’ (Doğu hizmetinden babamın durumundan yararlanarak kaçmak için kullandığımı düşünen Ankara, didik didik sorguladığında)
‘Eşin nerede senin? Neden hastaneye tek getiriyorsun adamın canını nasıl böyle tehlikeye atarsın, kamu davası açtırma bana.’ (Babamı sedyeye geçirirken, düşe yazıp doktor tarafından azarlandığımda)
‘Ben burdayım, bakarım. Sen git gel hadi.’ (Hastane binaları arası mekik dokumam gerekip, babamı götüremediğim için hiç bilmediğim insanlara emanet etmek zorunda kaldığımda)
‘Oooo, gizli gizli tayinler olmuş. Denizli merkez olmuş. Biz gelemedik tabi, sen nasıl geldiysen.’ (Beni bilen, anlayan insanlar diye düşündüğüm arkadaşlarım tarafından yaftalandığımda)
‘Bu işten bir şey çıkmaz, savcı falan hikaye. Bizi boşu boşuna uğraştırıyorsun sırf haklı çıkma egon yüzünden.’ (IQ’sü düşük iş yapmak istemeyen emniyet mensuplarınca suçlandığımda)
‘Güzel senaryo, hangi kanalda başladı o dizi? Gülseren Budayıcıoğlu eseri değil mi?’ (Kafede o kadar hararetli anlatmışım ki yan masadan kulak misafiri olup kalkıp gelen yabancıya bakakaldığımda)
Bakıcı, sahtekar, işgüzar, kurnaz, avukat, hemşire, nitelikli dolandırıcı, paragöz….
Ben belgeleri sunana kadar böylesi bir şey oskarlık, ayakta alkışlık, dev ekranlık bir senaryo. Sunduktan sonrası tereddüt, biraz inanma, acıma ve şüphe…
Ve perde…
THE FILM IS BASED ON A TRUE STORY
İTİRAFLARIM 2…
27 NİSAN 2023…
Kendi anormal hayat akışımın içinde Sema’nınki de bu sürece dahil oldu. Olmak zorunda kaldı. Bunlardan en acısı galiba bu zamandı.
Araştırmalara göre her insan ortalama olarak günde en az 8 yalan söylermiş; ‘saçların çok yakışmış’ gibi beyaz yalandan tutun ‘onun da sana selamı var’ pembe yalanına kadar…
Hayatımın herhangi bir evresinde bile isteye,bilinçli bir şekilde bu kadar yalan söylediğimi hatırlamıyorum. Yalan makinesine girsem aralıksız biplemekten makine isyan eder. Literatürdeki ‘yakını’ ifadesine karşılık gelen ‘aile’ kavramından kendimi ve ruhumu korumak adına kendi yalan dünyamı inşa ettim. Evet, itiraf etmeliyim ki bu konuda ciddi manada usta olmuştum. Neden mi? Babaannemin ‘Aşağı köyde yalan söyledim, yukarı köyde kendim inandım.’ sözünü aratmayacak bir performans sergiledim. Ve tabiki ‘And the Oscar goes tooooo……..’ seviyesi.
Ama sizlere YALAN söylemedim.
(Şunu dipçe vermem gerek: Annem benim kendimi var etmeme vesile her değişim hareketimde, birinin aklıyla bunları yapıp,kendiyle olan duygusal bağımlılığımı koparışıma karşın bir diğer önlemim de arkadaş çevremi mümkün mertebe bildirmeden hayatımı idame ettirmekti uzun bir süre. Bunlardan biri de SEMA.)
İnşa ettiğim bu dünya kendimi korumak adına olduğu için sadece korumam gereken kişilere hastı.
Tekrar konuya dönersem…
27 Nisan Perşembe günü dinlenmek ve ders çalışmak adına babama bakıcı bulmuştum. Babam devletten üniversiteye sevk edildi. Sema’nın anne de birkaç öncesinde acil ameliyata girmişti. Biz ‘Körler sağırlar birbirini ağırlar’ misali bir bana koşuyoruz bir ona koşuyoruz. O akşam Sema gece 11 civarında telefon etti. Titreyen sesiyle uyuyan sesim çarpıştı ve beni uyandırmaya yetti. Yoğun bakımdan gelmesini istemişler. Sonra tekrar telefon ve vefat haberi geldi. Benim bitap düştüğüm ve sizle olan ders için eve geldiğimi bildiği için hastaneye gelmemi istemedi. Ama gece tek başına, bu durumla baş edemeyeceğini biliyordum. Evet, size söz verdim. Evet, size tekrar erteleme yüzüm yoktu ama seçim yapmak zorundaydım. Anneme babama gidiyorum diye evden çıktım. Sema’nın kuzeni bizi aldı. Sema kaskatı… Ne ağlayabiliyor ne bir kelam edebiliyor. 1’e kadar yoğun bakım kapısındaydık. (Bu saatten sonra annem cephesi karışır diye ben hastanede kalacağımı, eve geri gelmeyeceğimi söyledim.) Evrak işlemlerinden dolayı cenazeyi alamadık. Ha sonra, sedye gelmediği için bir posta daha bekliyormuşuz ve burası Türkiye dedirten olayla sedyeciyi de kendimiz bulup geldik çünkü kimse iş yapmak istemiyor. Zahmet edip ilgili birime telefon edilmiyor. Felaket yağmur başladı. Sema annesini teslim alırken Sema’nın ağlayışları yağmurun sesinde cılız kaldı. Bu acının üstüne ölüm belgesindeki trajikomik yanlışlıklar da cabası. İsim yanlış. Tekrar evrak düzenle ve yine bekle. Sonra tekrar yanlışlık lakin o kadar sabırlar kalmadı ki sabaha kadar bekleyelim. Sema acıyla birlikte sinir krizi geçirip acısını evraktaki yanlıştan çıkarıyor. Belediyeye verişimiz sıkıntı değilse herisimde ve yanlışlıkta kabulümüz deyip alıp çıkıyoruz. Cenazeyi teslim alıp morga ilerlerken ben tali yoldan yine sedyeci yardımıyla babamın kata çıkartıldım. Babam uyanık. Hasta bakıcı abi yorgunluktan bitap uyumuş… Baskın gibi girişim… Işıkları yakışım… Malumat verişim ve abiden anlaşmamız dışında gelişen olaylar karşısında çaresizlik sebebiyle bir gün daha kalması için rica edişim. Karşı odadaki hastaya rekafat eden diğer kişiden de yardım rica edişim. Hepsi 3 dakika sürdü ya da sürmedi. Odadan ışık hızıyla ayrılışım. Titanikte Rose’un Jack’in tutuklandığı odadan kurtarmak için koridorda deli gibi yardım bulmaya çalışan hali misali kendimi morga götürtmek için asansöre kart basacak görevli birini arıyorum. Buldum ve menzile ulaştım. Yarın sabah cenaze aracının, bizim gelmemize gerek olmadan cenazenin kabristanlığa sevki yapılacağı bilgisiyle Sema rahatladı çünkü ne teslim alacak aile var ne de akraba.
Saat 2 civarı…
Sema ve kuzeni halen beklemede. İşlemler bitince son vedasını yapması için anneyi gösterecekler. Veda yapıldı. Sema biraz olsun görmenin verdiği hisle rahatladı. Kuzeni eve dönmek zorunda çocuğu var. Sema evde tek kalamayacağını,ama bana daha fazla eziyet olmasın diye iyiyim kıvamında otele gideceğini söyleyip rahatlatıyor. Yemezler Sema! Görev dağılımı yapıldı. Rota yeniden oluşturuldu. Kuzeni sabah belediyeye ölüm belgesini verecek. Ben Sema’yla abisinin evinde kalacağız ve mahalledeki camiden sela okutmak için gerekli bilgileri imama bildireceğim. En zor görev Sema’da. Cenazenin defni sırasında toprak atmak için erkek bulacak.
Saat 3 civarı….
Eve geldik.
(Annesi; annemin mahallede, bizim evin çaprazında oturuyor gerçeğini de eklemem gerek)
Sema, eline telefon aldı. Baktı baktı ‘Cenazeye çağıracak, acil durumda arayacak bir erkek yok’ dedi ve kapattı. (Bir şey istemeyi acziyet gördüğü için benim teklifimi geri çevirdi ama ben manevi babam olan Kenan hocama mesaj attım ve rica ettim.)
Saat 4 civarı…
Uyu, dinlen sabah cenaze defin işlemleri var diyorum. Bana mısın demiyor. Eve sığamıyorum diyor. Dışarıda öyle bir yağmur var ki… Göz gözü görmüyor. Çıkılacak gibi değil. Yat uyu, sen cenazeye gelme; hocana ayıp olacak diyor hala. Beni uyumaktan alıkoyduğu için kendini suçlaması bitsin diye acıktım, çorbacıya gidelim diye rahatlatıyorum ki çıkarayım dışarı. Hemen netten çorbacı araştırıyorum. Ama kimi aradıysam 5.30’da kapacaklarını söylüyor. Hani 7/24 çorbacı mantığı nerde? Neyse, taksiyi arıyorum ve durumu söyleyip bize kapanmayan bir çorbacı lazım diyorum. Anons geçiyor ve güzel haber geliyor.
Evreka!!!!
Gidiyoruz. Çorbacıda alkol almadan, bir anormal halde orada bulunuşumuza hayret ettiklerini düşünen Sema’nın aksine ben katılmıyorum. Bizim de kafalar gayet güzel hem de alkol olmadan
Saat 5 civarı…
Hala oturuyoruz. Birde kahve içiyoruz. Yeterince ayık değilmişiz gibi. Hava ağarmaya başlayıp, yağmur didince dönüyoruz.
Saat 6 civarı…
Mahalleye giriş yapıyoruz. Ben biraz yatıyorum. Kalktığımda, Sema ayakta.
Saat 8 civarı…
Sema’yı elinde bir notla kaskatı görüyorum. Annesinin ‘Senle daha iyi olabilirdik Sema. Ama yapamadım.’ notu ortalığı tuz buz etti. Kuzenden gelen telefonla gerçekliğe dönüş yapıyoruz. Belediye tamam, görev sırası bize geçiyor: Sema’nın eve gidip mahalle camisine deme işi kalıyor. 9 gibi kabristanlıkta olmamız gerek cenazeyi yıkayacaklar. Biz kuzeniyle yola çıktık ve bana telefon geldi.
O da ne??????
Cenaze nakil aracı hastaneden arıyor. 2 erkek olmadan cenazeyi teslim alma yetkilerinin olmadığını bize söylüyorlar. Erkek? hem de 2 erkek. Biz cenaze namazı için erkek bulamıyoruz. Telefondaki beyfendi cenazeyi teslim almak için 2 adet erkek istiyor. Çok güzelllll. Sema telaşta. O saatte kimi bulu kimi göndereceğiz? Ağlamadan, dağılmadan sakinliğimi koruduğum nadir anlardandı. Hemen babamın bakıcı abiyi arıyorum. O cepte. 2. olarak da diğer refakatçi abiden rica ediyorum. Ben korkarım diye reddediyor. Ama çaresizlik karşısında korkusunu kenara koyup ikna oluyor. Tamam halloldu Sema diyorum.
Tekrar telefon, cenaze şoförü arıyor. Tamam, kolay olmayacak biliyoruz ama bu kadar zoruna da hazır değiliz. Çalışmadığımız yerden geldi hep sorular.
‘Bu kişiler cenazeyi tanımıyor, teslim edemem. Cenazeyi bilen 2 erkek gelsin.’ diyor.
Haydaaaaaaa!!!!!!! Abi erkek bulamadığımız gerçekliğinin içinde cenazeyi tanıyan 2 erkek???? Çok zor soru. Hemen durumu özetleyip, morgda gece cenaze işlemlerini yapan Erkan abi biliyor o teslim eder diye cevabı basıyorum. Ama yanlış cevap çünkü nöbet değişmiş. Görüntülü arayıp, cenazeyi bizim teşhis etmemizle vermesini rica ediyorum, hatta yalvarıyorum. Sağ olsun prosedürleri kenara koyup, ‘İlk defa böyle anormal bir şey başıma geliyor. İnşallah yanlış cenaze götürmeyiz.’ diye hayretini dile getiriyor. 2 cenaze gösteriliyor ve ‘Eminsiniz’ değil mi diye üstüne basa basa anneyi teşhis ediyoruz.
Saat 9 civarı…
Kabristanlığa vardık. Bekliyoruz. Sizden mesaj geliyor. Belgeyi istiyorsunuz. Ben gasilhane duvarında belgeyi çekiyorum. Neden istediğinize anlam veremiyorum ama sorgulamıyorum. Sema,sizle konuştuğumu öğrenince, kızdığınızı düşünüp, dersten onun yüzünden kaldım diye söyleniyor. Sizden tekrar mesaj : Belge okunmuyor diye… Okunmaz tabiki hocam, haklısınız. Birinde isim farklı, birinde karekod yok, birinde silik, birinde bilmem ne… Cenazede bile çiğ tavuğun başına gelmeyenler başa geldi. Neyse, ben Sema’dan E-devletten aldığını istiyorum. Hala anlam veremiyorum ama niye istediğinizi sorgulamadan atıyorum. Bu sefer sizden ‘Doğru bu, diğerleri karekod okumuyor ve sistemden doğrulanmıyor. Verilecek yerlere son attığını verin’ cevabı gelince ben tebessüm ediyorum. Neden tebessüm ettiğim sorulunca, içimden geçenin yeri ve zamanı olmasa da dışımdan deme ihtiyacı duyuyorum. ‘Danışman gibi danışman. Bu konuda bile yardımcı oluyor. Belgenin teyidini yapıp, bana doğru olanı diyor ki resmi kurumlarda teslimde sıkıntı yaşamayalım. Bir insan bu kadar mı kol kanat gerer.’ diye o durumda bile mutlu ettiniz.
Gasilhaneye benim de girmem şartıyla girip anneyi yıkıyoruz. Sonra eve dönüyoruz çünkü öğle namazına müteakip defnedilecek. Kuzeni toprak atacak erkeğin ailesini götüreceği için bizi defin için alamıyor. Kenan hocamı o esnada diyorum. Tabi azar yiyorum. Onun cenazeye katılmasındaki olumlu cevaba ek bizi de götürmesini rica ediyorum. Yaşananlar tuhaf olduğu kadar bir o kadar da tebessüm ettirici.
12 civarı…
Gece vefat ettiğinde Burdur’da çalışan abiyi bilgilendirmesine rağmen abi TLC İstifçiler programına aday cimriliğiyle taksiye atlayıp gelmiyor. Daha tuhafı da çalışmaya devam edeceğini beyan ediyor. Hatta cenazeye katılmayacağını söylüyor. Çalıştığı kurumda deli muamelesi görmemesi adına cenazeye katılmasa da Denizli’ye gelmesini ısrar ediyor. Tabi cenazede tek yürek tek soru:
-Abin gelmedi mi?
-Yok, gelmedi. Yetişemedi.
Yine yağmur… Geceden daha şiddetli. Toprak atan erkeklere şemsiye tutularak defnedilen anne…
Sema yerine yine Sema (gök) ağlıyor. Sema’nın içini bilircesine…
Saat 3 civarı
İstikamet hastane… Nöbet değişime… Sema da benle tüm ısrara rağmen.
Akışta kalmak istiyor.
Normali yaşamak istiyor.
Yasını erteliyor.
Böyle çok tuhaf günler geldi geçti. Senkron hayat yaşadık. Bir acıya sıçradık bir neşeye atladık. Sizler de mecburiyetiniz olmamasına karşın maruz kaldınız. Ama hep kanadınız altına aldınız. Onca sorumsuzluğuma rağmen, bugünde bile el uzattınız.
Ben bunları nasıl unuturum….
ÜMİT
Umudumuz acımızdan daha büyük olmalı (C. Zarifoğlu)…
Paralel evrende o kadar sıfatım vardı ki…. Dedim ya hani, her şeyimle bana tanıklık eden kişiler bile hayretten ağızlarını kapayamazken, siz onlar kadar vakıf değilken inanmayışınızı yadırgamazdım. Ama İNANDINIZ, hem de hiç kimsenin inanmayacağı kadar.
Acaba sizin yerinizde ben olsam ‘Sular yoktu hocam, ödevimi o yüzden yapamadım.’ minvalindeki ipe un seren cinsinden absürt şeyleri kaytarma bahanesi düşünüp ne tepki verirdim?
Neden?
Öğrencilik forever…
Koca koca, biz insanlar tezsiz sürecinde öğrenci olduğumuzda grinin elli tonu kadar bahane üretince… Öğrencilik karakterini giyince işler değişiyor çünkü.
Bir an bile tereddüt etmediniz, inandınız, güvendiniz. Bu duygu için çok çok müteşekkirim sizlere. Çoğunluğun inanmadığı gerçekliğimde yeşermem için ümit oldunuz. Danışmandan öte abi oldunuz, güzelliklere çıkan bir yol, bir kapı oldunuz.
‘Ali takma isminizle yüceliğinizi, üstünlüğünüzü,
Davut takma isminizle netliğinizi, gerçekliğinizi,
İsmail gerçek isminizle de duyan, işiten yanınızı’
yaşattınız.
Var olasınız. Eyüp hocamın deyişiyle ‘Şanslıydım’
PİŞMANLIKLARIM
El hayru fî mâ vaka’a…
(Bu kısım bu kitabın içeriğinde yoktu ama sizi üzdüğümün şükür farkındayım ki tekrar özrümü yinelemek için burada bahsi açtım.)
Çok yordum,
Çok üzdüm,
Çok eziyet verdim,
Ama birde üstüne haksız şekilde ithamda bulundum. Duygusuz değildiniz, değilsiniz. O kadar duyguya sahipsiniz ki insanların mantığı almadığı, inanmadığı hayat hikayemde siz bana inandınız. Çokça büyük kalbiniz var. Bundan daha büyük bir güç, daha büyük servet var mı hayatta, bilmiyorum. Benim buna rağmen neden öyle bir çıkış yaptığımın tek mantıklı açıklaması içinde bulunduğum koşullardan çokça çaresiz kalıp; sizin bana inanışınızdan mütevellit, sahip çıkılma duygusunu yaşamak adına ters tepkiyle yansıtmamdı galiba. Ama haddimi aştım, çok büyük nezaketsizlik yaptım. Kendim bu durumu empati yaptığımda böyle bir büyüklük gösteremem hocam. Öyle bir olgunluğum yok hala pişmedim. Ham haldeyim.
Çok utanç duyuyorum. Karşınıza çıkacak yüzüm yok. Eyüp hocam ve Ahmet hocam evet doktoraya başvur diyorlar ama ben bana bunları yaşatan kişiyi bir daha görmek istemezdim herhalde. Ne derseniz ne yapsanız kabulüm. Hatamın telafisi var mı bilmiyorum. Ettiğim kuru bir özür kayda geçti mi bilmiyorum ama gerçekten karşınıza gelmeye ne omurgam var ne cesaretim var. Sizden kaçmamın sebebi bunlar. Ne size layık bir öğrenci hali sergiledim ne de iyi hissettirdim. Büyüklüğünüz karşısında ne desem az kalacak.
Dipnot:
Tezi, siz değerli hocalarıma ithaf etmem yeni karar verdiğim bir durum değildi hocam. Bu sürecin asıl “olur mimarları” sağ ve sol kanatları olarak sizler olduğunuz içindi. Sizden başka ithaf edecek hayatımda bu denli kıymetli insan yok. Ama bunu eklemeyi en başta yaparsam ‘Beni övmeyin, eleştirin.’ felsefenizden dolayı basıma bırakmayı düşündüm.
Her şey için teşekkürler. Benim yolumu aydınlattınız. Sizlerin yolu da hep aydınlığa ulaşsın.
44 MALATYA
4 4’lük şeyler yaşattı bana…
Published: Jul 22, 2023
Latest Revision: Sep 7, 2023
Ourboox Unique Identifier: OB-1479720
Copyright © 2023